Osmanlı padişahlarının gömülmeden önce mumyalandığı iddiasını yalanlayan Mustafa Armağan 'Tarihimiz kimlere emanet!' dedi ve yaşananları anlattı.
Fatih mumyalanmış mıydı?
İçki, şu, bu derken sıra geldi Osmanlı'da mumla mumya aramaya. Güya Osmanlı padişahları gömülmeden önce mumyalanırlarmış.
Kanıt olarak öne sürdükleri de ya bazı vakanüvislerin manasını anlamadıkları sözleri ya da bir sözde 'belge'. Kimi şöhret heveslileri de kapı kapı dolaşıp Fatih'in cenazesini kokuttuğumuzu, bundan büyük rezillik olamayacağını, dahası, ellerinde taş gibi belge olduğunu lodos gibi üfürebiliyorlar. Sizler de soruyorsunuz haklı olarak: Var mı böyle bir şey?
Her şeyden önce böylesine çözümü zor tarih konuları magazinci ağzıyla çözülmez. Olsa olsa kâzip bir şöhret getirir, sonrası fıs! Oturup belgeler üzerinde çalışmaktan başka çözüm yolu yoktur. Ama nerede o sabır bizde! Herkesin gözü maçın skorunda. Hatta maçta bile skor üç ihtimalli iken, burada tek maçlı kupa finali gibi ya galip geleceksiniz ya da yenileceksiniz.
Gelelim mumya meselesine.
Bir kere eski Türkler, mesela Göktürkler ölülerini mumyalamazlardı. Ölen hükümdarların cesetleri aylarca açıkta bekletilir, ceset iyice çürüdükten sonra kemiklerini törenle gömerlerdi. Kültigin Şubat 734'te ölmüş ama Kasım'da gömülmüştü. Aynı şekilde Kasım 734'te ölen Bilge Kağan ise Haziran 735'te gömülmüştü (J.-P. Roux, "Türklerin ve Moğolların Eski Dini", İşaret Y., 1998, s. 214).
İkincisi, Amasya Müzesi'nde veya bazı Konya türbelerinde Selçuklu veya Beylikler dönemine ait bazı mumyalanmış hanedan cesetleri mevcutsa da, padişahlar mumyalanarak gömülmezlerdi.
O zaman haklı olarak 'Kitaplarda rastladığımız 'Sultanın naaşı tahnit edildi' ifadesinden neyi anlamalıyız?' diye soracaksınız. Mütercim Âsım'ın "Kâmus Tercümesi"ne bakıldığında 'tahnit'in Arapçada 'hanut' veya 'hınat' kelimelerinden geldiğini öğreniriz. Bunlar ise güzel kokulu nesnelerden oluşan kokuya tabir edilir ki, ölünün kefeni üzerine saçılır ve tebhir edilir.
Yani 'tahnit', Mısır'daki gibi mumyalama işlemi değildir. Prof. Halil Sahillioğlu'nun dediği gibi, hem koku sürmek, hem de güzel kokulu maddelerle beşer vücudunu çürümekten korumak anlamındadır. Tahnitin yerine göre dereceleri vardır gerçi ama bu hiçbir zaman mumyalama olarak nitelendirilemez. Nitekim Edirne'de vefat eden II. Süleyman'ın cenazesine ilişkin belgeler Başbakanlık Arşivi'ndedir. Cenazesi için satın alınan maddelere baktığımızda bir kısmının güzel kokular olduğunu görürüz: Anber, öd ağacı, abur, kâfur vs.
Kanuni'nin Zigetvar'dan 48 gün sonra getirilen cenazesine tahnitin bir ileri aşaması uygulanmış ve kokuşacak olan iç organları çıkartılmak suretiyle ilaçlanmış, misk, anber, abir sürülerek İstanbul'a kadar bozulmadan dayanması sağlanmıştır. Hatta bir tanığın söylediğine bakarsak, "attar tablası" gibi kokmaktadır. Belirtelim ki, Kanuni'nin daha Zigetvar'dayken iç organları çıkarılmış, kalbi yıkanarak ayrı bir kabın içine konulup diğer organlarıyla birlikte gömülmüş, cenaze özel doktoru Kaysunizade başkanlığındaki bir heyet tarafından yıkanmış, sonra kefenlenip namazı kılınmıştır. O sırada Zigetvar'da bulunmayan Gelibolulu Mustafa Âli ve ondan neredeyse bir asır sonra Evliya Çelebi'nin söylediğinin tersine, Kanuni'nin cesedi 'salamura' yapılmış veya mumyalanmış değildir.