31 Mart tarihli yerel seçimin ardından herkes Erdoğan'ın tavrını merak ediyor KHK Mağduru Hakim Ramazan Faruk Güzel 'TR724.com sitesinde 'Erdoğan, kaybettiği belediyelere hukuken ne yapabilir?' sorusunu cevapladı
31 Mart tarihli yerel seçimin üzerinden 5 gün geçmesine rağmen tartışmalar, çelişkili beyanlar devam ediyor. AKP, özellikle 25 yıldır yönetmekte olduğu İstanbul’u kaybetmenin ciddi şokunu ve endişesini taşıyor. Öyle kabullenemiyorlar ki adayları Binali Yıldırım’a olur olmadık açıklamalar yaptırıyorlar, itirazlar ettiriyorlar, onun adına teşekkür afişleri asıp asıp kaldırıyorlar.
İstanbul önemli onlar için zira “mega- dev projeler” adı altında bu metropolde çok büyük rantlar çeviriyor ve buradan elde edilen gizli ve açık kaynaklarla paralel devasa bir çarkı döndürüyorlardı.
Bu seçimler ve sonrasında çok tartışmalar yaşandı. Son durum itibariyle de anlaşılan o ki AKP ve Erdoğan başta Ankara ve İstanbul olmak üzere bazı büyük belediyeleri kaybetmiş oldu. Bunun sonrasında yurt içinde de, uluslararası arenada da yansımaları olacaktır; hem siyasi, hem de hukuki anlamda… Bu (2 bölümlük) yazımızda bunlara kısaca bir göz atalım.
SEÇİM SONRASI MANZARA
Marul gelecekti, geldi mi gelmedi mi bilmiyorum ama seçim bitti, “Enflasyonla Topyekün Mücadele” kapsamında açılmış tanzim satışları da bitti artık. Yol TV’ye konuşan vatandaşlar “Kandırıldık” diyorlardı. Sadece bu konuda mı? Satışlar bitince mi insanımız kandırıldığını anlıyor? Neyse…
Her lafın başında “Milli İrade”ye atıfta bulunan mevcut iktidarın milli iradeye inancı ve saygısı kaybedinceye kadar. Bunun çok örnekleri var. 2014 yılındaki HSYK seçimleri öncesinde de “kaybetmeleri halinde seçim sonuçlarını kabul etmeyeceklerini” deklare etmişlerdi. Bu yerel seçimlerde de benzer bir kabullenmezlik var.
O kadar çiğ bir hazımsızlık ki bu Dersim’de seçimleri kazanan Türkiye Komünist Partisi adayı Fatih Mehmet Maçoğlu’nun mazbatası halen verilmedi. İl Seçim Kurulu tarafından mazbatanın teslim edilmeme gerekçesi olarak “personel yetersizliği ve “söylenemeyecek bir güvenlik sorunu” olması gösterilmişti. TKP’den yapılan basın açıklamasında: “Seçim Kurulu’nun Anayasal suç işlediğini” ifade etmişti haklı olarak… HDP’nin 3 oy farkla kaybettiği (?) ifade edilen belediyeler var ve parti bu konuda Seçim Kurulu’na başvursa da itirazlarının hiç birisi dikkate alınmadı.
Başta Amerika olmak üzere Batılılar seçim sonuçlarının kabul edilmesi ve halk iradesine saygı duyulması çağrısında bulunuyorlar. Ülke içinde de böyle bir çağrı sesi yükselirken hükümete ilginç bir destek geldi. Adeta AKP’nin Hukuk İşleri Kolu gibi hareket eden Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Metin Feyzioğlu, AKP’lilerin seçim itirazlarına gerekçe sundukları açıklamalara, “Seçim mevzuatının öngördüğü hukuki süreç henüz tamamlanmamıştır” şeklindeki sözleri ile destek verdi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 10 Şubat’ta yaptığı konuşmada, “Sandıklara 280 bin Ak Partili ile bütünüyle hakim olduklarını, hile yapılamayacağını” bir buçuk dakikada anlatmıştı.
Tabii ki burada hesap seçimleri kendilerinin kazanması üzerine kurulmuştu. Her ne kadar sürekli, düzenli olarak yaptırdıkları anketlerde durumları hiç iç açıcı gözükmüyordu ama son dakika Ali Cengiz oyunları ile –yine/ yeniden bu seçimi de alacaklarını öngörüyorlardı. Sürekli desteklerini aldıklarını düşündükleri derin devletin de buna ses etmeyeceğini öngörüyorlardı. Ama hesap son dakikada tutmadı.
TOPALLAŞTIRILAN ÖRDEK!
Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan 27 Mart akşamı ATV-Ahaber ortak canlı yayınındaki konuşmasında “Merkezi yönetim ile uyum içerisinde olmayanlar yarın orada iflaslarını ilan edecek. Alsalar da yürütemeyecekler. Bütün belediyelerin şu anda borçları hepsi elimizde mevcut..” demişti. Bir başka konuşmasında da “Topal Ördek” kavramını hatırlatmıştı, yani “daha da çamurlaşacağını” ima etmişti.
Sahi, Türkiye’de Belediyeler ile hükümet arasında nasıl bir idari ilişki var? Büyükşehirlerin yönetiminin cumhurbaşkanının ve partisinin zıt iradesine rağmen verimli şekilde yönetmesi mümkün müdür? Ankara, İstanbul gibi iki büyük şehir mesela, kendi olanakları ile iyi şekilde yönetilebilir mi?
Sistemdeki her meseleyi krize çeviren, devlet işleyişini tıkayıp kendi iradesine göre eğip büken Erdoğan, ülke için bir kriz daha çıkarmak üzere. Nitekim bu şehirlerin; yandaş dernek, vakıf ve şirketlere para transferleri yapılarak büyük borçlara sokulduğu da malum. Böyle bir durumda yeni başkanları zorlu bir süreç bekliyor.
İşin hukuki boyutuna bakılacak olunursa;
Anayasanın 127. maddesinde, ‘‘Mahalli idareler; il, belediye veya köy halkının mahallî müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuruluş esasları kanunla belirtilen ve karar organları, yine kanunda gösterilen, seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan kamu tüzelkişileridir.” denilmekte ve devamında merkezi idarenin yerel yönetimler üzerinde “kanunda belirtilen esas ve usuller dairesinde idarî vesayet yetkisine sahip” olduğu vurgulanmaktadır.
Buradaki “İdari vesayet”ten kasıt denetimdir, yoksa hiyararşik altlık- üstlük yoktur. Nitekim bu vesayet, 1982 Anayasası’nın 123. maddesinde yer alan “idarenin bütünlüğü” ilkesinin bir yansımasıdır sadece…
Dünyanın hemen her yerinde merkezin yerel yönetimler üzerinde denetim bağlamında bir vesayeti vardır. Ama Türkiye gibi devletçi ve otoratileşmeye müsait yerlerde bunun ayarı her seferinde kaçmaktadır. Olması gereken ise özerklik ve demokrasi arasında denge sağlanmasıdır , kaldı ki AKP de bu vaatlerle gelmişti iktidara. Hemen her alanda olduğu gibi bu noktada da vaatlerinin tam zıttını yapar oldu.
ERDOĞAN’IN ARTTIRILAN GÜCÜ
Belediyelerin tabi olduğu 5393 sayılı Belediye Yasası 2005 yılında kabul edilmişti, 2004, 2005 ve 2012 yıllarında da il özel idareleri, belediyeler ve büyükşehir belediyeleri alanında bazı düzenlemeler yenilendi. Burada maksat bazı kamu hizmetlerinin yerel yönetimlere devredilerek onları güçlendirmek ve böylece halka daha etkin ve verimli hizmet sunumunu sağlanmaktı. Fakat merkezi idarenin gücü her zaman hissedilmişti. Nitekim 24 Haziran 2018 seçimleri sonrası ‘Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ ile birlikte 71 maddelik torba kanun meclisten geçirildi ve Cumhurbaşkanı’na (yani özel siparişle Erdoğan’a) özellikle 2 hususta geniş yetki verilmişti:
1- Cumhurbaşkanı’na m.48 ile (Strateji ve Bütçe Başkanlığı vasıtasıyla) istediği belediyeye kaynak aktarma yetkisi.
2- Madde 58 ile İller Bankası’nıın yapısını değiştirildi ve artık belediyelerin bankadan borç alması cumhurbaşkanının iradesine/ keyfine bağlandı. (Eskiden ise bu bankanın, kaynaklarını istediği belediye için kullanmasını önleyen kanuni bir kısıtlama vardı.)
Erdoğan yönetiminde “mega projeler” adı altında özel ve devlet bankalarına borçlandırılan büyükşehirlerin, özellikle de Ankara ve İstanbul’un İller Bankası’na da yüklü borçları var (Ankara’nın 270, İstanbul’un ise 458 milyon lira borcu).
BİR DE ERDOĞAN’IN KAYYUM ATAMA RİSKİ!
Erdoğan yönetimi HDP’li belediyelerin neredeyse tamamına kayyum atamıştı. (Halk da iradesinin gasbına tepkiyi de en güzel sandıkta vermişti.) Hızını alamayan Erdoğan, kendisinin (AKP’nin) İstanbul, Ankara, Balıkesir belediyelerine de kayyum atamıştı.
Bu belediyelerin muhalefete geçmesi karşısında Erdoğan bir karşı hamle olarak bunlara tekrar kayyum atayabilir mi? İşin içinde Erdoğan’ın olduğu yerde herşey mümkün.
Anayasa ve kanunlar rağmına hareket edebilen Erdoğan, bu konuda elini de sağlamlaştırmış vaziyette. Nitekim “Belediye başkanlarının görevden uzaklaştırma” yetkisini düzenleyen 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 47. maddesinde “Görevleriyle ilgili bir suç nedeniyle haklarında soruşturma veya kovuşturma açılan belediye organları veya bu organların üyeleri, kesin hükme kadar İçişleri Bakanı tarafından görevden uzaklaştırılabilir.” denilirken, Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmesinin ardından Erdoğan’a da bu yetki geçmiş oldu.
Anayasa’nın 104. Maddesindeki “Yürütme yetkisi cumhurbaşkanına aittir” hükmüne dayanılarak yürütme yetkisini elinde tutan cumhurbaşkanının kendisinin tayin ettiği İçişleri Bakanı’nın yetkisine de haiz gibi bir uygulama var. (Eski düzenleme halen yürürlükte olsa da.)
SEÇİMİN GÖSTERDİKLERİ
Bu seçim bazı gerçekleri de ortaya koymuş oldu. Şöyle ki:
1- Siyasal İslamcının, AKP’nin “Milli İrade”si kaybedinceye kadarmış,
2- AKP ve Erdoğan o kadar da yenilmez değilmiş.
3- Demek ki bir kötülüğü yenmek için ille de o kötü gibi olmaya gerek yokmuş. Ekrem İmamoğlu gibi daha düne kadar adını bile bilmediğimiz birisi karşı tarafın bütün çığırtkanlıklarına, yer yer çirkefleşmelerine rağmen üslubunu, seviyesini bozmadan da galip gelebiliyormuş. Hem de karşısında Golyat gibi, Talut gibi bir güç olsa da… Medyasıyla, sınırsız maddi kaynağıyla vb her türlü desteği olan rakiplere rağmen…
4- Her iktidarın bir sonu gelecekmiş. O zaman, her iktidar döneminde pervasızca hareket eden kamu görevlileri bu realiteye göre hareket etmesi gerekiyormuş. Bu hakikat bir kez daha uç verdi, umarım görmesi gerekenler görür; hakimi, savcısı, polisi, belediyecisi şusu- busu…
Hukuk tekrar rayına otursun, Anayasayı ihlal eden kimseler, Anadolu Ajansı (AA) gibi seçimleri manipüle etmeye çalışan kurumların başındakiler hukuk önünde hesap vereceklerdir. Bu seçimlerin bir kaybedeni de onlar oldu ve ileride de hukuken kaybetmenin cezai boyutunu derinlemesine idrak edeceklerdir. AA’nın genel müdürü, bir açıklamasında bu yaşananları çocuğuna bile izah edemediğini söylüyordu. Yaptıkları kanunsuzluklar ortaya çıktığında belki de çocukları soyisimlerini değiştirmek zorunda bile kalacaklardır.
…
Seçim sonrası duruma genel bir göz attıktan sonra, bir sonraki yazımızda da bu seçimin ülke içindeki genel kapsamlı “Af” beklentilerine, hukuki yeni düzenleme ihtimallerine ve de bu seçim sonrasının yurtdışı yansımalarına göz atmaya çalışalım. Malum, uluslararası hukuk kuruluşlarının da gözü şu son seçimlerde idi ve ona göre rolantide gidiyorlardı. Dengelerdeki bu kaymalardan sonra acaba yeni gelişmeler olur mu, olmaz mı?
Bu konularda da özelden çok mesajlar geldiği için bir sonraki yazımızda konuyu irdelemeye çalışalım.