Yazımı Salı günü öğle saatlerinde yazıyorum. Günlük bir gazetede köşe yazısı yazıyorsanız yazılarınızı bir biçimde güncelle ilişkilendirmek zorundasınız.
Gündem ise belli; YAŞ toplantıları, internet andıcı, yani sivil-asker ilişkileri.
Bir de fenerbahçeli Emre’nin önce Emniyet’ gelmesi, oradan da mahkemeye sevki; spor konularını Cumartesi günleri yazdığım için bu konu bugün yazılmaz.
Asker, TSK konuları ise günlerdir yazdığımız konular, biraz bu çerçevenin dışına çıkmak istiyorum ama Albay Dursun Çiçek’in mahkemedeki itirafı ekranlara yansımış iken bu pek mümkün olamayacak galiba.
Dursun Çiçek internet andıcının gerçek bir belge olduğunu ifade ediyor; bir ordu düşünün ki, bağlı bulunduğu hükümete karşı internet siteleri üzerinden kara propaganda yapıyor.
Bu durum artık benim için sözün bittiği bir nokta; bu aşamadan sonra olsa olsa Milliyet gazetesinden Sayın Melih Aşık andıcın gerçek ama andıç makinasıyla yazıldığını falan söyleyebilir.
Türkiye gerçekten sözün bitebildiği bir ülke; Dışişleri Bakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu da, Suriye’nin Hama kentindeki son katliamı kınarken “zamanlamanın ve yöntemin” çok yanlış olduğunu söylüyor.
Gerçekten sözün bittiği yerdeyiz galiba.
Sonunda ABD’deki borç limiti sorunu konusunda yazmaya niyetleniyorum.
ABD ekonomisi ve kamu borçlanması üzerine bir internet sitesine bakarken, elim (farem) ABD askeri harcamalarına kayıyor, oradan da ABD’nin askeri-ticari ilişkiler içindeki ülkelere ve kaçınılmaz olarak Türkiye’ye.
Ulaştığım noktada F-16 uçaklarıyla ilgili bilgiler var; saat daha henüz erken, gazeteden Sabriye sıkıştırmıyor, ben de F-16’lar hakkında yazılanları okuyorum.
Türkiye’nin, ABD ve İsrail’den sonra dünyanın üçüncü F-16 operatörü olduğunu öğreniyorum; konuya çok hakim olmadığım için bu operatör kavramı üretici anlamına mı geliyor, tam kestiremiyorum.
Türkiye, kendi topraklarında Lockheed Martin lisansıyla F-16 üreten ender ülkelerden biri, doğrusu insanın hoşuna gitmiyor da değil; bütün türk F-16’ların Türk Havacılık Endüstrisi tarafından üretildiğini de okuyorum.
Ancak, biraz aşağıda ne anlama geldiğini pek kestiremediğim bir cümle de okuyorum: Türkiye’de üretilen her F-16 uçağı, Peace Onyx yabancı askeri satışlar projesi çerçevesinde, Türk Hava Kuvvetleri’ne katılmadan önce mutlaka ABD topraklarına gitmek zorunda imişler.
Google’a “F-16 fighting falcons” (F-16 dövüşen şahinler) diye yazın, karşınıza çıkan siteyi tıklayın, Türkiye altbaşlığına girin, benim okuduğumu siz de okuyun.
Tekraren söylüyorum, konunun uzmanı değilim, ama ingilizcem okuduğumu anlamaya yetiyor; Türkiye’de üretilen bir uçağın Hava Kuvvetlerimize neden yabancı askeri satışlar başlığı altında ulaştığını da, cehaletimden, anlamakta zorlanıyorum.
Türkiye’de üretilen F-16’ların Hava Kuvvetlerimize katılmadan önce neden ABD topraklarına ayak basmak zorunda olduğu gerçekten ilginç bir konu; mesele kalite kontrol meselesi olabilir ama bu yöntemin biraz maliyetli olduğunu da düşünüyorum.
Aklıma gelen iki ihtimal daha var; birincisi, ABD’nin bu uçakları bize ihracat yapar gibi ulaştırması, ikincisi ise ABD’de bu uçaklara bizim kontrolümüzü aşan bir ayarlama yapıldığı.
Doğrusu hiç aklıma gelmeyen başka bir neden de olabilir; Hava Kuvvetleri paşalarımız bu soruların cevaplarını muhtemelen biliyordur ama benim gibi askeri-teknik konulara “fransız” biri için internetten gördüğüm doğrusu ilginç bir bilgi.
Havacı paşalarımız Manisa’daki Belvanis çiftliğini tarassut altına alacaklarına bu konuları vergi mükellefleri ile biraz paylaşsalar daha hoş olur kanısındayım.
Şu Genelkurmay bir an önce Milli Savunma Bakanlığı’na bağlansa da, biz de bu soruları dilinden daha iyi anlayacağımız sivil bir bakana sorsak.