[Ethem Çelebi] Sözüm Abdülhamid Han’ı eleştiren Nurculara

Sözüm Abdülhamid Han’ı eleştiren Nurculara
ETHEM ÇELEBİ

Siyasal İslamcıların Üstad Bediüzzaman Hazretleri’ne fırsat buldukça dile getirdikleri ve yer yer de hakaret ve iftiraya vardırdıkları kadim bir eleştirisi var. Bediüzzaman’ın hayatını, duruşunu ve maruz kaldığı iftiralara vakıf olanlar, siyasal İslamcıların bahsettiğim bu eleştirisini hemen anlamıştır. Yazımın başlığından da kolayca anlayacağınız üzere, bilhassa milli görüş ekolünden gelenlerin söz konusu eleştirisi, Üstad Bediüzzaman’ın Sultan İkinci Abdülhamid Han’a olan muhalefeti nedeniyledir.

Ben bugünkü yazımda, AKP’li gazete ve televizyonlarda da ara ara rastladığımız iftiraları üzerinden siyasal İslamcılara cevap verecek değilim. Bediüzzaman Hazretleri’nin duruşu, hayatı, müspet hareket felsefesine dayanan mücadelesi ve de Türkiye’nin istibdat rejimi altında şu an içinde bulunduğu hazin durum, gereken cevabı veriyor. İlaveten bir cevaba hacet yok. Ki yer yer, Üstad’ı savunma adı altında siyasal İslamcılarla kavgaya tutuşup, Abdülhamid Han’la ilgili yakışıksız ifadeler kullanan “Nurcular” da varken, tartışmanın kapağını açmaya hiç gerek yok.

Ben bu yazımda, Abdülhamid Han’ı savunma adı altında Üstad’a saldıran siyasal İslamcılara değil, Üstad’ın Abdülhamid Han’a muhalif olmasının haklılığını ortaya koymaya çalışan “Nurculara” seslenmek istiyorum. Bediüzzaman Hazretleri’nin Abdülhamid Han’a muhalefet etmesinin asli sebebi neydi? Osmanlı çok hızlı bir şekilde çöküşe doğru ilerlemekte, büyük toprak ve insan kayıpları yaşamakta ve devletin idaresi İstanbul’da Abdulhamid Han ve çevresindeki birkaç paşa tarafından yürütülmekteydi.

Şura ve istişare ile karar alma kaidesi işletilemiyordu. Halkın karar alma süreçlerine ve yönetime katılması mümkün olmuyordu. Dolayısıyla ortak akıl işletilemiyor, karar alma süreçlerine ve yönetime katılamayan halklar da bir bir Osmanlı’dan kopuyordu.

Bediüzzaman Hazretleri de başta içinden çıktığı Kürt halkı olmak üzere, tüm İslam toplumlarının Osmanlı’ya aidiyetini güçlendirmek, devletin dağılmasına mani olmak ve Müslümanların ittihadını sağlayabilmek için muazzam gayret sarf etti. Müslümanların elindeki tek bağımsız devlet olan Osmanlı’yı ayakta tutabilmek için şuranın esas olduğu meşrutiyeti elzem gördü.

Arapçada şart kökünden türemiş olan Meşrutiyet, Osmanlı Devleti'nde meclisli saltanat-hilafet anlamında kullanıldı. Daha genel ifadesiyle; meşrutiyet, bir hükümdarın başkanlığı altında parlamento yönetimine dayanan yönetim biçimidir. Bediüzzaman, Osmanlı’yı oluşturan tüm toplumların temsilcilerinin içinde yer aldığı bir Meclisin ve padişahın da bağlı olduğu bir anayasanın Osmanlı’yı kurtarabileceğini düşünüyordu. Zira Sultan Abdülhamid Han gibi fevkalade bir insan bile olsa, tek bir aklın ülkeyi ayağa kaldırması ve huzuru temin etmesi mümkün değildi.

Üstad, Divan-ı Harbi Örfi’de  “Meşrutiyet ve kanun-u esasî işittiğiniz mes’ele ise; hakikî adalet ve meşveret-i şer’iyeden ibarettir. Hüsn-ü telakki ediniz. Muhafazasına çalışınız. Zira, dünyevî saadetimiz meşrutiyettedir. Ve istibdaddan herkesten ziyade biz zarardîdeyiz” diyerek, meşrutiyete ve anayasaya sahip çıkmıştı.

Bediüzzaman'ın şuraya ve meşrutiyete inancı o kadar yüksekti ki, Makedonya dağlarına çıkarak Meşrutiyetin ilanında kilit rol oynayan ve “hürriyet kahramanı” namı verilen Yüzbaşı Resneli Niyazi Bey’e ve İttihat ve Terakki’nin liderlerinden Enver Paşa’ya olan muhabbetini gizlemedi. Enver Paşa da Üstad’a hürmet etti, Birinci Dünya Savaşı sırasında at sırtında yazdırdığı İşaratül-İcaz adlı eseri için kağıt gönderdi ve bu eşsiz tefsirin müftülüklerce dağıtılmasını sağladı.

Aradan yüz yıl geçti, Üstad Bediüzzaman’ın duruşu ile ilgili tartışmalar hala bitmedi. Ki, Üstad o dönemde ortaya koyduğu duruşunda yalnız da değildi. Şimdi Nurcular, Üstad’a saldıran Siyasal İslamcılara cevap vermeye çalışırken, istibdadın ne kadar kötü, meşrutiyetin ve şuranın da ne güzel sistemler olduğunu anlatmaya çalışıyor. Üstelik siyasal İslamcılara karşı bu savunmayı, Erdoğan diktatörlüğüne kayıtsız, şartsız destek verirken yapıyorlar.

Bir yandan Üstad’ın haklılığını, istibdadın kötülüğünü ve şuranın güzelliğini anlatmaya çalışıp, hatta yer yer Abdülhamid Han’a bile çok yakışıksız sözlerle ithamlarda bulunup, diğer yandan Erdoğan diktatörlüğüne destek vermek ne demek? Bu ne yaman çelişkidir Allah aşkına? 

Üstad’a ve duruşuna sahip çıkmak adına, Abdülhamid Han gibi mümtaz bir insana hakarete varan ithamlarda bulunacaksınız; diğer yandan da yolsuzluk, istibdat, hukuksuzluk ve zulüm üzerine inşaa edilen Erdoğan diktatörlüğüne, siyasal İslamcılara taş çıkarır tarzda destek vereceksiniz, payanda olacaksınız! Bu akılalmaz vicdan kabul etmez çelişkiyi ve umarsızlığı içinize nasıl sindirebiliyorsunuz? 

Madem istibdatla, anayasanın ve hukukun olmayışıyla, tek adamlıkla bir sorununuz yoktu, öyleyse neden yıllar yılı, ki çoğu zaman da haksız şekilde Abdülhamid Han’ı eleştirdiniz durdunuz? Bunca zulme, yolsuzluğa, hukuksuzluğa, katliama, hırsızlığa, zorbalığa, yani Erdoğan diktatörlüğüne nasıl destek olabiliyorsunuz? Üstad Bediüzzaman’ın ve elbette Abdülhamid Han’ın yüzüne ötelerde nasıl bakacaksınız? Öyle bir derdiniz var mı, o da başka bir mesele ya; Ben yine de tarihe not düşme sadedinden bu sorumu yöneltmiş olayım size…
 

16 Mayıs 2022 11:28
DİĞER HABERLER