Gezi sürecinden bu yana açıktan açığa başlayan medyaya baskı ve tasiye dalgaları 17-25 Aralık ve 15 Temmuz sonrası tamamen devlet kontrolü altına alınan bir medya düzenine bıraktı yerini.
Muhalefet, yüzde 90’ı iktidar hegemonyasındaki medyada hekendine yer bulamazken eleştirel tüm seslere de kapalı hemen her yer. Hal böyle olunca iş, doğru haberi sayıları bir elin beş parmağını geçmeyen muhalif basın ve yabancı ajanslardan okumak tek seçenek. Ancak burada da çoğu zaman görüş beyan edenlerin isimleri zarar gelir endişesi ile saklanıyor.
Fehmi Koru, kişisel blogunda duyunca “yok artık” dediği bir olayı paylaşıyor bugün.
Ne zaman yabancı bir medya grubundan gazetecilerle bir araya gelse, ilk sorunun “Söylediklerinizi adınızı vererek yazabilecek miyiz?” olduğunu aktaran Koru, “Onlara ‘Ağzımdan çıkan her şeyi adımı da vererek kullanabilirsiniz’ dediğimde hep ‘Şimdiye kadar konuştuğumuz herkes ‘Söylediklerimi yazarken aman adımı vermeyin’ ricasında bulundu da…’ cevabını işitiyorum” diyor ve ekliyor:
“Yüzümün kızardığını hissettiğim anlar oluyor bu mükâlemenin geçtiği birkaç dakikalık süre.”
Bir süre öncesine kadar iktidara yakın gazetelerde yazılar kaleme alıyordu Koru. Ancak değişen medya düzeni ile tasfiye sürecinden o da nasibini aldı.
Yabancı ajans çalışanları da “Ama işte size de yazdırmıyorlar” argümanı ile karşısına çıkıyormuş Koru’nun.
“Türkiye dışarıya böyle yansımamalı” diyen Koru, “Ülke adına daha beter bir iddiayla önceki gün karşılaştım” ifadesiyle yaşadığı diyaloğu şöyle aktarıyor:
“Ekonomideki rahatsızlıkları konuşurken, birinin ağzından ‘Artık bankaların ve değişik kurumların, görevi ülke ekonomisini yakından izleyip müşterilerine güvenilir tespitlerde bulunan raporlar kaleme almak olan uzmanlarının yazdıklarına da güvenilmiyor’ cümlesinin çıktığını işitince, yakışık almayabilecek daha kestirme bir itiraz nidasını içime gömüp ‘Yok artık, o kadar da değil’ deyiverdim.”
Peki, Koru’ya “Yok artık” dedirten bu beter iddianın perde arkasında neler yaşanmıştı?
İsim verdiği için işinden olan analist örneğinin anlatıldığı ‘Türkiye analistlerini susturan soğuk duş’ haberinde bahis açılıyor bu konudan.
Haberin içinde şöyle bir paragraf yer alıyor:
"İstanbul’daki kamu kuruluşlarından birinde çalışan bir analist, ‘Ne zaman biraz cesurca bir yorum yazacak olsam, amirlerim ve çalışma arkadaşlarım Mert Ülker’in başına geleni hatırlatıyorlar’ dedi ve adının kullanılmasını da istemedi.”
Bir yatırım kurumunda araştırma grubu şefi olan Mert Ülker, bir spekülasyonu raporuna taşıdığı için yıllarca çalıştığı kurumdan kovuluyor.
Koru, haberde isim vermek istemeyen analizin Mert Ülker olayını referans göstermesine dikkat çekerek, “Bu konuyla ilgili haberde bile ‘adını vermek istemeyen biri’ ile karşılaşılıyor” diyor ve şunları söylüyor:
“Hani ben burada ısrarla ‘OHAL kalkmalı, hak ve özgürlükler alanı genişletilmeli, demokrasi konusundaki ayıplar ortadan kaldırılmalı’ türü akıllar veriyorum ve öyle yapılırsa ekonomik olanlar da dahil ciddi sıkıntıların çoğunun kendiliğinden ortadan kalkacağını da söylüyorum ya, onun bir sebebi de dışarıda beliren imaj bozulmasıdır. İmaj bozulunca burada ne söylense, ne yapılsa vaktiyle ülkemize ilgi duymuş ve ilgisini Türkiye reklamı yaparak veya parasını ekonomimizde değerlendirerek göstermiş yabancıları ikna edemez oluyorsunuz.”