Eşik gardiyanları 1

Samanyoluhaber.com yazarlarından Safvet Senih'in yeni köşe yazısı 'Eşik gardiyanları 1' başlığını taşıyor.
          Kâinatta, mükemmel en doğru gidişe bir meyil var. Bu meyille âlemin yaratılışı tekâmül kanuna tâbîdir. İnsan ise; kâinat ağacının meyvesi ve parçası olduğundan, insanda da bu mükemmel gidiş meylinden bir terakkî meyli mevcuttur… Yani insan devamlı gelişme, yükselme ve inkişaf etme potansiyeline sahiptir. Doğduğu günden öleceği zamana kadar insana öğrenme ve kendisini geliştirme imkânı verilmiştir.  Onun için insan, hergün bir önceki günden daha iyi, daha bilgili ve tecrübeli olmaya bakmalıdır. Çünkü Efendimiz (S.A.V.) “ İki günü birbirine eşit olan aldanmıştır. ” buyurmuştur. Ama bir noktadan öbür noktaya sıçrarken, insanı bundan alıkoyan eşik gardiyanları vardır. Tembellik, risk almama, tenperverlik, haneperestlik, rahat tutkunluğu gibi eşik atlamayı engelleyen gardiyanlar her zaman için insanın karşısına çıkar. Onun için insan, güvendiği rehberlerin sözlerine realitenin gösterdiği durumlara bakıp hiç çekinmeden sıçramasını bilmelidir. Yoksa gelişme ve yükselme olmaz. Bu hususta diğer kültürlerden bir misâl arz etmek istiyoruz:

              Mojud’un sade bir hayatı vardı. Kariyerine belediyede memur olarak başlamıştı. İşine kendisini adaması karşılığını bulmuş, ölçü ve ayarlar müfettişinin başyardımcısı olarak tayin edilmişti. Herkes bir gün müfettişlik görevine onun tayin edileceğini, bu özenilecek pozisyona, sadece saygınlık değil zenginlik de demek olan bu konuma onun geleceğini düşünüyordu. Onu kıskanan çoktu ama Mojud’da birçok ölçü ve ayarlar müfettişinde görülen açgözlülük yoktu. Başkalarına göre işine bu kadar bağlı olması sadece basit bir alışkanlık meselesiydi.

          Mojud bir gün işe gitmek için bir parktan geçerken uzun, beyaz sakallı bir adam yanına yaklaştı. Parlak, yeşil bir pelerini vardı ve yüzü iyilikle parlıyordu. Mojud’a şöyle dedi: “ Bu kasabada, önünde parlak bir gelecek uzanıyor ama görüyorum ki, sen yine de hayatta bundan fazlası olup olmadığını merak ediyorsun.  Bunu öğrenmek için üç gün sonra benimle nehir kıyısında buluş. ”

          İzin alıp nehir kıyısına gitti. Sakallı ve pelerinli adam onu görünce gülümsedi. “ Talimatlarımı harfiyyen yerine getir. İlk ders şu: Elbiselerini yırt ve nehre atla, belki biri seni kurtarır. ”

          Mojud yüzme bilmemesine rağmen birden bire kendini nehre attı… Ölümle burun burunaydı… Güçlü bir el onu tutup sudan çekti. “ Delirdin mi? Biraz sonra şelâleden düşebilirdin. ”

              Kendisini kurtaran balıkçı ile yeni bir hayata başladı. Güzel günler geçiriyordu ve mutluydu… Ama bir gün o sakallı ve pelerinli adam yine karşısına çıkıp: “ Balıkçıyı terk et, yürü, gereken yapılacak. ” dedi. O’da hiç düşünmeden terk edip gitti. Şehrin surlarından çıktıktan sonra üzerine fazla yük yüklenmiş eşeğiyle uğraşan bir adam, “ İşe ihtiyacın var mı? ” diye sordu. Sonra: “ Bu yükü çiftliğime götürmek için yardıma ihtiyacım var. ” dedi..

          Mojud adama yardım etti ve çiftliğinde çalışmaya başladı. Mutlu günler geçiriyordu ama pelerinli adam yine karşısına çıkıp, “ Şehre dön ve biriktirdiğin paralarla deri ticareti yap. ” dedi. Bunları da hiç itiraz etmeden yapan Mojud’a üç sene sonra, pelerinli tekrar gelip “ Buradan Semerkand’a git ve bir manavın yanında işe gir ” dedi. İtirazsız yine denileni yaptı. Artık Semerkand’da büyük bir bilgelik sergiliyordu. Herkes ondan istifade için o manav dükkânına geliyordu. İrşadları, sözleri, dokunuşları, maddî- mânevî güzelliklere, şifalara vesile oluyordu… “ Öğretmenin kimdi, bunları kimden öğrendin? ” diyenlere, “Söylemesi güç. ” diyordu.

          Evet ilerleyip yükselmek için, eşik gardiyanlarının esaretinden sıyrılıp yükselme rampalarına sıçrayarak atlamamız gerekiyor…    

          Yirmi Sekizinci Lem’a’nın Fihristesini yazan Hafız Ali Ağabeyimiz diyor ki: “Âhir zamanda bütün Kur’an’a muhalefet eden inkâr cereyanına karşı, aynı ism-i Âzamı şefaatçi ve sığınak edinip çürütülmez Kur’an’ın mucizeliğinden gelen Risale-i Nur’un sönmez nuruyla ve susmaz lisanı ile cesaretle mukabele ve mukavemet edip yerin yüzünü yakıp çok çiçekleri kurutan inkâr ateşini, İsm-i Âzam’ın kibriyalı, azametli nuruyla ve İsm-i Rahman ve Rahîm’in şefkatli tecellisinden  kaynayan âb-ı hayat ile söndüren ve yanan yerlerde kuruyan nehir ve bağ çiçeklerine mukabil, dağlarda ve kırlarda semâ yağmuru ve rahmetiyle hararete tahammüllü ve soğukluğun şiddetine dayanıklı çiçekleri yetiştiren Risale-i Nur…” Evet bu hizmet, maddî olarak, Sibirya’nın soğuğundan, Afrika’nın sıcağına  yani eksi 40-50 lerden artı 40-50 lere kadar şiddette her şeye tahammüllü gençleri yetiştirdiği gibi; mânevî olarak da Cehennemî günah sıcaklarından, Nar-ı Cahimin zemherir soğuklarına dayanıklı kardelenler gibi yiğitlerini de yetiştirdi Elhamdüllilah.

          Buna misal olarak Brezilya’ya ilk gidenlerden misaller vermek istiyorum:

          Mustafa Göktepe Bey, önden giden atlılardan, ruhları ve vicdanları her türlü menfiliklere tahammüllü yiğitlerden hatıralar  bahsederken onların nasıl bir imtihan mengenesinden geçtiklerini de ifşâ ediyor…

          Bir tek makaleye sığmayan bu konuya ayrı ayrı makalelerde parça parça ele almaya çalışacağım inşallah…
10 Eylül 2025 10:35
DİĞER HABERLER