Eğer sahip olduğun tek şey çekiçse, bütün herşeyi çivi olarak görürsün.
Ve de kafasına kafasına vurursun...
Kafes Planının iki numaralısı olarak öne sürülen, Koramiral Kadir Sağdıç’ın ses kaydı internette cirit atıyor.
Ne diyor biliyor musunuz?
“Ordu 20-25 yılda bir, siyasetin elinde yozlaşan düzenin tekrar rayına oturması için müdahale etmek zorundadır... Keşke Lüksemburg ya da Almanya gibi, silahlı kuvvetler olarak sadece dış tehditlerle ilgilenseydik. Ama durum bu değil!”
Ne güzel değil mi?
Eğer doğruysa bu kayıt ve gerçekten de Kadir Amiral’e aitse yazıklar olsun!
Deniz Kuvvetlerinde 41 kişilik bir cunta... Hem suikastler düzenleyecek, hem hükümeti devirecek,hem de halkın Cumhurbaşkanı’nı seçmesini engelleyecekmiş!
Emekli Binbaşı Levent Bektaş’la, Yarbay Ercan Kireçtepe tarafından hazırlanan plan, gayrimüslimleri öldürüp suçu hükümete atmaktan tutun da düşman unsur olarak görülen AK Partinin tasfiyesine, 2012 Cumhurbaşkan’ı seçimlerine müdahale edilmesine değin bir dizi girişimi içeriyor.
Nasıl hasta bir kafadır ki, yetmiş milyon insanı huzursuz, diken üstünde oturtmayı, ülkeyi selamete çıkarmak olarak nitelendirebilir?
Kafes adı verdikleri bu rezillik, ilk aşamasında 2011’e kadar ikitidarı yıpratmak için ekonomik bunalımlar, etnik kökenli itiş kakışlar, suikastler düzenlemenin yol ve yöntemlerini anlatıyor. Ondan sonra sıra geliyor ikinci adıma. Neymiş bu? İktidardan ciddi sayıda milletvekili koparılıyor. Sonra da, yani üçüncü adımda da, muhalefet partilerinin Anayasa’yı değiştirecek çoğunluğa ulaşmasını sağlamak var.
Anayasa değiştirmekle, Cumhurbaşkanı’nı halkın seçmesi engellenecek.
Bakınız, ruhsal bir hastalık vardır: Illusions of Grandeur denir buna. Yani insanın kendini dev aynasında görme hastalığıdır, basite indirgersek. Bu kırk bir kişilik cunta, iddialar doğruysa ve tutuklanırsa eğer, çok ciddi bir ruhsal tedaviden geçmek zorunda. Çünkü gerçekten hasta bu adamlar!
Dahası cahil de. Örneğin, Kadir Amiral, Almanya’yı örnek vermiş, “biz de rönesans ve reformdan geçseydik” demokrasiyi özümserdik demişse hepten şaşırmış! Kaiser’i, Hitler’i çıkaran Almanya demokrasiyi özümsemiş, gariban Türk milleti özümsememiş ha!
Daha yazacak çok şey var ama, yerim bu kadar! Allah tez elden bu kafalardan kurtarsın bizi!
Şimşek dediğin nedir ki!
O gün gökyüzünde şimşekler çakıyordu. Yağmur yağıyordu durmamacasına. Küçük kız her sabah olduğunca annesinin sesiyle uyanmış, kahvaltısını etmiş, okuluna gitmek üzere yola çıkmıştı. Ancak şimşekler öylesine çakıyor, gök öylesine gürlüyordu ki, annenin içini bir endişe kapladı.
Yavrum bu havada korkmasın, diye düşündü, sırtına bir şey geçirdiği gibi yola düştü. Koştu bir süre. Sonra baktı ki kızı az ileride, minik adımlarla yürüyor. Şimşek çaktığı anda da durup gökyüzüne bakıyor ve gülümsüyor. Anne kızın bu davranışına pek bi anlam veremedi. Merak etti. Koşar adım kızının yanına yaklaştı.
“Yavrum hiç korkmadın mı bu havada yalnız yürümekten?” diye sordu.
“Hem ne zaman şimşek çaksa durup, başını göğe çevirip bakıyorsun öyle... Neden?”
“Gülümsüyorum anneciğim. Çünkü Allah Baba fotoğrafımı çekiyor!”
Ya dostlar, yaşamı nasıl algılıyorsak, öyle yaşıyoruz işte.
(Yılmaz Bey’e teşekkürler)
Türkiye Filipinler’e de uzandı
Filipinler Hükümeti ve Moro İslami Kurtuluş Cephesi (MİKC), aralarında devam edip giden sorunları çözmek için Uluslararası Temas Gurubu kurulması amacıyla dört ülkeye, resmen çağrıda bulunmuş. İngiltere, Japonya, Türkiye bu çağrıya olumlu yanıt verirken Suudi Arabistan henüz cevap vermemiş. Şöyle bir beş altı yıl öncesine geri gidin. Ülkelerden biri güvenilir arabulucu istese, arasa Ankara’nın kapısını çalar mıydı? Daha önceleri çalan olmuş mudur? Dışarıdaki bize nasıl bakıyor... İçerideki kana susamışlar nasıl! Resmen akıllara ziyan!
Niye ‘Kayıp gül’e dil uzatırsınız ki!
Serdar Özkan’ın Kayıp Gül adlı romanı, bütün dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de satış rekorları kırdı. Ama kimileri burun kıvırıyor romana. Nedense? Bunlara gülüp geçmek gerek. Aşağılık duygusunun dışa vurumu diyeceksiniz... O kadar!
Kayıp Gül, Doğu’yla Batı arasında kurulmuş bir köprüyü dile getiren, güzel, sevimli, okuduktan sonra insanın yüzünde, gülümsemeyle karışık düşüncenin izlerini de bırakan bir roman. Abuk subuk eleştiri kırıntılarına kulak asmayın; alın, okuyun. Eminim çok beğeneceksiniz.
Sivas katliamını kınamak da ayıp!
Başbakan, yıllardır AK Parti’ye yönelik, “Sivas katliamını kınamıyor bunlar!” savını da ortalıktan kaldırdı bi çırpıda. Sivas’ta analar ağladı, Çorum’da, Başbağlar’da, Gazi Mahallesi’nde diye saydı...
Vay sen misin Sivas’taki katliamı kınayan! Hemen CHP Genel Başkan Yardımcısı Bihlun Tamaylıgil, ortaya çıktı, “Başbakan dün, Sivas’ta Madımak’ı ateşe verenlerin gömleğini taşımaktaydı!” dedi.
Şimdi, Bihlun Hanım, yara kaşımayı seviyor. Onur Bey gibi. Başbakan kalkıyor, barıştan, geçmişdeki yaraların sarılmasından söz ediyor. Bu ülkeye ayakbağı olan her konuyu açık yüreklilikle tartışmayı gündeme getiriyor. Sivas’ta dahil! Aldığı cevap “kamuoyunu aldatıyor... Alevileri yanıltıyor...” falan da filan. Bu lafları bi yana bırakıp, ciddi savlarla çıksanıza ortaya! Hep suçlama, hep işaret parmağınızı havada sallayarak ortalıkta gezinme yerine, masaya oturup sakin sakin bazı sorunları konuşsanız olmuyor mu?
Olmuyor! Çünkü o zaman, konuşacak laf yok. Plan yok. Program yok. Seçenek yok. Sadece her söylenene “hayıııır!!” diye karşı çıkmak var. Bu muhalefet değil ki! Bu mahalle kavgası!