Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın görevleri arasına "Hazine'nin Cumhurbaşkanı kararıyla yurt içindeki ya da yurt dışındaki şirketlere iştirak etmesini sağlamak" da eklendi. Peki, bu ne anlama geliyor?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın yetkileri üzerinde yapılan yeni düzenleme, "Hükümete yakın batık şirketlere kurtarma operasyonu mu yapılacak?" sorusunu gündeme getirdi.
DW Türkçe’ye konuşan uzmanlar, bazı şirketlerin kurtarılması şart olsa da, bu şirketlerin nasıl seçileceği konusunda şeffaf olunması gerektiği görüşünde birleşiyor.
Çarşamba günü Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 'Bazı Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi' ile Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın görevleri arasına "Hazine'nin Cumhurbaşkanı kararıyla yurt içindeki ya da yurt dışındaki şirketlere iştirak etmesini sağlamak" da eklendi. Böylelikle bundan sonra Hazine ve Maliye Bakanlığı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın onayıyla istediği şirketlere ortak olabilecek.
Kararname ile ayrıca Hazine ve Maliye Bakanlığı’na "Finansal piyasalara ilişkin yurt içi ve yurt dışı gelişmeleri izlemek, değerlendirmek, finansal sektörü geliştirici ve finansal istikrarı güçlendirici çalışmalar yapmak" ile "sigortacılık ve özel emeklilik sistemine ilişkin faaliyetleri düzenlemek, uygulamak, uygulamayı izlemek, denetimini yürütmek ve geliştirilmesine ilişkin esasları tespit etmek" görevleri de verildi.
Bakanlık: Şirket kurtarma yok
Özellikle sosyal medyada pek çok ekonomist, kararname ile kamu kaynaklarının başta inşaat ve enerji alanlarındakiler olmak üzere Erdoğan’a yakın şirketlerin borçları için kullanılacağı iddiasını dile getirdi. Tartışmanın alevlenmesi sonrasında yazılı bir açıklama yapan Hazine ve Maliye Bakanlığı ise, iştirak konusundaki düzenlemenin herhangi bir şirketin kurtarılması amacı taşımadığını öne sürdü.
Ancak, Hazine’den yapılan açıklama kafalardaki soru işaretlerini gidermiş değil. DW Türkçe’ye konuşan bir banka yöneticisi, "Varlık Fonu ölü doğduğu için, şirketler için yeni bir kaynak yaratılmaya çalışılıyor" görüşünü dile getiriyor.
2016 yılında Başbakanlık’a bağlı olarak "stratejik yatırımları finanse etmek" amacıyla kurulan Türkiye Varlık Fonu’na aralarında Ziraat Bankası, BOTAŞ, TPAO, PTT, Borsa İstanbul gibi kurumların hisseleri devredilmişti. Varlık Fonu, başkanlık sistemine geçiş sonrasında, Eylül 2018’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bağlanmıştı.
"Hazine yetkileri Erdoğan’a devredildi"
Devletin zor durumdaki şirketlere yönelik olarak bir kurtarma planı hazırlamasının ya da Varlık Fonu tarzında çözümler geliştirilmesinin dünyanın pek çok ülkesinde uygulanan yöntemler olduğunu dile getiren banka yöneticisi, "Ancak Türkiye’de Hazine’nin doğrudan şirketlere ortak olması gibi bir uygulamaya alışık değiliz. Öte yandan kararnamenin ayrıntılarına baktığımızda, Hazine’ye ait pek çok yetkinin de doğrudan Cumhurbaşkanına bağlandığını görüyoruz" diye konuşuyor.
Kararnameye yönelik eleştirilerin merkezinde, kamu kaynaklarının hükümete yakın borçlu şirketlerin kurtarılmasında kullanılacağına dair endişeler var. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun (BDDK) 2019 Mayıs ayı raporuna göre sektörel borçlulukta kritik seviyeye ulaşmış iki sektör bulunuyor. Bu sektörler özellikle AKP döneminde yıldızı parlayan inşaat ve enerji sektörleri.
İnşaat ve enerjide batık krediler artıyor
Son 15 yılda yurtdışından düşük faizle borçlanarak yatırım maliyetlerini karşılama yolunu seçen bu iki sektördeki pek çok dev şirket, ağır bir borç yükü altında zor günler geçiriyor. Özellikle son 1 yılda döviz kurlarında yaşanan sıçrama, şirketleri iflas noktasına getirmiş durumda.
BBDK verilerine göre, inşaat sektörünün 238 milyar TL nakdi kredi borcu bulunuyor. Sektördeki 'batık kredi' miktarı ise 15 milyar liraya ulaşmış durumda. Elektrik, gaz, su üretim ve dağıtım olarak ayrılan enerji sektörünün ise 208 milyar TL nakdi kredi borcu ve yaklaşık 12 milyar liralık 'batık kredi'si bulunuyor.
"Atılan adımlar kafa karıştırıyor"
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) İşletme Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Öner Günçavdı, DW Türkçe’ye yaptığı açıklamada, Türkiye ekonomisinin şu anda yaşadığı krizin en önemli nedenlerinin başında şirketlerin borç problemi olduğunu söylüyor.
Daha önce bankacılık odaklı krizler yaşayan Türkiye’nin ilk kez özel sektör odaklı bir kriz sarmalına girdiğine işaret eden Prof. Günçavdı, "Elbette bu sorunlu şirketler için bir önlem alınması gerekiyor. Fakat bu operasyonun yalnızca siyasilere bırakılmaması gerekiyor. Örneğin 2001 krizinde İstanbul Yaklaşımı adıyla böyle bir kurtarma operasyonu yapılmıştı. Ama şimdi atılan adımlar biraz kafa karıştırıyor" diye konuşuyor.
Hükümetin özel sektör, bağımsız kurumlar ve bankacılık sektörü ile işbirliği içine girmeden, kendi başına borç problemini çözmek üzere hareket ettiğini ifade eden Günçavdı, "Eğer bazı şirketler kurtarılacaksa, bunlar hangileri olacak? Başarısız şirketler de kurtarılacak mı? Hükümete yakın olanlara öncelik verilecek mi? Açıkçası bu soruların yanıtlarını bilemiyoruz" diyor.
"Şirket destekleri şeffaf ve kurallı olmalı"
Söz konusu kararnamenin pratikte nasıl uygulanacağını beklemek gerektiğini düşünenler de var.
DW Türkçe’ye konuşan Piri Reis Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Erhan Aslanoğlu, düzenlemeyi "ekonomi yönetiminin başkanlık sistemine uyarlanması" olarak yorumluyor.
Prof. Aslanoğlu buna karşın Hazine'nin gerek şirketlere ortak olmasında gerekse finansal piyasalara yönelik 'düzenleyici ve denetleyici' hale gelmesi konusunda belirsiz noktalar olduğunu dile getiriyor. "Bu kararname ile örneğin yüksek teknolojili şirketlerin kurulması veya geliştirilmesi sağlanabilir. Böyle kullanılırsa çok da faydalı olur" diyor. Ancak ekonomist, Hazine’nin şirketleri destekleyeceği süreçlerin çok açık, şeffaf ve net kurallara bağlı olması gerektiğine dikkat çekiyor.