ldükten sonra yaşamak istiyorsanız; ya okumaya değer şeyler yazın ya da yazılmaya değer şeyler yaşayın!’ diyor Viktor Hugo…
FİKRET KAPLAN- SAMANYOLUHABER.COM
Öldükten sonra yaşamak istiyorsanız; ya okumaya değer şeyler yazın ya da yazılmaya değer şeyler yaşayın!’ diyor Viktor Hugo…
Bediüzzaman ise bu hakikati daha kapsamlı kelime kalıplarına dökerek "Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fani dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme!.." diye haykırır tefekkür dünyamıza…
"Eksikleri, üstün veya zayıf tarafları ne olursa olsun, bir baştan bir başa bütünü de kötülükten iyiliğe… adaletsizlikten adalete… sahtelikten hakikate… geceden gündüze… ihtirastan vicdana… çürümüşlükten hayata… canavarlıktan vazifeye… Cehennemden Cennete… sefaletten Allah'a doğru bir yürüyüştür. Çıkış noktası madde, vardığı nokta ruhtur. Başlangıçta canavar, neticede melektir." diye tarif ediyor eserlerini Viktor Hugo… Onlardaki kahramanları ve neticede akıl taşıyan herkesi… İnsan için kaçınılmaz olan elmas ve kömür olma yol ayrımında mesele ebedi bir hayata ehil hale getirebilmektir duyguları, düşünceleri…arzu ve istekleri…
Belki pek çoğumuz onu sadece edebi kişiliği, üslubu, şiirleri… ve Sefiller romanı ile tanıyoruz… fakat bu kadarla sınırlı değil… O düşünüp de hayata dönüştüremediği düşünceleriyle, savunduğu hak ve hukuk mücadelesiyle o günün dünyasında bir Hizmet insanın izdüşümüydü adeta…
İlmi, içtimai, idari dertlerimiz mutlaka teşhis edilmeli, maddi-manevi bütün problemlerimiz çözüme alınmalı ki, mevcudiyetimizi kemiren, varlığımızı temelinden sarsan ve bizi her gün daha feci çukurlara sürükleyen sıkıntılara maruz kalmayalım, diyen Bediüzzaman’ın düşüncelerini Viktor Hugo’da görünce şaşırırsınız…
‘İnsan büyüdükçe daha fazla inanmak mecburiyetindedir. Şahıs Allah'a yaklaştıkça Allah'ın sıfatlarını görmek mecburiyeti ile karşı karşıyadır. Zamanımızda bir felaket var ki, o da her şeyi maddi hayata bağlı görme temayülüdür. Bu, insana gaye olarak yalnız dünya hayatını göstermekle bütün sefaletlerin tesirini ağırlaştırıyor. Bedbahtların acılarına, fakirliğin çekilmez yükü ekleniyor. İşte içtimai kıvranışlar bundan ileri geliyor. Geçici sefaletlerimiz ebedi ümitlerin işin içine girmesi ile ne kadar azalıyor. Hepimizin vazifesi, kanun koyucu olarak veya din adamı veya yazar sıfatıyla maddi ve manevi sefaletle mücadele etmek, onun her şeklini yok etmek için bütün içtimaî gücü ortaya koymak ve kullanmaktadır.
Aynı zamanda başları göğe doğru kaldırmak, bütün ruhları ve bütün dikkatleri adaletin gerçekleşeceği bir gelecek hayata yöneltmektir. Maddi dünyanın kanunu denge olduğu gibi, manevi dünyanın kanunu da doğruluktur. Ve her şey Allah'a varır. Şunu unutmamalı ve herkese öğretmeli: İnsan bütünüyle ve ebedi olarak ölecek olsaydı hayatın değeri kalmaz, hatta hayat, harcanan zahmete değmezdi. Izdırabı hafifleten, gayreti mükâfatlandıran, insanı güçlü, iyi, iffetli, sabırlı, iyiliksever, adaletli aynı zamanda hem ağırbaşlı hem büyük yapan idraka ve hürriyete kabiliyetli kılan şey bu hayatın karanlıkları arasında ebedi dünyanın sürekli müşahedesidir.’
Viktor Hugo'nun Sefiller'de işlediği cehalet, fakirlik ve ötekileştirmenin çözümü için ne yapılabilir düşüncesinin, bugün kalbinin gözüyle bakan, vicdanının kulağıyla dinleyen ve gönlünün sesiyle konuşan Hizmet insanlarında hayat bulduğuna şahit olunca hayret edersiniz…
"Yeryüzünde kanunlar, ananeler yoluyla meydana getirilen sun'i cehennemler, Allah vergisi kaderi uğursuz insanların elinin karıştırdığı cemiyetler bulundukça; asrımızın başlıca üç meselesi —erkeğin yoksulluk yüzünden alçalması, kadının açlık yüzünden düşmesi, çocuğun okumamışlık yüzünden kabiliyetlerinin mahvolması — halledilmedikçe; bazı bölgelerde cemiyetin insanları boğması mümkün oldukça, daha geniş bir zaviyeden başka bir tabirle yeryüzünde cehalet, sefalet bulundukça bu gibi kitaplar faydasız olmayacaktır."
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin, ticareti teşvik etmesi, eğitime önem vermesi ve hoşgörü ikliminin yayılmasını istemesi… 'Ticaret yapın ki, ülke zenginleşsin, eğitimi yaygınlaştıralım ki, cehalet sona ersin, herkese müsamaha gösterelim ki, tefrika ve ihtilaf ortadan kalksın.' arzusu Viktor Hugo’nun da düşünce planında işlediği problemlerdi.
Viktor Hugo, ilk romanı ‘Notre Dame'ın Kamburu’ ile edebiyat alanındaki başarısını ortaya koyduğunda aslında bu düşünceleri savunmanın ve hayatı bu çizgide sürdürmenin ne kadar zor olduğunu daha sonra anlayacaktı…
1843 yılında kızının bir kaza sonucu boğularak ölmesi hayatını alt üst edecek… darbeler, sürgünler hukuksuzluklar onun da peşini bırakmayacaktı…
Yaşamın anlamı ve gayesi üzerinde daha derin düşünmeye sevk edecekti bu imtihanlar... İnsanlar niçin yaşardı? Bu hayatın bir gayesi var mıydı? Bu arayış ve ruhi çalkantılar içinde ünlü edebiyatçı 1851 yılına kadar herhangi bir eser vermedi.
Viktor Hugo da tıpkı Lev Nikolayeviç Tolstoy gibi ömrünün tamamında yaratılışın gayesini çözmek için iz sürdü. Kitapların, filozofların ve bilimin akla açtığı yollarda tüketti zamanını. Ne yazık ki, gayretleri hakikate ulaştıramadı onu... Uğradığı her menzilde aradıklarını kendisine şerh edecek bir ümide rastlayamadı. Kapılar bir bir kapandı yüzüne... Ta ki bir vesileyle ‘Varlığın Yaratılış Gayesi’ni tanıyana kadar…
“Ben bile kendimi tanıyamıyorum, kendi kendime yabancıyım. Kim olduğumu ve adımın ne olduğunu yalnızca Allah bilir.” diyerek o günkü arayışlarını tarif ediyor Viktor Hugo…
Ünlü yazar 1851 yılındaki hükümet darbesinden sonra sürgüne gönderildi. Sürgün her zaman zor bir hayattır; fakat devrilip kalmadı orda. Büyük eserlerinden Sefiller’i bu sürgün yıllarında yazdı. Kızının ölümünden sonra 17 yıllık bir ruhi uyanışın bu sürgün hayatında yazıya dökülmesidir Sefiller…
"Hiç şüphesiz bir başka âlemin bekleme salonu olan bu dünyada tam manası ile mesut insan yoktur. Aslında insanlar ikiye ayrılırlar. Aydınlıkta olanlar ve karanlıkta olanlar. Karanlıkta olanların sayısını azaltmak, işte hedef! Biz bunun için maarif ve ilim diye haykırıyoruz."
Hocaefendi’nin kendisini Sefiller romanındaki Jean Valjean'la özleştirmesi boşuna değildir. Amansızca takiplerin, gözaltıların, sorgulamaların ve işkencelerin birbirini takip ettiği Sefiller…
Victor Hugo eşi Adele Foucher'in 1868'de vefat etmesi üzerine düzenlenen cenaze törenine de sürgünde olması sebebiyle katılamadı.
Bu sürgün yıllarında Victor Hugo’nun hayatını tamamen değiştirecek olan başka bir hadise gerçekleşti. O da ‘Varlığın Yaratılış Gâyesi olan Hz. Muhammed ile (Sallallahu aleyhi ve sellem) tanışmasıydı. İnançlı bir insanla karşılaşması ve onun kendisine o kısacık süre zarfında yaşamıyla aktardıkları hayatının seyrini değiştirdi. Büyük bir merakla bu hazine üzerinde çalıştı. Hayatı yeniden bir anlam kazanmıştı adeta.
1855 yılında sürgündeyken yazmaya başladığı ve hala Fransa'nın gerçek anlamdaki tek destanı olarak kabul edilen "La Légende des Siécles" (Yüzyılların Efsanesi) adlı eserinde ‘Mahomet’ başlıklı şiirle Hugo duygularını dile getirdi. Peygamber Efendimiz’in (Sallallahu aleyhi ve sellem) büyüklüğünü, karakter ve vasıflarını, Veda Hutbesi’ni, Azrail’in müsaade isteyerek Efendimiz’in yanına girmesini ve Allah’ın onu istediğini tebliğ ettikten sonra ruhunu kabzetmesini heyecanlı ve tesirli bir lisanla anlattı.
Fakat, Tolstoy’un ‘Muhammed’ adlı kitabı nasıl saklanmış ve basılması engellenmişse, 1859 yılında Brüksel’de basılan "La Légende des Siécles" (Yüzyılların Efsanesi) adlı eserin ilk baskısında bulunan ‘Mahomet’ adlı şiir yine halkın etkilenebileceği korkusuyla sonraki baskılarda kaldırıldı. Ancak Hugo’nun ölümünden yüz yıl kadar sonra 1985 yılında Fransa Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi tarafından tekrar yayımlandı.
Viktor Hugo, ahiret hayatına inanabilmenin Allah'a inanmakla mümkün olabileceğini savunuyor ve her fırsatta Allah'a inandığını belirtiyordu.
"Allah'a inanıyorum... Hem de kendime inandığımdan daha çok. Kendi varlığımdan çok, Allah'ın varlığından eminim".
Altmış senelik yazarlığının meyvesi olan irili ufaklı elliyi aşkın eserlerinin hemen hemen hepsinde Allah'a, dine veya ruha yer veren Hugo, şöyle söylüyordu.
"Allah'ım senin iyi, merhametli, müsamahakâr ve adil olduğuna inanıyorum. Sana geliyorum. Senin önünde insan rüzgarla sallanan bir başaktan başka bir şey değildir.
Ömrünün son demlerinde dostu Paul Mevrice ile şöyle konuşuyordu:
- Aziz dostum ölüm ne kadar güçmüş.
- Fakat siz ölmeyeceksiniz ki...!
- Bu gelen ölümdür, hoş geldi safa geldi.
Viktor Hugo, ölümü büyük bir sükûnetle karşılıyordu. Ruhun ebediyetine iman ettiği için ölümü sadece mevcudiyetin değişmesi olarak telakki ediyor ve mezarı yüce alemin kapısı görüyordu. Bu manalı konuşmadan iki gün sonra da dünyaya gözlerini yumuyordu.
Victor Hugo vasiyetini şöyle bırakmıştı:
“Fakirlere 50 bin frank bırakıyorum. Mezarlığa, yoksullara ayrılmış araba ile götürülmemi istiyorum. Herkesin benim için dua etmesini istiyorum. Hangi mezhebin kilisesi olursa olsun, hiçbir dini merasim yapılmasını istemiyorum, Allah’a inanıyorum!”
Ve son olarak… ‘Yarınlar hep güzel olacak denir. Oysa bugünler, dünün yarınları değil midir?’ diye soruyor Viktor Hugo…
Evet, yarınlar bugünlerde kurulacaksa düşünce ve edebiyat alanında kendisini dünyaya kabul ettiren Viktor Hugoların düşüncesinden daha öte, büyük bir Hizmet… İnsanlığın barış ve huzuruna hizmet hareketi aksiyona dönüşmüş bugün ve bir sevgi çağlayanı halinde geçtiği her yeri yeşertiyor ve yeşertecek inşallah… Elverir ki bu yola baş koyanlar kendilerine düşen Hizmetleri aksatmasın…
KAYNAKLAR:
1- "La Légende des Siécles" (Yüzyılların Efsanesi) 1-2-3 (1859, 1877, 1883)
2- Sefiller, T. İş Bankası Yayınları, 2015
3- Sefiller, Timaş Yayınları
4- Notre Dame'ın Kamburu
5- Herkul.org
6- Risale-i Nur Külliyatı