Önemli bir iş adamının bizzat şahit olduğu bir olayı nakledeceğim. Olayın muhatapları, yalanı yanlışı varsa çıkıp söylesinler. Yurt dışı gezilerinden birinde uçak tıklım tıklım. Büyük çoğunluğu iş adamı. Kalanı bürokrat. Bir de yayın yönetmenleri.
Olay şu: Uçakta tek tek herkesin elini sıkan Erdoğan genel yayın yönetmenlerine ulaştığında doğrudan lafa girer: ‘Yolda dört saat boyunca madenler üzerine çalıştım.’ Herkes şoke olmuştur o anda. Aniden ortaya atılan madencilik mevzuunun yayın yönetmenleri ile ne alakası olabilir? Ben de bunu sordum iş adamına. Gülerek anlatmaya devam etti.
‘Yayın yönetmenlerinin kim olduğunu söylesem sen de bana hak verirsin.’ Ne yalan söyleyeyim; hiç bir sebep bana ülkenin Başbakanı ile gazete yöneticilerin arasında geçebilecek bir maden muhabbetini çağrıştırmadı. İsimleri tak tak sıraladı.
Meğer Haber Türk yöneticisi Fatih Altaylı ve Bugün yöneticisi Erhan Başyurt’tan bahsediyormuş. ‘Ne olmuş yani?’ deyip iki meslektaşıma sahip çıkmak istedim. İş adamı kahkahayı bastı. ‘Yahu birinin patronu kömür madeni işletmecisi Turgay Ciner; diğerininki altın madeni işletmecisi Akın İpek.’ Başbakanın özel ilgisi? Gerçekten de düşündürücü!
Adam gülümsemesini kesmeden, ‘Bizzat duydum konuşma şöyle devam etti: Çok yanlış ruhsatlar vermişiz. Türkiye’ye döndükten sonra bazı ruhsatları gözden geçireceğiz.’ Tehdit mi, şantaj mı, bilgilendirme mi?..
‘Bu gazeteci arkadaşlar bi şey dememiş mi?’ diye çıkıştım. Dememişler. Diyememişler. Ama üzülmüşler. Dahası da varmış. Madencilik üzerine sert konuşmanın hemen ardından, o günlerde Doğan Grubu’nun kilit yöneticisi ve Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu’na ‘Sen öne bir gel; konuşalım.’ demiş. Sonrasını bilmiyor adam.
Tam ‘Haydi canım, abartıyorsun. İtiraz etmişlerdir.’ diyecektim ki ‘Boşuna heveslenme. Yönetmenlerin bir suçu yok; patronları ile ilgili bir konu olduğu için bir şey deme durumunda da değiller. O günkü durumdan en rahatsız olan bir başka yayın yönetmeniydi ama onu söylemem; sen bul. Şahitleri orada. İşte ipucu: O gün ‘Artık açıktan açığa tehdit mi ediliyoruz!’ diye en üst düzey bürokrata sitem eden biri, sonraki günlerde kara listeye alındı…
Aslında iş adamının bildiği uçakta rastladığı diyalogdan ibaret değilmiş. Dedi ki ‘Valla bir dönem Şenol Bey’den randevu alabilmek için benim gibi bütün iş adamları kuyruğa girdi, perişan oldu.’
Şenol Bey? Devlet ajansının başında oturan kişi bir dönem maden ve enerji ruhsatlarını takip ediyormuş. Eskiden enerji bakanlığı bünyesinde bulunan heyetlerin raporları ile resmi işlemler yapılırken sonra bütün yetkiler Başbakan’a verilmiş. Şenol Bey de çantasında o evrakı taşımaktaymış. Şenol Bey’in Bilal’in okul arkadaşı olması, bir yayın grubunda düşük profilli bir iş yapmasına rağmen gazetecilikten anlamaması, 17 Aralık tapelerinde ‘Acil kasa ayarla’ lafıyla hatırlanması vs. iş adamının umurunda değildi; onun içerlediği şey Erdoğan nereye gitse madencilik ve enerji işinin de oraya taşınıyor olması ve bildik, tanıdık, akraba mevzularının derinden derine etkin rol oynaması. Bu nedenle kabine listesinde Damat Berat’ın ismini görünce çok üzülmüş. Teselli ettim ama dinlemedi: ‘Böyle bir şey, modern bir ülkede olur mu!’ diye çıkıştı. Bir de kitap tavsiye etti: Potus ve Beyefendi. Yazarı Tolga Tanış, Hürriyet’in Washington Temsilcisi. Araştırmanın Doğan Kitap’ta çıktığını, kitaptaki korkunç iddiaların Cumhuriyet’te manşet olduğunu hatırlattı. Kuzey Irak petrollerinin hangi paravan şirketlerle nasıl taşındığını ve kişisel zenginliklere neden olduğunu anlatıyormuş kitap. İlginç…
Nereden mi geldi aklıma enerji ve maden konuları. Bilmem; meydanlarda en ağır hakaretlere maruz bırakılan İsrail ile şimdilerde anlaşmaya varmamızın; hatta kavgalı görünürken bile yakınlar üzerinden gemilerin ve enerjinin akıp gitmesi ile bir alakası var mı dersiniz? Onu da siz bulun…