Esat Coşan: "Kuran'ın hakikatı ile alay edilmez. Müslüman, Müslümana cihat açamaz! Ahde vefası olmayanın dini yoktur!"
Yıl, 1990, 26 Mayıs, İstanbul... Gençlerin olduğu bir salonda, İskenderpaşa Cemaatinin lideri Prof. Esad Coşan Hocaefendi, dikkatle dinlenen bir konuşma yapıyor... Lütfen iktidardaki 'Siyasi İslamcı' partinin söylemleri ve eylemlerini gözünüzün önüne getirerek sonuna kadar okuyun:
"Umumiyetle bana diyorlar ki, ‘Partiyi bir müddet desteklediniz, şimdi bir ihtilaftan bahsediliyor, niye?’
Efendim, Hocamıza belli kişiler geldiler, dediler ki; ‘Hocam,böyle böyle şeyler yapalım mı?’ Emir buyurdu, istikamet gösterdi, yapın buyurdu. Ayrıca eleman verdi. Bazı kişiler, ‘Efendim, bana filanca kardeşim şöyle teklifte bulunuyor, ne yapayım? Uygun görür müsünüz, çalışayım mı?’ diye sordular. Onlara ‘Uygundur, çalışın’ diye emir buyurdular. Vazife verdiler. Böylece bizim dergâhımızın bir aksiyonu olarak politik bir çalışma başladı. Hocamız destekledi.
Bu çocukları mahvedecekler!
Öyle zamanlar oldu ki siyasi olaylarda hocamızın ( Zahid Kotku Hz) ikazları oldu, nasihatları, tavsiyeleri oldu. 'Söyleyin şöyle yapsın. Söyleyin onlara böyle yapmasın. Sakın şöyle bir karar çıkartmasınlar. Ama sakın şu olmasın’ tarzında. Bunların da bir kısmına bizzat şahidim. Askeri harekâttan önce hatırlıyorum; ‘Partinin gençlik kollarını söyleyin kapatsın şunlar, bu çocukları mahvedecekler’ dediklerini hatırlıyorum. Evet, ama o zaman meydan şunlara kalır, bunlara kalır. Kapatır mıyız, kapatırsak nice olur halimiz?’ diye itiraz ettiklerini biliyorum. İtiraz edenlerin hepsi sonra hapishanede, ‘medrese-i yusufiye’de biraz zahmet çektiler, üç beş sene kaldılar, hâlâ mahkemeleri devam edenler vardır.
İşte o sırada söz dinleyenler rahat ettiler.
80 harekâtından sonra örfi idare devreleri oldu, çeşitli sıkıntılar oldu, parti yasaklamaları oldu, bu sırada bizim yurtiçinde, dışında partiye muhabbet eden kardeşlerimizle eğitim çalışması olarak, konferans olarak çeşitli faaliyetlerimiz oldu.
O zamanlarda parti bizim bir yan teşebbüsümüzdür, bizim bir parçamızdır, kardeşlerimizin müessesesidir diye o gözle destek olmaktaydık. Hiç kimse ‘Efendim parti bizimdir, sizin değildir’ diye bizi dışlayarak buna girişmez diye düşünüyorduk.
Fakülteden zor izin alırdık, çünkü bir taraftan fakültede görevimiz olduğu için, izin alarak, ‘Falanca zamanda buyurun, filanca toplantı olacak buyurun’ diye rica ederlerdi. Almanya’ya giderdik ve oralardaki toplantılarda bizi öyle bir ünvanlarla takdim ederlerdi ki buradaki takdim solda sıfır kalır. 'Çok büyük mürşit’ filan diye, ‘çok büyük evliyatullahtan’ diye takdim etmeye kalkarlardı. Ben mani olmaya çalışırdım. Merkez merkez, şehir şehir dolaşırdık, şu gruplar gibi kalabalık cami cemaatleri ve yüzlerce insan katılırdı.
Şimdi biz bu kardeşlik duygusuyla, sevgisiyle partinin merkez yönetim kuruluna eleman vererek, başkanlıklarına, başkan yardımcılıklarına, gençlik teşekküllerine eleman vererek böyle devam ediyor idik. Bu tavır bir zaman sonra bariz bir değişikliğe uğradı, parti yönetimi ve teşkilatlarında bize karşı bir tavır başladı. Üç sene önceden, dört sene önceden, beş, altı sene önceden bir tavır başladı.
Tarihi, tasavvufu bilmiyorlar, cahiller!
Nasıl bir tavır başladı? Bizim dergimizin nasıl çalıştığını biliyorsunuz, neden yazdığımı biliyorsunuz, beğeniyorsunuz veya efendim okuyorsunuz, alıyorsunuz. Biz bu dergileri şu bakımdan çıkartmıştık, örfi idare var, ben İskender Paşa’da konuşuyorum. Ankara’da konuşma iznim var, muhtelif yerlerde izinler alabilmişim, konuşuyorum ama yasaklanabilir. ‘Sen Diyanet’e bağlı bir kimse değilsin. Emeklisin konuşamazsın diyebilirler. Onun için ben ihvanıma, yani kardeşlerime, ahiret yoldaşlarıma ulaşabileyim, mesajımı iletebileyim, mektuplaşabileyim diye çıkartıyorum bu dergileri. Dergimizden istifade ediyor ama dergiler bizim dergilerimiz değil, abone olmak yok, abone olmaya engel var.
Bizim vakfımızdan bazı kimseler kazara bir tüccarın yanına gitmişler üç dört sene önce, biz demişler, ‘Hak-Yol için, talebeler için para topluyoruz, siz de katılır mısınız? Yardım eder misiniz?’ demişler. Aldıkları cevap, ‘Bizim partiye soracağız, verilen cevaba göre yardım ederiz veya etmeyiz, biz doğrudan doğruya yardım yapamıyoruz’, filan demişler. Sormuşlar partiye, sonra da, ‘Yapamayız’, demişler, ‘Bu vakıf bizim değil’, demişler.
Halbuki Hak-Yol Vakfı’nı rahmetli Hocamız kurmuştu, Hak-Yol Vakfı’nı dışlamışlar, beğenmiyorlar ve yardım yapmıyorlar.
Ama iktibas gazetesi sahibinin ( E. Ö) adamları Almanya’ya gittiği zaman, Almanya’daki mescitlerde para topladıklarını ve buraya geldikleri zaman da radikal Müslüman kardeşlerin, cuma kılmayan, cumayı uygun görmeyen kardeşlerin yurtlarına bu paraların harcandığını biliyorum. Yani biz onlardan geri sayılmışız. Yardım edilmeme durumu var.
Yani vakfımıza karşı tavır, dergilerimize karşı tavır, efendim, benim aciz naçiz şahsıma karşı tavır, kitaplarıma karşı tavır ‘bu kitapları okutmayın’ filan tarzında.
Yani onlardan böyle ikili bir tavır, vakfımıza yardım etmeme, kitaplarımızı, dergilerimizi okutmama ama onlarca imkânlarıyla elemanlarımızdan faydalanma...Böyle bir acayip durum. Uzun zaman belki düzelirler, yanlışlarını anlarlar diye bekledik, dayandık. Sonradan iş daha da keskin bir hale geldi. Partinin eğitim seminerlerinde; Tarikata karşı bir tavır, tasavvufa karşı bir tavır başladı. Hadi benim şahsıma karşı bir tavır olsa bir şey değil ama tasavvufa karşı bir tavır, benim yoluma, müritlerime, benim bağlandığım şeye tavırdır. ‘Tasavvuf da neymiş, şeyhler laf üretmekten başka ne yaparlar?’ Tarihi bilmiyor, tasavvuf tarihini bilmiyorlar. Cahiller.
Dini gerçeklerle alay edilmez!
Vahdet Gazetesi'nden bir kardeşimiz geldi... ‘Hocam ne dersiniz Müslüman’lar bir şûra kurmalı mı?’ diye bir soruyla başladı. Dedim, ‘Öyle şey olmaz, bu benim şahsıma bağlı bir şey değil. Bu Kuran-ı Kerim’in ayetin koyduğu bir kural’, dedim.
Sonra bir yazar (gıybet olmasın diye ismini söylemeyeyim) şûra ile ilgili bir yazı yazmış dalga geçmiş. ‘Şimdi bir de İslam şûrası meselesi çıktı, eğitim şûrasından, efendim, spor şûrasından sonra bir de şimdi İslam şûrası modası çıktı.’
Hayır! Bu moda Peygamber efendimizin zamanından yani Kuran-ı Kerim’in modası. Böyle dini gerçeklerle alay edilmez, bunu yapanlar sapıtmış, şaşırmış, dostunu düşmanını ayırt edemeyecek hale gelmiş. Böyle saçma şey olmaz Kuran-ı Kerim hakikatiyle alay edilmez. Böyle kimselerle dostlukla, arkadaşlıkla, ihvanlıkla ilişkim yok. Böyle bir yolla, böyle bir teşkilatla ilişkim yok. Böyle bir kafayla benim ilişkim olamaz.
Bizim uğraşımız Allah rızasını kazanmak. Ne gerekirse yaparız. Susmaksa susmak, konuşmaksa konuşmak, kavgaysa kavga, ölmekse ölmek. Ben Kuran-ı Kerim’e aykırı bir şey söylüyorsam, sünnete aykırı bir şey söylüyorsam yapmayın, ama başkası da söylüyorsa yapmayın, onu da yapmayın. Hesap sorur, ‘niye sen Kuran’daki hakikatle alay ediyorsun?’ diye hesap sorun. Şimdi birçok insan hesap sormadığı için şımarıyor, çünkü bazı insanlar değişiyor, şımarıyor.
Değişen ben değilim. 1990 yılının ocak ayına kadar bütün kusurlarıyla bu kardeşlerimizi destekledim, adam olurlarsa ilerde de desteklerim, doğru yolda giderlerse desteklerim, doğru yolda gitmezlerse babam olsa dinlemem, sizi de dinlemem, doğru bildiğim şeyi yaparım. Bile bile susmak doğru mu? Avrupa’da hoca yok mu? Niye söylemiyorlar? Tek başıma kalabilirim, hiç kimse destek olmayabilir ama ben yanlış gördüğüm şeyi söylerim. Şûra’ya dil uzatmak İslam’i hareket değildir.
Cihat, müslümanla yapılmaz!
‘Cihat yapıyoruz’ diyor. ‘Ben cihat emiriyim’ diyor. Muhterem kardeşlerim şu anda harp var mı Türkiye’de? Var mı, yani harp yok, yani silahlı bir çatışma yok, irşat var, tebliğ var, terbiye var, hakkı söylemek var, çeşitli çalışmalar var. Cihat kâfirlerle olur. Sen cihat yaptın mı kâfirlerle? Afganistan’a gittin mi? Orda düşmana silah attın mı? Mercedeslere kurulup saltanat sürüyorsun, yaptın mı cihadı? Cihat Emiri: Nerde cihat emirliği yaptın? Yapmadın. Sadece nutuk attın. ‘Neler yaptık şu vatan için’ dediği gibi şairin, kimimiz öldük kimimiz nutuk söyledik, sadece nutuk söyledin. Hain de öyle yapıyor. Sen kendini doğru yolda sanabilirsin ama öteki de kendini öyle sanır onun için Şafi mezhebi vardır, onun için Hanefi mezhebi vardır, Maliki mezhebi vardır, Hambeli mezhebi vardır, şu mezhep vardır, bu mezhep vardır ve biz onlara hak mezhep diyoruz.
‘Bana biat etmeyen kendine din arasın’ diyor. Yani insanlıktan mı çıkıyor? Böyle saçma şey olur mu? Sen nesin? Bulunmaz Hint kumaşı mısın ki ben sana itimat etmediğim zaman, kusurlu görmüşüm şey yapmışım.. Ben ne diye sana uyayım? Beğenmiyorum ki metodunu, benim metodum o değil ki! Benim metodum sevgi, kardeşlik, vefa, ahde vefa. Hani nerde ahde vefa? Peygamber efendimiz buyuruyor ki, ‘ahdine vefası olmayanın dini yoktur’ diyor. Hani, nerde ahde vefa? Hani nerde 20-30 yıllık 40 yıllık arkadaşlık? Hani nerde iyiliğe iyilikle mukabele etme? Ben seni 90 yılına kadar desteklemişim, sen benim vakfımı niye desteklemiyorsun? Sen benim kitabımda İslam’a aykırı ne gördün? Kendi keyfine göre bir yol tutturmuş, “Cihat emiriyim’ ne cihadı? Böyle Allah yoluna bir cihat değil ki bu!
Türkiye’nin yüzde doksan dokuzu Müslüman. Niye sağlanamamış birlik ve beraberlik? Biz bunun hatasını görüyoruz. Biz Müslümanların kardeşliğinin tam ifade edilmediğini görüyoruz. Cihat literatürü ifade ediyorlar. Cihat literatüründen coşan gönülleri Müslüman’lar üzerine tevci ediyorlar. Öyle şey olmaz, Cihat Müslümanlarla olmaz, Müslüman Müslüman’la cihat etmez. Biz bunu anlatmaya çalışıyoruz, ‘dervişlik metodunu kullanalım’ diyoruz. ‘Kusuru kendimizde arayalım’ diyoruz. Millet kusuru kendisinde görmüyor. ‘Efendim yüzde doksan dokuz Müslüman hatalı’ diyor. Kendisini destekleyenler tamam, desteklemeyenlere tabir aynen kendisinin ‘patates dininden’ diyor. Alay ediyor yani. Cihadı methediyor, ediyor ondan sonra da ‘En büyük cihat parti sandığında parti müşahidi olmaktır’ diyor. Peki öyleyse, niye reye en çok ihtiyacı olduğu dönemde hem de seni en son seçimde bile desteklemiş dergâhla savaşa kalkıyorsun? Niye benim dergilerime, vakıflarıma, şahsıma savaş açmış durumdasın?
İçtihat edemezsin!
Biraz kusuru kendinde görsen! Biraz söz dinlesen. Şûrayı kabul etmiyor ki adam, ben diyor, emirim diyor. Kendisine bağlı diyor ve ‘Ben de istediğim gibi içtihat ederim’ diyor. Sen içtihat edemezsin, çünkü sen ne ayet bilirsin, ne Arapça bilirsin, ne de içtihatın şartlarından herhangi birine sahipsin, ne de ekseriyetle tasvip görmüş seçilmiş bir insansın. Senin eski yol arkadaşların bile sana kırılmış, senden ayrılmışlar. Sana son ana kadar yardım etmeye çalışmış, yaralarını sarmaya çalışmış insanları bile bile karşına almış, tavır almışsın, nasıl cihat edeceksin? Neyle cihat edeceksin? Ne biçim anlayış! Bu kafayla nereye varırsın?
İslâmî bilmiyorlar, İslam’i doğru uygulamıyorlar, Fanatizme düştüler, yanlış uygulamaya geçtiler. Lütfü Doğan Hoca benim yanıma gelirken, ‘Efendim, zatıâlılerinize hürmetleri var, ellerinizden öpüyor.’ ‘Ben istemem kardeşim, benim elimi ne diye öpüyor, ben öyle bir şey demiyorum, istemiyorum. Ama “ellerinden öperim’ deyip arkasından kuyu kazmak İslam’da yok."
Prof. Esat Coşan Hocaefendi, kuruluş aşamasından itibaren destekledikleri siyasi harekete bu eleştirileri getirmiş ve cemaatin parti ile yollarını ayırmıştı. 28 Şubat ( 1997) sürecinde yurtdışına çıkmak zorunda kalan Coşan Hocaefendi, bir trafik kazasında hayatını kaybetti. ( 2001) "Siyasi İslamcı" parti ise bölündü. İçinden bir grubun kurduğu AKP, iktidar oldu. Prof. Coşan, yolsuzlukları, yalanları, hizmet hareketine zulümleri, fanatizmi, İŞİD ilişkilerini, Ayetlerle alayları, sarayları, gemicikleri, mala mülke çökmeleri ve hele Peygamberimizi küçümseyenleri görse daha neler derdi? Bugün, sohbetlerinde Coşan'ın dile getirdiği Kur'an hakikatlarını kim söylüyor? Nasıl bir linçle karşı karşıya ve Cemaatler neden bu zulme seyirci? Prof Coşan'ın uzun sohbeti, herkese tutulmuş bir ayna? Kim nerede duruyor tepkilere bakılarak anlaşılabilir...
Sitemizi kullanmaya devam
ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz.
Detaylı bilgi almak için Çerez Politikasını ve Gizlilik Politikasını inceleyebilirsiniz.