Samanyoluhaber.com yazarı Tarık Burak, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin bazı hatıralarını okuyucularına aktardı
“O cemaatin, telsiz âletlerin ahizeleri hükmünde, dersini bütün dünyaya işittirmek istemesinin işareti ve hakikati ise inşallah tamamen sonra çıkacak. Şimdi fertleri küçük birer çekirdek ise de ileride Cenâb-ı Hakk’ın yardımıyla büyük birer ağaç hükmüne geçer ve birer telsiz telgrafın merkezi olurlar.” (Bediüzzaman S.Nursi, Mektubat, 28. Mektup)
Fethullah Gülen Hocaefendi, uzun bir zamandan beri Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan Türkler’den davet alıyordu. Peygamber Efendimiz Aleyhissalatu vesselamın, gösterdiği hedef istikametinde bütün insanlığa hizmet götürmek gayesinde olan Hocaefendi, dünyanın bu en güçlü ülkesini ve buradaki Türkleri mutlaka tanımalı, etüt etmeliydi. Bu daveti bir sevk-i İlahi kabul ederek 2 Nisan 1992 tarihinde İstanbul’dan kalkan uçakla New York’a gitti. Bu, Hocaefendi’nin Amerika’ya ilk seyahatiydi.
Amerika Birleşik Devletleri’nin 50 eyaletinden Türklerin yoğun yaşadığı 25 eyaletini 35 günde gezerek ziyaret etti. Amerikalılar’la içi içe yaşayan her kesimden Türkler’le, üniversitedeki Türk hocalar ve Türk öğrencilerle görüştü. Bu yerinde ve çok manalı bir seyahatti. Ahirzaman insanının problemlerini yerinde görüyor ve tespit ediyordu.
Türk gençlerinin Amerika’da öğrenim görüp, hem burada gerçek Müslümanlığı yaşantılarıyla sergilemelerini hem oradaki bilgi ve teknolojiye hakim olacak şekilde yetişmelerini arzu ediyordu Hocaefendi. Fransız gazeteci Nicole Pope’a verdiği röportajda:
- Batı Rönesans’ı gerçekleştirirken biz uyukluyorduk, bilim ve teknoloji inkılabını yaparken ise uyuyorduk. Teknoloji ve sanayi devriminin içinde olsaydık, nüansları biz belirleyecektik. Rönesans’ın dışında kalmakla hayatın da dışına itilmiş olduk... Hayatla ilgili oyunları ancak hayatın içinde kalabilenler oynayabilir, diyordu. Ona göre, ilme son derece önem veren inancımızın bu alanda yeni bir uykuya tahammülü yoktu.
Hocaefendi, aynı zamanda geleceğin dünyasında sosyal bilimlerin ön plana çıkacağını belirtiyordu. Dolayısıyla istikbalde en gür sada sevgi ve hoşgörü soluklayan insanların olacaksa her alanın hakkı verilmeliydi.
Bu seyahat çerçevesinde, Ohio eyaletinin Colombus şehrinde 100 kadar Türk öğrenciye bir akşam sohbet etti. Aynı eyaletin Cleveland şehrinde de Türk öğrencilerle görüştü. Hatta burada, Amerikalı kız arkadaşından ayrılmış bir Türk gencinin bunalıma girdiğini ve bileğini kesmeye kalkışarak intihar teşebbüsünde bulunduğunu öğrendi. Hocaefendi, bu Türk öğrenciye özel ilgi gösterdi ve ona dua etti. Bu Türk öğrenciden iyi haberler alana kadar da ilgisini devam ettirdi.
Cleveland’den Kanada’ya geçerek bir gün Kanada’da kaldı. Burada Türklerle görüştü. O gün Niagara Şelalesi’ni de gördü ve namazlarından birini bu şelalenin yanında kıldı.
Bundan sonra tekrar ABD’ye döndü. Hocaefendi, 25 civarındaki ABD eyaletine yaptığı seyahatlerde çoğunlukla karayolunu tercih etti. Bu uzun araba yolculuklarında arabayı durdurup lavabosunu kullandığı benzin istasyonlarında mutlaka küçük de olsa bir alışveriş yapıyordu. Bunu, “Çünkü bu tesisin lavabosundan bedava yararlandık. Bizim de buraya küçük bir katkımız olsun!” ifadesiyle açıklıyordu.
Güney eyaletlerinden biri olan Texas’ın Lubbock şehrinde de bazı Türk öğrenciler vardı. Hocaefendi bu öğrencilerle görüştükten sonra şehrin küçük havaalanına geldiğinde ayakkabısını boyattı. Boyacıya beş dolar olan ücretini verdikten sonra, yanındaki arkadaşına dönüp tebessüm ederek “Ayakkabının kendisi beş dolar etmez” dedi.
Turgut Özal’ı Houston’da Ziyaret Etmesi
Hocaefendi, Amerika’dayken Cumhurbaşkanı Turgut Özal, 24 Nisan 1992 tarihinde Amerika’ya geldi. Sağlık kontrolünde Özal’ın prostat kanseri olduğu anlaşıldı. Bunun üzerine, Turgut Özal, 2 Mayıs 1992’de Houston’da Medhodist Hastanesi’nde ameliyat oldu. Hocaefendi, Özal’ı hastanede ziyaret edip geçmiş olsun dileklerinde bulundu.
Turgut Özal, yurt dışındaki hizmetlerden çok memnundu. Eşi ve doktorunun da bulunduğu hastane odasındaki bu ziyaret sırasında Orta Asya’da açılan Türk kolejlerini öve öve bitiremedi. Hocaefendi’ye:
- Orta Asya’daki bu okullara destek olmaları için Dışişleri bürokratlarına defalarca söyledim, ama bazıları bu işin önemini bir türlü anlamıyorlar, dedi.
Turgut Özal, basiretli bir insandı ve Fethullah Gülen Hocaefendi’nin insanlık adına büyük hizmetler yapacağını basiretiyle görüyordu. O yüzden Hocaefendi’ye olan güveni çok kuvvetliydi.
Hocaefendi, Özal’ı ziyaret ettikten sonra Amerika’da kendisine yapılan ısrarlı davetlere icabet etmek için seyahatine devam etti.
Bu arada Hocaefendi, ABD’deyken Sabancı birkaç defa onunla telefon görüşmesi yaptı. ABD’de bir sergi açmıştı. Hocaefendi bu sergi için Sabancı’yı arayıp, “Hizmet ediyorsunuz, milletimiz sizinle iftihar ediyor” deyince Sabancı şu cevabı verdi: “Ben ne yaptım ki Hocam, milletimiz asıl sizinle iftihar ediyor.”
Fethullah Gülen Hocaefendi, bütün seyahatlerinde, özellikle namazlarını zamanında kılmaya aşırı düzeyde hassasiyet gösteriyordu. Kaliforniya eyaletindeki Reno şehrinin havaalanına indiğinde ikindi namazı vaktinin dolmasına az bir zaman kalmıştı. Yanındakiler, Hocaefendi’nin “Namazım kaçabilir” endişesine kapılarak durmadan terlediğine şahit oldular. Yine, başka bir eyalete giderken, ‘ileride trafik tıkanır, namazı kılamayız’ diyerek bir köprü altında arabadan inip namazını kılmıştı. Hocaefendi’deki namaz hassasiyeti çocukluk yıllardan itibaren vardı. Ailesi bu noktada çok dikkatli davranmıştı. Hocaefendi, 2002 yılında kalp krizi geçirip hastaneye kaldırıldığında doktorlar kendisine uyku ilacı verdiğinde bile, “Ne olur dozunu öyle ayarlayın ki, namaz vakitlerinde uyanıp namaz kılayım, daha sonra tekrar uyuyayım” demişti.
Hocaefendi, ABD’deki Türk öğrencilerle sohbetinde hep “İbadet dinin özüdür” konusunu güçlü olarak işledi.
San Fransisco ve buradan Los Angeles kentine geçen Hocaefendi, kendisini misafir eden Türk öğrencilerle kaldığı evde Sonsuz Nur isimli kitabının tashihlerini yaptı. Sonsuz Nur, Hocaefendi’nin 1989 başından 1990 Mart ayına kadar İstanbul Üsküdar’da Valide Sultan Camii’nde Peygamber Efendimiz’i (sav) anlattığı vaazlarından oluşuyordu.
Avustralya’da…
Hocaefendi, 6 Mayıs 1992 günü Los Angeles’tan kalkan uçakla, 21 saat süren uzun bir yolculuktan sonra Avustralya’ya geçti. Güney yarımkürenin bu devasa ülkesinde büyük bir Türk topluluğu yaşıyordu.
Bu uzun yolculuk boyunca uçakta Sonsuz Nur kitabı üzerinde çalışmayı sürdürdü. Zaman zaman kalkıp namaz kıldı, kendisine refakat edenlerle sohbet etti. Uçak, 18 saat süren yolculuktan sonra Yeni Zelanda’ya yakıt ikmali için inince takvimler 8 Mayıs’ı gösteriyordu. Çünkü Yeni Zelanda Los Angeles’tan sekiz saat ileri bir zaman dilimindeydi ve onlar havadayken, 7 Mayıs günü geçip gitmişti. Uçak yeniden havalanınca üç saat sonra Avusturya’nın Melbourne kentine indiler.
Melbourne’da davet edildiği bir yurdun temel atma törenine katılan Hocaefendi, buradaki bir camide ve Sydney’de vaaz verdi.
Amerika’dan Avustralya’ya gidişlerinde 7 Mayıs gününü mecburen atlamışlardı. Avustralya’dan Los Angeles’a dönüşlerinde ise bu sefer neredeyse bir gün kazançlıydılar. Hocaefendi, 18 Mayıs günü öğlen namazını Avustralya’nın Sydney şehrinde kılmıştı. Los Angeles’a gelince epeyce bir süre dinlendikten sonra, öğle namazı vakti yeni girdi. Böylece öğle namazını bir daha kıldı.
48 günlük bu ABD ve Avustralya gezisinden sonra Hocaefendi, 19 Mayıs günü New York’tan Belçika’nın başkenti Brüksel’e geldi. Hollanda ve Almanya’da bir iki gün kaldıktan sonra da Türkiye’ye döndü.
1996 yılında ABD’ye tekrar gittiğinde New Jersey’de bir Türk işadamının evinde misafir kaldı. Misafir olduğu daire New York ile New Jersey’i ayıran Hudson Nehri’nin kenarındaki bir gökdelendeydi. Başta Dünya Ticaret Merkezi’nin ikiz kuleleri olmak üzere New York’taki yüksek binaların ışıkları Hudson Nehri’ne yansımış, ortaya muhteşem bir manzara çıkmıştı. Hocaefendi, bu manzarayı bir süre seyrettikten sonra, yanındakilere dönüp:
- Korucuk Köyü’nde iki kişiye bir iman hakikatini anlatmayı bu şehrin ihtişamına değişmem, dedi.
O’nun düşüncesinde, yeryüzünde hiçbir şey dine hizmet etmekten daha önemli değildi. İnsanlara Allah’ı anlatmak, öncelikle Yaradan’a karşı bir kulluk borcu ve yaratılmışa karşı bir hizmet göreviydi. Hocaefendi’ye:
- Önümüzdeki 50 seneyle ilgili projeniz nedir? diye sorulduğunda o:
- Allah rızası için hizmet. Başka bir şey değil! diyordu.
Ebedi bir hayatı kazanmanın en garantili yolu, insanlara Allah’ı anlatmaktır. Hayatta büyük oynamak, idareye talip olmak değil, işte budur. Bir başka ifadeyle büyük oynamak, “Gönüllere talip olmak, her insana Allah’ı anlatmak, Allah’ı duyurmaktır.” Hiçbir iş, insanları iyiliğe çağırmak ve kötülükten alıkoymak kadar kıymetli ve kutsal değildir. Bir insanın Allah’la tanışmasını sağlamak üzere güneşin doğup battığı her şeyden hayırlıdır.
Bunun içindir ki, Allah yeryüzüne bütün peygamberleri sadece bu görevle göndermiştir. İnsanlık tarihi boyunca hiçbir peygamber, “teknoloji peygamberi”, “Rönesans peygamber”i, “ilim peygamberi” olarak gönderilmemiştir.
İnsanlığa hizmette Allah tarafından istihdam edilmiş olmak, başlı başına en büyük ödüldür. Çünkü dünya ve ahiret mutluluğunun kaynağı budur. Allah’ın bu istihdamına mazhar olmuşken, başka bir arayışa, dünyevi bir beklentiye girmek hem yakışıksız, hem de Allah’a karşı saygısızlıktır. Hatta bu yolda manevi üstünlük bile amaçlanmamalıdır, çünkü bu işin bir neferi olmak, “Allah’ın veli bir kulu” olmak çabasından çok daha kıymetlidir.
“Ben hizmet ederken ölmek istiyorum.” diyen Hocaefendi, hizmet yolunda yürüyen insanları tanımlarken “adanmış ruhlar” deyimini kullanıyor. Hocaefendi’nin dünyasında adanmış ruh, İspanya zindanlarında tam 27 sene çile çeken Güneş Ülkesi’nin yazarı İtalyan düşünür Tommaso Campanella gibi, elinin teriyle demir parmaklıkları çürütmeli ve düşüncelerinden zerre kadar taviz vermemelidir. Bu güçtür ki Campanella’yı geleceğe taşımıştır. Michelangelo, bir heykel yapımında kendisini o denli işine kaptırmış ki, heykel tamamlandığında çizmelerini çıkarmak istemiş, ayağının derisi çizmeleriyle beraber çıkmıştı. İşte adanmış ruh, yüklendiği misyona bu denli kilitlenmelidir. Çünkü tarih yapanlar küçük düşünmezler ve onların defterinde “olmaz”ın yeri yoktur.
Bir insan şerefini artırmak istiyorsa, varlıkların en şereflisi olarak yaratılmış insana hizmet etmelidir. İmana ve insanlığa hizmet eden kişi, fani hayatını ebedileştirmiş ve ebedi mutluluğu elde etmiş olur. Allah’ın en sevdiği kişi, ona iman eden ve insanlara faydalı olandır. Bugün insanlığın ihtiyacı olan şey, baş döndüren felsefi düşünceler, süper güçler değil, yeryüzünün çehresini son bir kere daha güldürecek olan bu adanmış gönüllerdir.
Adanmış ruh, içinde bal olduğunu bildiği çeliğin etrafında altı ay dolaşıp delik arayan, delik bulamayınca bir yerden tükürük atan ve çeliği paslandırıp delmeye uğraşan karınca gibi olmalıdır. O, oturup hayallere inci dizmemeli, ümitsizliğe kapılmamalı, bütün kapılar yüzüne kapansa yeni yollar araştırmalıdır.
O, bütün dünyaya bir gününü bile satmaz. Dünyanın sultanlığı altın tepside kendisine sunulsa, o tepsiyi anında yere çalar. Kendisine bir arpa kadar değer vermez. Görünebilme noktalarında durmaz ve ganimete adını yazdırmaz. Başkalarını kendine tercih eder. O, hizmet aşığı; politik kavga ve emellerden uzaktır. Çünkü Allah rızası için dine hizmet etmenin maddi bir karşılığı yoktur.
Bir tek şeyin beklentisi içinde olunabilir, bir tek şey için hırs gösterilebilir: O da Allah rızası…