Feyzioğlu: Basın özgürlüğü ile çok sayıda temel hak ve özgürlük ihlal edildi

Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Metin Feyzioğlu, Koza İpek Grubu'na kayyum atanması ile ilgili olarak açıklama yaptı. Feyzioğlu, yönetiminin kayyuma devredilmesi işleminin başta mülkiyet hakkı ve basın özgürlüğü olmak üzere, çok sayıda temel hak ve özgürlüğün ihlal edildiğine vurgu yaptı.

Feyzioğlu'nun yaptığı yazılı açıklama şöyle: Kayyum atamaları, Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) madde 133 çerçevesinde yapılmıştır. Bir şirkete bu madde uyarınca kayyum atanması, hiç kuşkusuz Anayasa'da ve uluslararası hukukta güvence altına alınan mülkiyet hakkının kısıtlanmasıdır. Şirketin, medya şirketi olması durumunda basın; düşünceyi açıklama ve eleştiri özgürlükleri de kısıtlanmış olur. Bu özgürlüklerin kısıtlanması ise, bireylerin haber alma kaynaklarını etkilediği için her bireyin düşünce özgürlüğünü neticede kısıtlar.
İşte bu sebeplerle, adı geçen grubun şirketlerine el konulması, bu şirketlerin kimlere ait ya da kimlere yakın olduğundan bağımsız bir şekilde, hukuk devleti ve demokrasi içerisinde yaşamak isteyen herkesi ve bu değerleri koruma görevi olan Türkiye Barolar Birliği'ni doğrudan ilgilendirmektedir.

CMK'nın 133. maddesi uyarınca, bir şirkete kayyum tayininin hepsi birlikte aranması gereken dört temel şartı vardır: Savcılık tarafından yürütülen soruşturma ya da iş mahkemeye intikal etmiş ise yargılamanın konusu olan suçun, bir şirketin faaliyeti çerçevesinde işlenmekte olduğu hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı, iddia konusu suçun, kanunda tek tek sayılı olan suçlardan olması, şirkete kayyum atanmasının maddi gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için gerekli olması, ölçülülük.

YARGININ TAKDİR YETKİSİ, TARAFSIZ, BAĞIMSIZ, ADİL YARGILAMA YAPAN VE HESAP VEREN HAKİM VE MAHKEMELERCE KULLANILMALI

Bu şartları kısaca açıklamak gerekirse; Suçun işlendiği ve işlenmeye devam edildiği konusunda kuvvetli şüphe sebebinden kasıt, kuvvetli şüpheye sebebiyet veren somut delillerin bulunmasıdır. Öte yandan, suçun işlenip bitmiş olması yetmez, işlenmeye devam ediliyor olması şarttır. Bu şartın somut olayda bulunup bulunmadığını, dosyayı ayrıntılarıyla incelemeden takdir etmemiz mümkün değildir. Yargı tarafından kullanılan takdir yetkisinin kamuoyunu tatmin edebilmesi için ön şart, hiç kuşkusuz, bu yetkinin; tarafsız, bağımsız, adil yargılama yapan ve hesap veren hakim ve mahkemelerce kullanılıyor olmasıdır. Türkiye'de özellikle iktidarın hedef gösterdiği kişi ve kuruluşlara yönelik yargısal işlemlerin toplumda güvensizliğe ve ayrışmalara yol açmasının sebebi, yargı sistemimizin bu özelliklere demokratik hukuk devletlerindeki standartlar çerçevesinde maalesef sahip olmamasıdır.

CMK, her suçta değil sadece kısıtlayıcı olarak saydığı belli suçlarda kayyım tayinine izin vermektedir. Somut olaydaki suçlamaların içinde yer alan suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama ve silahlı örgüt suçları kanunda sayılan bu suçlar arasındadır. Ancak yukarıda da ifade ettiğimiz üzere, suçlama hiçbir şekilde tek başına yeterli değildir; suçlamanın haklılığını gösterecek ve bu anlamda kuvvetli şüphenin ortaya çıkmasına neden olacak somut deliller bulunmalıdır.

MADDİ GERÇEK, SADECE DELİLLERE DAYANILARAK ORTAYA ÇIKARILABİLİR

Kayyım, sadece soruşturma veya yargılamada maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasında zorunlu ise atanabilir. Maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasından kasıt; soruşturulan veya yargılanan kişilerin, kendilerine isnat olunan suçları fiilen ya da hukuken yönettikleri şirketin faaliyetleri çerçevesinde işleyip işlemedikleridir.

Maddi gerçek, sadece delillere dayanılarak ortaya çıkarılabilir. Dolayısıyla, kayyım atanması için kanunun aradığı, "maddi gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için gerekli olma" şartı, "delil elde etmek için gerekli olma" anlamına gelmektedir.

Esasen, kayyım tayinine ilişkin CMK maddesi, arama ve el koyma gibi koruma tedbirleri arasında sayılan bir koruma tedbiridir. Şu halde, bütün koruma tedbirleri gibi bu tedbirin de amacı, yeni suçların işlenmesinin önlenmesi değil, işlendiği iddia edilen bir suça ilişkin başka türlü elde edilemeyecek delillerin elde edilmesinin sağlanmasıdır. İşlenmemiş olan suçların önlenmesi, ceza muhakemesi hukukunun, dolayısıyla CMK'nın değil, başka hukuk dallarının ve kanunların ilgi alanına girmektedir.

ÖZGÜRLÜK ASIL, SINIRLANMASI İSTİSNADIR

Bir şirkete CMK kapsamında kayyım atanabilmesi için bu koruma tedbirinin somut olayda mutlaka ölçülü olması gereklidir. Hukuk devleti ve hukuk devletinin "özgürlük asıl, sınırlanması istisnadır" ilkesi gereği bütün koruma tedbirlerinin ortak şartı olan ölçülülük ilkesinden anlaşılması gereken şudur: Hak ve özgürlükleri daha az kısıtlayan bir koruma tedbiri var ise, daha ağırı uygulanamaz. Tıpkı yurt dışına çıkışı yasaklamak suretiyle tutuklama ile istenen amaca ulaşılması mümkün ise tutuklama yerine adli kontrole karar verilmesi zorunluluğunda olduğu gibi.

ŞİRKETLERİN DEFTER VE KAYITLARININ İNCELENMESİYLE NİÇİN YETİNİLMEYİP, YÖNETİMİNE KAYYIM MARİFETİYLE EL KONULDUĞU GEREKÇEDE AÇIKLANMAMIŞTIR

Mülkiyet hakkı ve basın özgürlüğü gibi temel hak ve özgürlükleri askıya almaksızın, hak ve özgürlükleri daha az kısıtlayarak delil elde edilmesi mümkün ise, somut olayda kayyım ataması yoluna gidilmemelidir. Kayyım atanmasına ilişkin kararın incelenmesinden, anılan koruma tedbirinin ölçüsüz olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Çünkü, örneğin şirketlerin defter ve kayıtlarının incelenmesiyle niçin yetinilmeyip, şirketlerin yönetimine kayyım marifetiyle el konulduğu gerekçede açıklanmamıştır.

BU GEREKÇESİZLİK KARŞISINDA, ÖLÇÜLÜLÜK İLKESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ SONUCUNA VARILMASI KAÇINILMAZDIR

Öte yandan CMK'nın 133. maddesi kayyım tayininde iki farklı yetkilendirmeden söz etmektedir. Buna göre kayyımın yetkisi, şirketin yönetim organının karar ve işlemlerini onaylamaktan ibaret olabileceği gibi, yönetim organının yetkilerinin tümüyle kayyıma verilmesi de mümkündür. Ancak, bu iki farklı yetkilendirmeden hangisine başvurulacağına dair takdir yetkisi, elbette keyfi bir şekilde kullanılamaz. Burada da ölçülülük ilkesine uyulmak zorundadır. Şöyle ki; karar ve işlemlerin onaya tabi tutulması maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için yeterli ise, şirketin yönetiminin kayyıma bütünüyle devredilmesi yoluna asla gidilemez. Kuşkusuz, kayyımın, yönetim organının karar ve işlemlerine onay verirken gözeteceği tek husus, bu karar ve işlemlerin soruşturma veya yargılama konusu suçla ilgili mevcut delillerin karartılmasına yönelik olup olmadığından ibarettir. Somut olayda, hak ve özgürlükleri daha az sınırlayan 'onaylayıcı kayyım' görevlendirilmesi yerine, şirketlerin yönetiminin tamamen kayyıma devri yoluna niçin gidildiği, kararın gerekçesinden anlaşılmamaktadır. Dolayısıyla, bu gerekçesizlik karşısında, ölçülülük ilkesinin ihlal edildiği sonucuna varılması kaçınılmazdır.

KAYYIM TAYİNİ HİÇBİR ŞEKİLDE ŞİRKETLERİ ZARARA UĞRATMAK AMACIYLA VE ZARARA UĞRATACAK ŞEKİLDE UYGULANAMAZ

Kayyım tayini hiçbir şekilde şirketleri zarara uğratmak amacıyla ve zarara uğratacak şekilde uygulanamaz. Kayyımın görevi, bir yandan delillerin karartılmasını önlemek, diğer yandan da şirketin ticari faaliyetlerini devam ettirmesini sağlamaktır. Kayyımın, görevini buna uygun şekilde yerine getirmemesi ve yönettiği şirketin ticari faaliyetlerini engellemesi, onu zarara uğratması durumunda, hem kayyımın şahsı sorumluluğu hem de devletin idari sorumluluğu söz konusu olacaktır.

Somut olayda, ekranların karartılması, elektrik kabloların kesilmesi, antenlerin sökülmesi gibi eylem ve işlemlerin yapıldığı duyumları alınmaktadır. Bunlar, kayyım atanan şirketleri zarara uğratmaya yönelik davranışlar olup, kayyım görevlendirilmesinin amacına aykırıdır.

KAYYIM GÖREVLENDİRMESİNE İLİŞKİN KARARIN, CMK'NIN KONUYA İLİŞKİN 133. MADDESİNDEKİ ŞARTLARI TAŞIMIYOR

Koza-İpek Grubunun şirketlerine yönelik kayyım görevlendirmesine ilişkin kararın, CMK'nın konuya ilişkin 133. maddesindeki şartları taşımadığı; Bu çerçevede, maddi gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi açısından gerekli olan delillerin toplanması için niçin kayyım görevlendirilmesine ihtiyaç duyulduğunun karardan anlaşılamadığı;

Temel hak ve özgürlükleri çok daha az kısıtlayacak koruma tedbirleri ile aynı amaca ulaşılması mümkün göründüğü halde, şirketlerin yönetiminin niçin kayyıma devredildiğinin gerekçede açıklanmadığı;

"MÜLKİYET HAKKI VE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ OLMAK ÜZERE, ÇOK SAYIDA TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜĞÜ İHLAL ETTİĞİ"

Bu haliyle, anılan grubun şirketlerinin yönetiminin kayyıma devredilmesi işleminin başta mülkiyet hakkı ve basın özgürlüğü olmak üzere, çok sayıda temel hak ve özgürlüğü ihlal ettiği;

Özellikle basın hürriyetinin gerekçesiz bir şekilde askıya alınmasının, toplumda yaşayan her bireyin temel hak ve hürriyetlerini kısıtladığı;

Yargının tarafsızlığının, bağımsızlığının, adil yargılama yapma yetisinin ve hesap verebilirliğinin demokratik ölçütlerle son derece sorunlu olduğu bir sistemde, kayyım görevlendirilmesi işleminin adalete duyulan güveni ve hukuki güvenlik ilkesini ağır şekilde zedelediği;

HAKSIZLIK, KİMDEN GELİRSE GELSİN, KİME YAPILIRSA YAPILSIN, HAKSIZLIKTIR

Dolayısıyla demokratik hukuk devletinin özünün doğrudan doğruya ihlal edildiğini kamuoyunun bilgilerine sunar, bu hukuka aykırılığın yine yargı tarafından en kısa sürede giderilerek toplumdaki her bireyin hukuki güvenliğe kavuşturulmasını dileriz.

Hangi siyasi düşünceden olursa olsun, her vatandaşımıza söylemek istediğimiz husus; keyfilik kimi doğrudan mağdur ederse etsin, adaleti ülkenin temeli olmaktan çıkararak hepimizi birden mağdur ettiğidir.

Haksızlık, kimden gelirse gelsin, kime yapılırsa yapılsın, haksızlıktır. Haksızlığa hiçbir çekince koymaksızın karşı durmak ise hepimizin görevidir. Şunu iyi bilelim ki, özgürlük ve demokrasi sonunda daima kazanır. CİHAN
28 Ekim 2015 15:35
DİĞER HABERLER