Fehmi Koru neden 'Hayır' diyeceğini yazdı

Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile yakın dostluğu bilinen Fehmi Koru, bugünkü yazısında neden 'Hayır' diyeceğini kaleme aldı. "‘Neden hayır’ gerekçelerimi yazmamı oğlum istedi.. Ben de yazdım.." diyerek yazıya başlayan Fehmi Koru'nun bu yazıyı gerçekten oğlunun isteği üzerine mi yoksa Abdullah Gül'ün isteği üzerine mi yazdığı bilinmiyor.

‘Neden hayır’ gerekçelerimi yazmamı oğlum istedi.. Ben de yazdım..

Bizim Ahmet (Dr. Ahmet Taha Koru) dün gece bana şu notu gönderdi: “Yarın sitendeki yazında hangi maddelerden ve gerekçelerden dolayı anayasa değişikliği paketine karşı olduğunu yazabilir misin?”

Malum yarın 18 maddelik anayasa değişiklik paketini oylamak üzere sandık başına gideceğiz. Değişikliğe en baştan karşı çıkan bendenizin neden ‘Hayır’ oyu kullanacağımı maddeler halinde sizlerle paylaşmamı istiyor Ahmet…

Sitenin yöneticisi olarak da bunu benden istemeye hakkı var.

Ancak sorun şurada: Halen yürürlükte olan ‘parlamenter sistemi’.. yeni adıyla ‘cumhurbaşkanı sistemi’ adı verilen, ama aslında ‘Türk tipi başkanlık sistemi’ olduğunu hepimizin bildiği farklı bir sistemle değiştirmeyi öngören pakete.. o paket içerisinde yer alan maddeler yüzünden karşı değilim ben…

‘Parlamenter sistemi’ daha çok tarihi ve coğrafi sebeplerle Türkiye için daha uygun bulduğumdan sistem değişikliğine karşıyım.

‘Neden hayır?’ sorusuna cevap veren yayınlar

Turgut Özal’dan beri.. bu konu ne zaman ve hangi biçimiyle gündeme taşınsa.. sistemi değiştirmeyi amaçlayan tartışmaların hepsinde yapılmak istenene karşı çıktım…

‘Bize özgü’ olduğu için de değil.. bazılarının sözünü ederken fazlasıyla iştahlandıkları ABD’deki türüne de.. Fransa’ya bakıp “Bizde de yarı-başkanlık sistemi olsun” diyenlere de hep karşı çıktım...

Oylayacağımız anayasa paketinin sağlıklı eleştirilerini merak edenler.. anayasa hukukçusu Prof. Kemal Gözler’in yeni çıkan ‘Elveda Anayasa’ kitabını veya Türk Anayasa Hukuku sitesinde yer alan makalelerini okuyabilir…

Tek tek maddelerle ilgili eleştirileri yazsam Prof. Gözler’den daha ‘bilimsel’ bir katkı sağlayabileceğimi sanmıyorum.

Konuya farklı bir açıdan bakan bir yazı, yine ‘Koru’ soyadlı birinin (henüz doktora çalışmalarının başında.. ekonomist.. Ömer Faruk Koru’nun) imzasıyla OcakMedya sitesinde yayımlandı.

Yazının bütününü okumanızı tavsiye ederim, ama can alıcı iki paragrafını buraya aktarmaktan kendimi alamayacağım:

“Öncelikle Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi ülkenin yarısından çoğunun desteğini alacak başka bir kişinin gelmesini beklemek zor. Dolayısı ile daha sonraki seçimlerde ilk turda birisinin seçilmeme ihtimali yüksek. Böyle bir durumda iki seçenek var, ya partiler anlaşıp bir aday üzerinde yoğunlaşacaklar, ya da her parti kendi adayını gösterecek. İkinci seçenekte ortalama olarak en yüksek oy alan partinin oy oranının yüzde otuzlarda olduğunu düşünürsek ilk turda kimse seçilemeyecek, ve ikinci turda da en iyi ihtimalle yüzde 30 oy almış bir kişi cumhurbaşkanı olacak demektir. Örnek olarak Fransa seçimlerine bakalım. Şu anki cumhurbaşkanının ilk tur oy oranı ne dersiniz: %28. Peki ondan önceki cumhurbaşkanı Sarkozy’nin: %31. Daha önceki cumhurbaşkanlarının durumu da daha iyi değil. Böyle bir durumda aslında yüzde 30 oyla seçilmiş bir cumhurbaşkanı bütün hükümeti tek başına kuracak demektir. İlk durumda, yani partilerin bir adayda anlaştığı durumda, ilk turda yüzde 50 üstüne çıkma ihtimali var, ama bu durumda da kurulacak hükümetin koalisyondan farkı ne olacaktır bilmiyorum. Seçilen cumhurbaşkanının hükümeti kendisini destekleyen partilerden kurması gerekiyor, aksi taktirde halkı kandırmış olacağı için meşruiyeti de tartışmalı olacaktır. Koalisyonların bitip halkın seçtiği hükümet fikri çok güzel de, gerçekte bu olacak mı, soru işareti…

Bu değişikliğin nasıl olacak da bir anda ekonomiyi uçuracağını da anlayabilmiş değilim. Yatırımcılar yönetim şekillerine bakmazlar, nerede yüksek getiri varsa oraya yatırım yapmak isterler. Cumhurbaşkanlığının bize getireceği şey belirsizliği ortadan kaldırması olabilir. Ama zaten Türkiye’de 15 yıldır tek başına iktidar var ve hükümetin en çok vurguladığı nokta da ülkeye getirdiği istikrar. Hiç şüphesiz ki Türkiye bu yıllarda çok gelişti, ama şunu da kabul etmek gerekir ki, son 5 yıldır ekonomik olarak tıkandık. Artık istikrar tek başına yetmiyor, yanında başka şeyler gerekiyor. Dolayısı ile istikrarın devam edeceğini söylemek tek başına ekonominin uçması için yeterli değil.”

Ne dersiniz?

Meclis geleneğimiz köklü

‘Parlamenter sistem’ Türkiye Cumhuriyeti kurulurken bir yerlerden ithal edilmedi. Ülkemizde 1876’dan beri parlamento var; birkaç kez kesintiye uğrasa bile, yaklaşık 150 yıldır Meclis’e göndereceğimiz vekilleri seçmek için sandık başına gidiyoruz.

İstiklâl Savaşı’nı bizzat yürütmüş, bu sebeple hak ettiği ‘Gazi’ unvanına sahip bir Meclis bizimki…

‘Tek adam’ diye anılan Mustafa Kemal Atatürk herhalde isteseydi ‘başkanlık sistemi’ ile yetkilerini pekiştirebilirdi; bunu yapmadı, yapamadı.

Özal’dan bu yana hep konuşuldu ‘sistem değişikliği’.. ancak geniş bir kabul görmediği için konu hiçbir zaman ‘referandum’ safhasına gelemedi.

Ayrıca.. ‘başkanlık sistemi’ ile yönetilen ülkelerin hem tarihi arka-planları, hem de coğrafi yapıları bizden çok farklıdır; sözgelimi iç-savaşlar sonrasında büyük zahmetlerle kurulabilmiş ABD.. herbiri ayrı bayrağa ve parlamentoya sahip 50 ayrı devletin (eyalet) birleşmesinden oluşuyor…

Biz öyle bir ülke miyiz?

Ahmet, sevgili oğlum, ben bu yüzden yarın ‘Hayır’ oyu kullanacağım.

15 Nisan 2017 13:37
DİĞER HABERLER