''Lenore Martin’le yaptığımız bu görüşmeden sonra yeni fırtınaların peşine düşenler şu anda yaşadığımız “süreç” için ciddi planlar yaptılar. Siyasî güçleri hazırlayıp üzerimize sürdüler. Ama bilmeyerek kaderin yüksek planına destek verdiler."
Fethullah Gülen (Allah Yolunda Bir Ömür)-2
ABDULLAH AYMAZ
Bir önceki yazımda Faruk Mercan Beyin yazdığı “M. Fethullah Gülen, Allah Yolunda Bir Ömür” isimli kitabı tanıtmaya çalışmıştım. Tanıtmaya bu yazımda da devam edeceğim:
“ABD’nin Minnesota eyaleti Rochester kentinde bulunan uluslararası üne sahip bir Tıp Merkezi olan Mayo Clinic’te çalışan Profesör Sait Tarhan 1998 sonbaharında Türkiye’ye geldi. Fethullah Gülen'i ziyaret etti. Gülen’in iki defa kalp anjiyosu olduğunu öğrenince ‘Mayo Clinic'te, gelin sizin bir kontrolünüzü yapalım.’ dedi.
22 Mart 1999’a randevu ayarlandı. Mart ayında Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcısının Gülen hakkında soruşturma açtığına dair haberler çıkmaya başladı. Bunlardan haberdar olan Gülen Amerika’ya gitmekten vazgeçti.
O günlerde durumdan haberdar olan Başbakan Bülent Ecevit Gülen’e telefon açıp ‘Sağlığınız çok önemli… Böyle bir soruşturma olsa bile, lütfen tedavinizi aksatmayın ve ABD’ye gidin.’ dedi. Bu görüşmeden sonra 21 Mart günü Chicago Havaalanına indi. Böylece 20 sene sürecek Pensilvanya hayatı başlamış oldu.
18 Haziran 1999’da Türkiye’de gazete ve televizyonlar Gülen Aleyhinde bir fırtına estirmeye başladılar. Bu fırtınadan bir kaç hafta sonra Boston’daki Harvard Üniversite Öğretim üyesi Prof. Lenore Martin, dört kişilik bir heyetle İstanbul’a gelmişlerdi.
Amerika’da Müthiş Türk diye bilinen ve bir dönem Amerika’nın Başkanı baba Bush’un danışmanlarından olan Ali Rıza Bozkurt onların, sırf bu meseleyi araştırmak için geldiklerini bir vesile ile haber verdi. Hocaefendi'nin talebelerinden Abdullah Aymaz ile görüştüler. Martin, Aymaz’a bir Türkiye uzmanı olarak, bir soru yöneltti. O da şu cevabı verdi:
“Gülen’i mahkum ettirmek isteyenlere göre, Gülen’in üç büyük suçu var: Birincisi 1996’da Fener Rum Patriği Bartholomeos’la görüşmesi. ‘Gülen Bartholomeos’la görüşünce Lozan Antlaşması’nı çiğnedi’ diyorlar.
‘Türkiye Cumhuriyeti’nin Batılı ülkelere tanınmasını sağlayan Lozan Antlaşması’na göre İstanbul’daki Fener Rum Patrikhanesi küçük bir kilise haline dönüşmüşken ve Patrik Bartholomeos sadece İstanbul’daki Rumların dini lideriyken; Gülen Patrik’le görüşünce 300 milyonluk Ortodoks dünyasının dini lideri haline geldi, yani ekümenik oldu’ diyorlar.
Gülen’in ikinci suçu 1998’de Papa’yla görüşmesi. ‘Kendini ne zannedip, hangi hakla Papa’yla görüştü, kendisini İslam dünyasının halifesi olarak mı göstermek istiyor?’ diyorlar. Gülen’in üçüncü suçu, Amerika’yı desteklemesiymiş. Gülen’in bir gazeteciye 1997’de New York’ta verdiği röportajda, ‚‘Amerika hala bu dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adıdır.’ demesini buna delil gösteriyorlar. ”
Bu konuşmanın kitaba girmeyen kısmını aktarmak istiyorum:
“Nevval Sevindi’nin röportajındaki bir soruya Hocaefendi'nin verdiği cevap üzerine ‘Amerikancı’ damgasını vurmuşlardı. Halbuki Hocaefendi ortada herkesin bildiği bir gerçeği ifade ediyordu. Hem o günlerde Hocaefendi demokrasinin kriterlerinin ülkemizde yerleşmesi için Avrupa Birliğine girmemiz gerektiğini söylüyordu. Bu tavsiye elbette onun ‘Avrupacı’ olmasını gerektirmezdi.
Ekümeniklik meselesine gelince, Patrikhaneyi ve Patriği ekümenik yapan Osmanlı idi. Çünkü Sultan Fatih dönemi, Hristiyanlık iki kutuplu idi. Katoliklerin başı Papa idi. Ortodokslar da iki kutuplu idi. İstanbul ve Moskova, ekümenikliği paylaşamıyordu. Fatih’in İstanbul’u fethinden sonra Yunan, Bulgar, Sırp vs. Balkan Ortodoksların hepsi İstanbul’daki Fener Patrikhanesi'ne bağlandı.
Dolayısıyla İstanbul güçlendiği zaman Moskova’nın elinden ekümeniklk alınmış oldu. Fener Patrikleri ekümenik oldular. Bu bir Osmanlı siyaseti idi. Lozan’da Fener Patrikhanesi her ne kadar Eyüp Kaymakamlığı'na bağlanan küçük bir kilise ve Patrik sıradan bir papaz derecesine indirilse bile, dünya bunu kabul etmedi. Amerikan Başkanları İstanbul’a gelince ekümenik olarak Patrikhaneyi ve Patriği ziyaret ederler. Avrupa’daki ileri gelenler İstanbul’a gelince onu ziyaret ederler…
Halife-i Ruy-i Zemin iddiasında gelince, Türkiye’den Kasım Gülek ve önceki Diyanet işleri Başkanlarından Nuri Yılmaz da Papa’yı ziyaret etti, hiçbiri Halife-i Rûy-i Zemin sıfatıyla Papa’yı ziyaret etmiş olmadılar. Zaten Hocaefendinin Papa’ya yazdığı mektubun imzasının üstünde ‘Allah’ın âciz kulu Fethullah Gülen’ ismi yazılı idi; Halife-i Rûy-i Zemin diye bir yazı yoktu. Bunların hepsi bir iftiradan ibaretti.
“Aslında ‘Din Mensupları arasındaki Diyalog’ Gazeteciler ve Yazarlar Vakfının kuruluşundan sonra ortaya çıktı. Bu vakıf da, Türkiye’de laik-antilaik, Türk-Kürt, sağcı-solcu, Alevî-Sünnî, Müslüman-Hıristiyan diye paramparça hale getirilen insanlarını bir araya getirmek, huzur içinde yaşamak için kurulmuştu.
Vatandaşlar arasını açıp provokatörler vasıtasıyla toplumu anarşi ortamına sürükleyen ve bunu bir darbe vesilesi yapanlara karşı Hizmet birleştirici bir HARÇ hizmeti ortaya koyuyordu. Kıbrıs, Karabağ ve Filistin’deki olaylar sıkıntı meydana getiriyordu. Bu diyaloglar vasıtasıyla gerginliklerin önüne geçilmeye sebep oluyordu.
Abant Toplantılarıyla toplumun herkesimi bir araya getirilip ülkemiz için ortak kararlar alınıyordu. Barış köprüleri kuruluyordu. Bu güzel faaliyetler bazı kötü niyetleri fevkalade rahatsız ediyordu. Onun için Haziran Fırtınası estirildi…”
Lenore Martin’le yapılan bu görüşmeden sonra yeni fırtınaların peşine düşenler şu anda yaşadığımız “süreç” için ciddi planlar yaptılar. Siyasî güçleri hazırlayıp üzerimize sürdüler. Ama bilmeyerek KADER’in yüksek planına destek verdiler. Tıpkı Hz. Yusuf Aleyhisselam'ı babasından koparıp kuyuya atanlar, köle diye satanlar ve iftira ile hapse atanlar gibi…
Neyleyelim ki yolun kaderi bu… O zamanın medeniyet merkezi Mısır idi… Bugünün Mısır’ı ise bütün dünya, özellikle Avrupa ve Amerika…