Erdoğan Türk ekonomisinin lokomotifi iş adamlarını nasıl mağdur etti...

Binlerce müteşebbis, müteahhit ve sıradan tüccar hakkında tutuklama kararı çıkarıldı, bir çoğu ev hapsine çarptırıldı, pasaportlarına el konuldu, gözaltına alındı, hatta hapse atıldı. Peki suçları ne?
Fransız Gazeteci Guillaume Perrier Ahvalnews.com için kaleme aldığı yazısında Erdoğan'ın başlattığı büyük tasfiye dalgasını analiz etti... Birçok kurumu işleyemez haline getiren Erdoğan'ın en büyük mağdurlarının iş dünyası olduğuna dikkat çeken Perrier Türkiye^nin nasıl mağdur edildiğini yanıkların ifadeleri ile anlattı... 

İşte Guillaume Perrier'in Ahvalnews.com'da yer alan yazısı... 

24 Haziran günü 55 milyon Türkiyeli seçmen sandıklara giderek hem cumhurbaşkanlığı, hem de milletvekili seçimleri için oy kullanacak. Bu seçim Recep Tayyip Erdoğan için hayati önem taşıyor. 2003’ten beri başbakan, 2014’ten beri de cumhurbaşkanı olarak iktidarı elinde bulunduran Erdoğan, 2017 nisanında referandumla (yüzde 51 “evet” oyuyla) getirdiği aşırı kuvvetli başkanlık sistemini oturtmak için yeniden seçilmek zorunda.

Kazanma ihtimalini kuvvetlendirmek amacıyla seçimleri 18 ay öne almaktan kaçınmadı. Zira ekonomik performansa son derece bağlı olan popülaritesi düşüşte. Her ne kadar Erdoğan cumhurbaşkanlığı adayları arasında önde gözükse de karşısında beş rakip bulunuyor. Bunların biri, Selahattin Demirtaş Kasım 2016’dan beri cezaevinde tutuluyor. Muhalefetin cumhurbaşkanı seçimini ikinci tura bırakması kuvvetli bir ihtimal olarak gözüküyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın her alanda sürdürmekte olduğu tasfiyeler ekonomi dünyasına da uzanıyor. Terörle mücadele adı altında birçok şirkete el konduğunu görüyoruz.

Sanayici-işadamı Akın İpek Thames Nehri’ne bakan ofisinde, 14 Mayıs günü Erdoğan’ı ağırlamaya hazırlanan İngiltere başbakanı Theresa May’e özenle yazdığı mektupta şöyle diyor:

“Size bu buluşma öncesinde Türkiye’de süregelen korkunç duruma son vermeniz için yazıyorum. Bana karşı ortaya atılan iftiralar Birleşik Krallık’ta kayıtlı şirketlerimin iş yapabilmek için ihtiyacı olan ortaklıkları kurabilmesini ve Britanya ekonomisine yapacakları katkıları imkânsız kılmaktadır.”

Ve şöyle devam ediyor:

“Şahsıma, aileme, Koza Grubu şirketlerine ve tüm çalışanlarına karşı bir tehdit ve sindirme kampanyası yürütülmektedir. Bu trajedinin mağdurlarından biri olarak, Türkiye’de ifade hakkı elinden alınmış herkes adına bu konuda konuşma hakkına sahip olduğumu düşünüyorum.”

Üzerinde koyu renkli takım elbise ve pardösüsüyle, dimdik duruşunu kaybetmeyen Akın İpek sigara içmek için dışarı çıkıyor. Sürgünde yaşamaya başladığından beri edindiği kötü bir alışkanlık. Sesini duyurmasının zor olacağını biliyor.

Ankara’nın yoğun baskısı altındaki Londra, topraklarında yerleşik Türkiyeli işadamlarına oturma izni verme koşullarını bile gözden geçirmeyi düşünüyor. İpek’in Türkiye’de bulunan tüm şirketlerine devlet tarafından el konmuş durumda.

Kardeşi iki yıldır hapiste. Kendisi de 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünün sorumlusu Fethullah Gülen önderliğindeki “paralel devlet”e finansal destek olmakla suçlanıyor. Hakkında açılan davada 77 yıla varan hapis cezası isteniyor.

Recep Tayyip Erdoğan’ın giriştiği dev tasfiyeler öncesinde Koza Holding Türkiye’nin en büyük on grubu arasındaydı. Tebrik kartı imalatı alanında tanınan aile şirketi kendisine miras kaldığında, Akın İpek Erdoğan hükümetinin de desteğiyle bunu dev bir sanayi imparatorluğuna çevirdi.

Türkiye ekonomisinin yükselişinin başladığı ve yerli şirketlerin uluslararası pazarlara açılmasının hızlandığı 2001 yılından itibaren, Koza grubu da genişleyerek maden, inşaat, enerji, medya ve turizm alanlarına açıldı. Öyle ki, holding bünyesinde 5 bin maaşlı çalışan barındırıyor, yılda 200 milyon dolarlık kâr elde ediyor ve borsada üç milyar doları aşan bir sermayeye sahipti.

Şirketin patronu İpek ekonomik durumunu net bir şekilde özetliyor:

“Banka hesaplarında bir milyar dolardan fazla nakit ve madenlerde 20 milyar dolar değerinde rezerv bulunuyordu. Tüm bunların yanında sıfır borç.”

Fakat 2015 ekiminde, Erdoğan için hayati önem taşıyan genel seçimlerden birkaç gün önce holdinge bağlı çeşitli alanlarda faaliyet gösteren 23 şirkete “terörle mücadele” gerekçesiyle büyük bir polis operasyonu düzenlendi. Özellikle de iki büyük günlük gazete ve televizyon kanalını kapsayan medya şirketine el kondu ve kayyım atandı.

Akın İpek’in tüm varlığı tasfiye edilmiş şirketlerin el değiştirmesine (çoğu zaman iktidara yakın iş adamlarına satılmasına) kadar idaresinden sorumlu TMSF’ye (Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu) aktarıldı. Lüks arabaları satıldı, banka hesapları donduruldu. Şirketleri de her an yetkililer tarafından satılabilir. Akın İpek duruma şöyle isyan ediyor:

“Toplu bir cezalandırma girişimiyle karşı karşıyayız. Bana karşı oluşturulan dosya tamamen boş olmasına rağmen örgüt yöneticisi olmakla suçlanıyorum. Darbe girişimiyle hiçbir alakam yok ve asla terörü desteklemedim. Sadece onlara kölelik etmeyi reddettiğim için bütün bunlar başıma geliyor.”

Londra’da, el konulan şirketine karşılık on milyar dolar talebiyle Türkiye’ye karşı tahkime başvurma kararı aldı.

Akın İpek, Erdoğan’ın ekonomik tasfiye dalgalarının ilk ve en sembolik mağduru. Fakat bu durumdan tek muzdarip o değil. 2016 yazındaki başarısız darbe girişiminden bu yana, Türkiye’de baskıyla beraber sermaye üzerindeki baskılar da hız kazandı. Küçük işletmelerden büyük holdinglere, binin üzerinde şirkete el kondu ve kayyım atandı.

Binlerce müteşebbis, müteahhit ve sıradan tüccar hakkında tutuklama kararı çıkarıldı, bir çoğu ev hapsine çarptırıldı, pasaportlarına el konuldu, gözaltına alındı, hatta hapse atıldı. Peki suçları ne? Hepsi 1999’dan beri ABD’de sürgünde yaşayan ve uzun süre boyunca Erdoğan’ın stratejik müttefiki olmuş seksen yaşındaki imam Fethullah Gülen’in hareketine üye olmakla suçlanıyor.

Son derece etkin olan Gülen Cemaati, Erdoğan iktidarının temel taşlarından biriydi, yöneticilerini hükümetinin hizmetine vermiş ve devletin tüm önemli kurumlarındaki nüfuzundan istifade ettirmişti.

Türkiye ekonomisinin hızla büyüdüğü yıllarda cemaatin oynadığı rol önemliydi. Gülen hareketine bağlı ve bünyesinde 55 bin farklı şirket barındıran TÜSKON (Türkiye İşadamları ve Sanayicileri Konfederasyonu) üyeleri Erdoğan’a tüm yurtdışı ziyaretlerinde eşlik ediyor ve Türkiye’nin yeni fethettiği pazarlardan hiç de azımsanamayacak paylar elde ediyorlardı.

Bugün hepsi “terör örgütüne finansal destek” vermekle suçlanıyor. TÜSKON’un Brüksel’e sığınmış ve isminin açıklanmamasını tercih eden yöneticilerinden biri durumu şöyle özetliyor:

“Bu durum tüm ekonomiyi etkiliyor. Yaklaşık on bin TÜSKON üyesi yurtdışına kaçmak ve işlerini terketmek zorunda kaldı. El konmuş şirket ve mal varlıklarının toplam değeri en az 50 ila 60 milyar dolara tekabül ediyor. Dev bir mülksüzleştirme hareketi söz konusu. Aynen 1915’te Ermenilere yapıldığı gibi belli bir kesimin mal varlığı başka bir kesime aktarılarak yeni bir oligarşi yaratılmaya çalışılıyor.”

Sürgünde bulunan bir başka Türkiyeli işadamına göreyse bu “kitabına uydurulan bir yağma, terörle mücadele kılıfı her şeyi meşru kılıyor.”

Bu yeni ekonomik düzen zaten zorda olan Türkiye ekonomisinin temellerini iyice kırılganlaştırabilir. “Gülenci” işadamı sözlerini şöyle sürdürüyor:

Türkiye’de kara listede yer alan, mal varlığını satması yasaklanmış yaklaşık 300 bin kişi var. Bu ekonomi için çok büyük bir kayıp. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise “teröristlerin yuvalarını yıkma” ve “tüm finansal desteklerini kurutma” vaadinde bulunuyor. Türkiye elit ve beyaz yakalı nüfusu açısından tam manasıyla büyük bir kan kaybı yaşıyor. Geçtiğimiz iki yıl içinde en az 13 bin milyoner ülkeyi terk etti.

Bu baskı ortamı karşısında diz çökmek zorunda kalanlar arasında ülkenin bazı en ünlü şirketleri de bulunuyor. Baklava imparatoru olarak bilinen ve Güllüoğlu markasının sahibi Faruk Güllü bunlardan biri. İstanbul havaalındaki free shop’larda bile bulunan dükkânlarında her gün binlerce tatlı satılıyor. Fakat o da bu tasfiye sürecinin kurbanlarından ve 2016 eylülünden beri cezaevinde tutuklu. Yakını olan bir iş adamı Güllü’nün durumunu şöyle açıklıyor:

“Devlet temsilcileri birçok kişiye yaptıkları gibi onu da dolandırdı. Hakkında açılan soruşturmanın düşürülmesi için 100 milyon TL ödettiler. Fakat yine de tutuklandı ve hapse atıldı. Şimdi de büyük kârlar elde eden şirketi iktidara yakın birilerinin eline geçecek.”

ABD ve Kanada’ya 40 milyon dolar para kaçırmakla suçlanan inşaat sektörü devi Akfa Holding ile ülke çapında 6 bin 300 mağazası olan süpermarket zinciri A101’in de akıbeti aynı oldu. Belli başlı dünya markalarının taşeronluğunu da yapan birçok tekstil sanayii şirketine de yine aynı şekilde el kondu. Çok sayıda örnekten biri de fabrikalarında yaklaşık 15 bin işçi çalıştıran Nurettin Eroğlu. Eroğlu Gülen cemaatine finansal destek verme suçuyla hapse atıldı.

İktidar tarafından iş dünyasına açılan bu savaş ister istemez Türkiye’nin ekonomisi üzerinde ciddi sonuçlar doğuruyor. Gittikçe yükselen enflasyon (son on iki ayda en az yüzde 13 oranında), devalüasyona uğrayan para (2014’teki değerinin yüzde 56’sına düşmüş durumda) ve hızla artan borçlar istikrarsız bir süreç doğurdu.

Salt kredi sistemiyle girişilen dev altyapı projeleri ve yatırımcıların git gide azalması ekonomiyi son derece hassas bir noktaya getirdi. Bazı şehirler son iki yılda bunun bedelini hayli ağır bir şekilde ödedi ve yerel ekonomiler tasfiyeler sebebiyle tamamen istikrarını kaybetmiş vaziyette.

Bunların en önemlileri 2000’li yılların ekonomik yükselişinden yararlanan ve Gümrük Birliği sayesinde AB ülkelerine büyük çapta ithalat yaparak çıkış yaşayan “Anadolu Kaplanları” olarak anılan Anadolu’nun sanayileşmiş şehirleri.

Kayseri de bu şehirlerden biriydi. Ağırlıklı olarak dindar ve ticarete yatkın bir nüfusa sahip olan şehir kısa sürede yeni bir muhafazakâr girişimci sınıfın doğuşuna tanık oldu. Bu Anadolulu işadamları Erdoğan’ın en sadık destekçilerini oluşturuyordu.

Bugünse kaplanın kafese kapatıldığını söyleyebiliriz. Kayseri artık bir model teşkil etmiyor. Yarım asırdır şehrin önde gelen şirketlerinden birini yöneten Boydak ailesinin altı üyesi cezaevinde. Üç kardeş Hacı, Memduh ve Bekir de geçtiğimiz şubat ayında “terör örgütünü finanse etmek” suçlamasıyla tutuklandılar.

Bünyesinde 38 şirket (enerji, mobilya, banka, elektrik kablosu) barındıran ve 13 bin işçi çalıştıran holdingleri 2016 yılında iki milyar dolar gelir elde etmiş ve aynı yıl kayyıma devredilmişti. Boydak, Gülen cemaatine bağlı ve devlet tarafından 2015 yılında el konan Bank Asya’ya para yatırmakla suçlanıyordu.

Ege Bölgesi’nin en önemli şehri İzmir’de kayyım kontrolüne geçen şirket sayısı elliyi bulmuş durumda. Bunlardan biri de buzdolabı üreten ve en büyük müşterisi Coca-Cola olan Uğur  Soğutma. Bir diğeri ise Altınay kardeşlere ait altı adet giyim mağazası*.

Kardeşlerin büyüğü 2016’dan beri tutuklu. Ülke dışına çıkarak Almanya’ya sığınmayı başaran küçük kardeş Osman Türkiye’den kaçışını anlatıyor. Birçok kişi gibi onun hayatında da 2016 yazı bir dönüm noktası olmuş. Küçük bir yerel işadamları örgütünün yöneticiliği suçlamasıyla hakkında tutuklama kararı çıkarılmasının ardından dikkat çekmeden sınırı geçmeyi başarmış:

“Jandarma beni aramak için köye geldi. Babamı tutukladılar. Bense ülkenin öteki ucundan, Irak sınırından çıkarak kurtuldum.”

40 yaşındaki  Osman Altınay bugün Almanya’nın Ruhr bölgesinde yaşıyor. Sahip oldukları altı mağaza devlet eliyle başkalarına verilmiş. Kendilerine yönelik tehditler ve çıkarılan yurtdışına çıkış yasağı karşısında eşi ve üç çocuğu da birkaç ay sonra kaçak olarak Yunanistan sınırını geçerek ülkeyi terketmiş.

Göçmenlerin gayet iyi bildiği bu güzergâh artık baskıdan kaçan Türklerin de mecburi yolu olmuş durumda. Yaşadığı şokun etkisinden hâlâ kurtulamamış olan Altınay sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Meriç Irmağı’nı şişme botla geçmişler. Bunu yapmayı denerken boğularak can veren birçok kişi var.”

Osman’ın şu an Almanya’da seyahat etmek için gerekli belgeleri var var ve yalnızca ailesinin değil, Gülen hareketinin de desteğine sahip olduğunu biliyor. Almanya Türkiye’deki baskı ve tasfiye sürecinden kaçan onun gibi yüzlerce aileyi ağırlıyor. Oktay da bir çoğu gibi 2016 yazında, tutuklanacak “Gülencileri” kapsayan ilk listelerin yayınlanmasının ardından Almanya’ya gitmiş. Sahip olduğu hastane malzemeleri üreten şirket bir anda el konularak “iktidar partisine yakın kişilere” aktarılmış:

“Her yıl üç ila dört milyon dolar gelir elde ediyor, ABD, Fransa ve Afrika’yla ticaret yapıyordum. Ancak, iki yıl önce her şey aniden durduruldu. Para transferi yapmam bile yasak. Eğer adınız ‘paralel yapı’ listesinde geçiyorsa hesaplarınız donduruluyor. Her şeye sıfırdan başlamak zorundayım.”

Sık sık Kafkaesk senaryolarla karşılaşıyoruz. Osman şöyle anlatıyor:

“Eğer kredi kullanmışsanız, geri ödemesini sizden talep etmeye devam ediyorlar. Benim arabama ve arabamın kredisini ödediğim banka hesabıma el koydular. Fakat krediyi ödemeye devam etmem isteniyor.”

Köln şehrinin banliyösünde, Türk gıda ürünleri imalatı yapan bir işadamı bizi deposunda ağırlıyor. O da Gülen Cemaati kapsamında yürüttüğü işler dolayısıyla tutuklanma korkusuyla 2016’nın temmuz ayında Almanya’ya sığınmış:

“2013 aralık ayında Erdoğan’ın yakınlarının karıştığı yolsuzlukların ortaya çıkarılmasıyla başlayan tasfiyeler kapsamında vergi sorgulamaları, kontroller ve çeşitli baskılar mevcut. Bankadan kredi almanız çok zor.”

Gerçek adının açıklanmasını istemeyen Yusuf* Türkiye genelinde 800 restoranlık bir fast-food zinciri işletiyor. Restoranlarının hepsi halen faaliyette.  “Dikkat çekmemeye özen gösteriyoruz. Hiç reklam vermiyoruz. Ortaklarımdan biri cezaevinde, bir diğeriyse benim gibi yurtdışına kaçtı. Almanya’da en azından bize insan muamelesi yapılıyor. Türkiye’de adalet diye bir şey kalmadı” diye açıklıyor.

Gülen cemaatine bağlı ve tasfiyelerin mağduru olmuş isimlerin çoğu konuşmaya ve gerçek isimlerini vermeye çekiniyor; sürgünde olanlar dahi. Zira Türkiye’de geride kalan ailelerinin ve yakınlarının tutuklanıp teslim olmaları için “rehin” olarak kullanılmasından çekiniyorlar.

Yurtdışında yaşayan Gülen cemaati üyeleri ayrıca MİT’in tehdidi altındalar. Recep Tayyip Erdoğan’ın yakın korumalığını da üstlenen MİT ajanları dünyanın dört bir yanında hükümet muhaliflerine karşı şaşırtıcı operasyonlar yürütüyor.

Hükümetin kendi itirafına göre, son iki yılda 80’in üzerinde Türkiye vatandaşı bulundukları ülkelerden kaçırılarak zorla Türkiye’ye getirildi. Avrupa’nın göbeğinde düzenlenen yine böylesi bir operasyon son anda engellendi.

Gülen’e yakınlığıyla bilinen Türkiye ve İsviçre vatandaşı bir işadamının kaçırılma teşebbüsü mart ayında İsviçre basınına yansıdı. Habere göre, Bern’deki Türkiye elçiliğinde çalışan iki yüksek rütbeli diplomat ve MİT ajanları Zürih civarında bir mezarlıkta buluşarak planlarını hazırlamışlardı.

Fakat İsviçre karşı istihbaratının takibinde olduklarının farkında değildiler ve planları başarısız oldu. Ancak, tüm Avrupa’da Türkiye’den kaçmayı başarmış Fethullah Gülen cemaati üyeleri hâlâ Erdoğan’ın demir yumruğunun tehdidi altında yaşamayı sürdürüyor.

Sayılarla “tasfiyeler”: Cumhurbaşkanı Erdoğan 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünü “Allah’ın bir lütfu” olarak nitelendirmişti. O günden bu yana OHAL koşullarında yaşayan Türkiye’deki baskı rejimi baş döndürücü bir hale vardı.

160 binden fazla memur işten çıkarıldı, 80 bin kişi tutuklandı ve bunun iki katı kadar kişi hakkında soruşturmalar açıldı.

180 medya kuruluşu kapatıldı. Yargıtay başkanı 2017 sonunda Türkiye’deki muhtemel şüpheli sayısının 7 milyon kişi olduğunu açıkladı!

Bu büyük tasfiye dalgası birçok kurumu işleyemez hale getirdi. Yüzlerce okul ve üniversite kapatıldı. 5 binin üzerinde öğretmen ve akademisyen işinden oldu.

Benzer bir “temizlik” polis, yargı ve orduda da yaşandı. 4 bin 500 yargıç ve savcı, yani toplam sayının dörtte birden fazlası, 325 general ve amiralin yüzde 40’ı ve kurmay subayların yüzde 75’i kovuldu.
21 Haziran 2018 11:44
DİĞER HABERLER