Zaman Gazetesi Yazarı Kerim Balcı, Anadolu'da Hizmet hareketine katkısı olan esnafla bir maliye müfettişi arasında geçen diyaloğu köşesine taşıdı.
Olayın Doğuda bir şehide yaşandığını belirten Gazeteci Kerim Balcı, Maliye müfettişinin Hizmet'e yardımda bulunan bir esnafa yüklü miktarda ceza yazdığını ifade etti ve sonrasında yaşanan diyaloğu köşesine taşıdı.
İşte Kerim Balcı'nın dikkat çeken o yazısı:
Zaman abone kampanyası çerçevesinde Anadolu’yu dolaşırken gördüğüm manzara şuydu; Hizmet’e en ufak bir katkısı olan esnaflar yüklü para cezalarıyla cezalandırılıyordu.
Maliye müfettişleri ya insafsızdılar, “Bu cezayı niye yediğinizin farkındasınız, değil mi?” ağzıyla bi daha duymim, yoksa çok daha büyüğü gelir tehditleri savuruyorlardı, ya da insaflı idiler ve “Abim, ben sana yukarıdakileri susturacak bir ceza yazayım. Yoksa ben giderim, yerime gelen çok daha ağır bir ceza yazar?” özürleriyle af diyorlardı.
Eski hastalıkları depreşip, arada biraz da ben nemalanayım diyenler de yok değildi. Yazdıkları fahiş cezaları, bu miktarın onda birini kendisine peşinen öderlerse, sileceklerini teklif edenler mi ararsınız; “bak yazıyorum bak, bi şey yapmazsan gitti güzelim paracıkların” imalarıyla “bakanlar yiyor, bize yoh mi” replikleri yapanlar mı... Hepsi var...
Doğuda bir şehirde, esnafın birinin neredeyse bir yıllık karını ceza olarak yazan müfettiş, Hizmet erlerine yakışır bir “Elhamdülillah” duyunca şaşırmış. “Kızıp, bağırmayacak mısın?” diye sormuş. “Yok,” demiş ağabey; “Devletimizin paraya ihtiyacı var ki seni göndermişler. Moskofa gitmiyor ya, devletimize gidiyor. Helal olsun! Yine lazım olursa yine gel!” “Ya siz delisiniz!” diyerek ayrılmış müfettiş...
Elhamdülillah, delilerimiz çok. Manisa delileri zır deli! Konya delileri uçmuşlar anacım! Hele şu Antep’ten Manisa’yı arayıp, burada verdiğimiz bize yetmedi, biraz da oraya vermek istiyoruz diyen deliler var ya! Allah’ım, gel de deli olma...
Manisa ve Konya’da olan şudur: İktidar, polisleri korkutmayı başaramayacağını anlayınca, esnafa saldırdı. Bunu yaparken de kendi kampının sui ahlakını teşmil ederek taktik belirliyor. Düz mantıkla, “Bizim taraftan kime gelseler darmadağın oluruz?” diye soruyor ve Hizmet esnafını da kendileri gibi telakki ederek oraya vuruyor. Bre gafil, sen herkesi kendin mi sanırsın? Seninkilerin “yandım, bittim” dediği yerde bizimkiler “yaşadık, tarafımız tescillendi” hazzını yaşıyor.
Öyle gördüm. Ege bölgesinde, gençten esnaflarla yemek yiyoruz. Laf döndü dolaştı, ceza miktarlarına geldi. En büyük ceza yazılanı takdir ve saygıyla tanıştırdı diğerleri. Sonra herkes cürmünce ödediği cezaları sıraladı. Sıkılgan biri ise, “İnşallah, yakında bize de gelirler diye bekliyoruz,” deyiverdi. Büyük şairlere nazire yapmak hiç huyum değil, ama yeri geldi, ben de, “Felek bütün esbab-ı cezasın toplasın gelsin, dönersek kahpeyiz millet yolunda bir azimetten...” dedim.
Anlamıyor musunuz, cezalarınız acıtmıyor! Cefalarınız acıtmıyor! Hadi bizi tanımıyorsunuz, Rocky IV’ü de mi seyretmediniz, ey İvan Drago’nun mahdumları?
Biz bir defa insanın alma ihtiyacı kadar verme ihtiyacı olduğunu da keşfettik. Vermenin verdiği hazzın yanında almanın verdiği sevincin hiç bir şey olmadığını yaşayarak öğrendik. Ey alma ve alamazsa çalma şehvetiyle yaşayanlar! Biz yaşatma hazzının karşısında yaşama sevincini hakir görenlerdeniz. Ey rüşvet çarklarını himmet ırmağının yerine koymaya çalışanlar! Biz sizin “onların yaptığının on katını yapacağız” sözünüzü “onların vererek yaptığının on katını çalarak yapacağız” diye okuyoruz. Görülen o ki muhataplarınız da aynı şekilde okuyor ve sizden bir hizmet istemiyorlar...
Çalmanın esirleri vermenin efendilerini ne bilsin!
Ey vermenin efendileri! Madem en ziyade verenlerin vurulduğu bir zamandan geçiyoruz, hepimize en ziyade, ziyade vermek düşer...