Eyidir Hâkim Bey eyidir…

“Madem biz kadare teslim olup, bu sıkıntıları ‘İşlerin en hayırlısı, zorlu olanıdır.’
SAFVET SENİH 

Isparta’da bir hâkim halka Kur’an okumasını öğreten bir Risale-i Nur talebesini izinsiz Kur’an öğretmekten dolayı sık sık üç aylık hapis cezası veriyordu…  En nihayet hâkim, sekretere, “Kızım yaz artık bir sene hapis…”  dedi. Sonra maznuna dönüp, “Duydun değil mi?  Bir sene hapis!..” dedi. Maznun, “Eyidir hâkim bey eyidir.” deyince “Anlamadın galiba, üç ay değil, tam 12 ay!”  dedi.  “Bunun neresi iyi?” diye ekledi. Maznun, “Şurası eyi hakim Bey: ‘Hapse üç aylık atıyorsun mahkûmlara Kur’an öğretmeye başlıyorum tam işi bitirip hatim indirtecek seviyeye getiriyorum, üç ay bitmiş oluyor, hapisten tahliye olup dışarı çıkıyorum. Kur’an öğretme yarım kalıyor. Şimdi bir sene olunca artık rahat rahat öğretirim” diyor. Çılgına dönen hâkim, “Kızım ver o kağıdı!” diyor. Sonra hırsla verdiği kararı yırtıp, “Defol buradan! Ulan, dışarıda da içeride de belâsın!” diye ekliyor.

Üstad Hazretleri hapishanede, talebelerine yazdığı bir teselli mektubunda diyor ki: “Madem biz kadare teslim olup, bu sıkıntıları ‘İşlerin en hayırlısı, zorlu olanıdır.’ (Aliyyülkârî, el-Masnû) sırrıyla ziyade sevap kazanmak cihetiyle mânevî bir nimet biliyoruz madem geçici, dünyevi musibetlerin sonları ekseriyetle ferahlı ve hayırlı oluyor ve madem hakkalyakîn derecesinde yakînî bir kanaatimiz var ki: Biz böyle bir hakikate hayatımızı vakfetmişiz ki, güneşten  daha parlak ve cennet gibi güzel ve Sadet-i Ebediye gibi şirindir. Elbette biz, bu sıkıntılı haller ile, iftiharla ve Allah’a şükrederek mânevî bir mücâhede yapıyoruz, diye, şikayet etmememiz lâzımdır. Aziz kardeşlerim! Evvel-âhir tavsiyemiz; tesânüdünüzü (dayanışmanızı) muhafaza enaniyet, benlik, rekabetten sakınmak ve itidâl-i dem ve ihtiyattır.” 

“Evet biz bir Cemiyetiz! Öyle bir cemiyetimiz var ki; her asırda üç yüz elli milyon dahil mensupları var ve her gün beş defa namazla o mukaddes cemiyetin prensipleriyle kemâl-i hürmetle alakalarını ve hizmetlerini, gösteriyorlar ve  ‘Müminler birbirleriyle ancak kardeştirler.’ (Hucurat Suresi, 49/10) kudsî programıyla birbirlerinin yardımına dualarıyla ve mânevi kazançlarıyla koşuyorlar.

“İşte biz, bu mukaddes ve muazzam cemiyetin efradındanız. Hususî vazifemiz de Kur’an’ın imanî hakikatlerini tahkîkî bir surette ehl-i imana bildirip onları ve kendimizi ebedî idâmdan ve dâimî, kabirde tek başına hapisten kurtarmaktır. Diğer dünyevî ve siyasî, entrikalı cemiyet ve komitelerle ve bizim itham edilmemize sebep olan cemiyetçilik gibi asılsız ve mânasız gizli cemiyetle hiçbir münasebetimiz yoktur ve tenezzül etmeyiz. (…)

“Madem biz, böyle sarsılmaz ve en yüksek, en büyük ve en ehemmiyetli ve fiyat takdir edilmez derecede kıymettar ve bütün dünyası, canı ve cananı pahasına verilse yine ucuz düşen bir hakikatin uğrunda ve yolunda çalışıyoruz; elbette bütün musibetlere, sıkıntılara ve düşmanlara tam bir metanetle mukabele etmemiz gerektir.

“Hem belki karşımıza aldanmış veya aldatılmış bazı hocalar, şeyhler ve zâhirde muttakiler çıkartılır. Bunlara karşı vahdetimizi, tesânüdümüzü muhafaza edip onlar ile uğraşmamak lâzımdır münakaşa etmemek gerektir.

“Aziz, sıddık kardeşlerim, sizin tesanüdünüze benim ziyade ehemmiyet vermemin sebebi, yalnız bize ve Risale-i Nur’a menfaati için değil, belki tahkiki imanın dairesinde olmayan ve dayanma noktasına ve sarsılmayan bir cemaatin kesin olarak buldukları bir hakikate dayanmaya pek çok muhtaç bulunan avam halktan ehl-i iman için dalalet cereyanlarına karşı yılmaz, çekilmez, bozulmaz, aldatmaz bir merci, bir mürşid, bir hüccet olmak ciheti ile sizin kuvvetli tesânüdünüzü gören kanaat eder ki, bir hakikat var, hiçbir şeye fedâ edilmez, ehl-i dalâlete başını eğmez, mağlup olmaz diye kuvve-i mâneviyesi ve imanı kuvvet bulur, ehl-i dünyaya ve ehl-i sefahate iltihak etmekten  kurtulur.” (On Üçüncü Şua) 
01 Eylül 2022 12:03
DİĞER HABERLER