[Fikret Kaplan] Ümit Torbaları…

Başını kaldırdı baktı, tavandaki siyah kabarcıklara ardından ıslak bir mahzeni andıran duvardaki küflere...
Fikret Kaplan- Samanyoluhaber

Başını kaldırdı baktı, tavandaki siyah kabarcıklara ardından ıslak bir mahzeni andıran duvardaki küflere... Aslında bakmıyor, düşünüyordu. 
Baktığı her yerde eski huzur dolu günlerini görüyor, dokunduğu her şeyde onlardan bir ize rastlıyordu. Gözlerini kapatıyor, düşünmemeye gayret ediyor; ama nafile, hatıralar yakasını bırakmıyordu. 
Kendisini çekip alamadığı o mazinin elinde derin derin düşünüyordu. Sonra ne kadar istemese de tekrar yaşadığı ana dönüyor, hüzün ve kederiyle yüzleşiyordu. Kanadı kırılmış; bedeninde, ruhunda, kafasında acı çekiyordu; ezilmiş, horlanmış, ümitsizliğe itilmiş... Gözleri ağlamaktan şişmiş, yüzü kırışmış. Hayatı gittikçe daha da kötüye sarıyor. 
Ne yapmalıydı? 
Tanıdıklarına, onların yakın uzak bildiklerine… bir iş bulma hususunda müracaat etmişti; Bulaşık yıkama, temizlik…her işe razıydı; alın teriyle kazandıktan sonra… 
Ama nafile…  Eşi hapis yatan birisine kimse iş vermek istemiyordu… 
Pilotun inşaatta çalışmak zorunda kaldığı, hakimin karpuz sattığı, öğretmenin kapıcılık… savcının da kasaplık yaptığı bir ülkede iş bulması zordu... 

Değil mi ki o da insanlığa hizmet etmeye sevdalıydı, ‘Ölsün, gitsin!’di.

Günlerce aylarca iş aradı… Başvurmadık yer bırakmadı… Olmadı…Bulamadı. 
Ağaç kabuğuna mahkum edilmek isteniyordu! Haksız ve hukuksuz olarak 14 ay hapiste kalması yetmemişti… Evlatlarından, eşinden, hayattan kopuk geçirdiği 14 bin aydan daha uzun o 14 ay… yetmemişti çektiği çileler… dertler, kederler… 

Hayatın iyice zorlaştığı bu devrede kendisine uzanacak bir dost eline… ‘Hocam, nasılsınız? Ne yapıyorsunuz? Bir şeye ihtiyacınız var mı?’ diye soracak bir hayırhah sesine ne kadar da muhtaçtı. Ama eskisi gibi arkadaşlarından kimseyi göremiyor, onlarla konuşamıyordu. 
‘Kim bilir onlar hangi sıkıntılar içerisindedir. Yoksa hiç aramazlar mı beni!’ diye düşünüyordu. 

Komşu, akraba, dost… kim varsa hepsi birden yüklenmişti ‘teröristsiniz, hainsiniz!’ diye. Sokağa çıkamıyor, markete, bakkala rahatlıkla gidemiyordu. Çünkü her yerde küçük düşürücü o meşum gözler ve şom ağızlar vardı…  Bir de her an derdest edilip hapse gönderilme endişesi… 

Bazı geceler inlemeleri kendisini dahi üzüyor, korkutuyordu. Sabaha kadar gözüne uyku girmiyordu. Ah, ah birisi gelse de ona bir ümit simidi atsa, boğulmak üzere olduğu bu zulmet denizinden çekse kurtarsa onu… Kafasındaki bütün endişeleri söküp atsa! ‘Söyle bana, sana nasıl yardımcı olabilirim?’ diyen bir dost sesi duysa…

Üç ayda bir hapiste yatan eşini ziyaret ettiğinde onu daha bir ümitli görüyordu. Gerçi onun keyfini kaçırmamak için sıkıntılarını dile getirmese de eşi anlıyordu bunları, hissediyordu satır aralarından… Kendisini teselli ediyor, bu çekilen sıkıntıların sadece onlara has olmadığını, iyilik yapan namuslu insanların hep bunlara maruz kaldığını ifade ediyordu. Kadıncağızın kederini, geleceğin saadet dolu günlerine çekerek ümitlerini harekete geçiriyordu.  

Fakat, imtihan süresi uzadıkça sıkıntılar daha da artıyordu. Sattığı son bileziğinin parasını oldukça dikkatli kullanmış; ama her hazır olan gibi o da tükenmiş, eriyip bitmişti işte. Şimdi ne olacaktı? Elinde neredeyse hiçbir şey kalmamıştı… Birilerinden bulmak da imkansızdı.

Gözlerini evdeki eşyalara gezdiriyor… Bir çare… Satacak bir şey olabilir mi acaba, diye düşünüyordu… Bir koltuk, 6 sandalye, bir masa… hiç olmazsa fatura ve market giderlerini karşılayacak bir miktar olsa… 

Ağlıyordu içten içe… hıçkıra hıçkıra ağlıyordu… Çocuklarına ağlıyor… onlara bir şey bulamayacağından endişe ediyordu… Yarın kış ortasında sokakta kalmaktan korkuyordu. Ağlamalarına inlemeleri karışmış, hüngür hüngür ağlıyordu… 

Sabaha kadar, hüzünle, gözyaşlarıyla evin içinde bir o yana bir bu yana gezinip duruyordu… Ne yapacaktı?

Karamsarlığın ruhuna tamamen yapışmaya çalıştığı sabahın o erken saatinde birdenbire apartmanın açılan kapı sesiyle irkilmişti. Kapıya doğru yaklaşan ayak sesleri duyuyordu. Yaklaştı, kulak verdi. Evet, gerçekten birisi hem zile basıyor hem de eliyle kapıya vuruyordu. Elleri ayakları boşaldı. Donup kaldı yerinde. Acaba polisler yine kendisini mi almaya gelmişlerdi! Başka kim gelebilirdi ki bu saatte? Bekledi.. bekledi. Hareket edemiyordu. Kapının hemen arkasında ayakta, sessizce ama oluktan boşanırcasına ağlıyordu… Çocuklarından nasıl ayrılacaktı? Kime bırakacaktı onları? 

Fakat, hayret etti… kapı daha fazla çalınmadı… Ayaklar da hızlı giderek uzaklaşmış, ayrılmıştı. Apartman kapısının gürültüyle çarpan sesinden sonra tam bir sessizlik hakim olmuştu. 
Yavaşça, ürkek bir şekilde açtı kapıyı kadıncağız… Başını uzattı, merdiven boşluğuna baktı. Kimse yoktu. 
İki büyük poşet duruyordu kapıda. İçini ürperten tuhaf bir hisle aldı poşetleri içeriye… Salonun ortasına kadar getirdi, mukaddes bir emanetmiş gibi özenle bıraktı halıya…  Elleri titreye titreye açtı…  
-Allah’ım! dedi, Allah’ım!... gerisini getiremedi… Elleri poşetlerin üzerinde dakikalarca ağladı… gözyaşı döktü. Şükrün ifadesi olarak akıttı gözyaşlarını… 

Ve günler sonra hapishane ziyaretinde anlatıyordu bu hadiseyi eşine… 
- Demek ki Zeynülabidin tarih sayfalarında kalmamış, diyordu genç adam, ıslanan kirpikleri ile… O aramızda günümüzde… Geceleri taşıyabildiği kadar yiyecek ve ihtiyaç malzemesi yüklenip kapı kapı dolaşan… onları yoksulların evlerine bırakan Zeynülabidin… Mazlumun, muhtacın ihtiyaçlarını gidermeye çalışan Zeynülabidin… O kadar zulüm, işkence sıkıntı görmesine rağmen mazlumun imdadına koşan Zeynülabidin… 

Masum ve muhtaç insanlar kendilerine yardım edenin Zeynulabidin olduğunu, ancak onun Hakk’a yürümesinden sonra anlamışlardı.
Çuval taşıya taşıya elleri aşınmış, yırtılmış… sırtı nasır tutmuş Zeynülabidin… Ümit torbalarını yüklenmiş yine… Bitmeyecek, tükenmeyecek inşallah onun sırtındaki muavenet çuvalları… 
- Hanım, ben razıyım! dedi, her halden, her durumdan… isyan ile şikayet etmiyorum asla çektiklerimden… El-hamdülillahi alâ külli hâl sivel küfri ved-dalâl…
Peygamber yolunun yolcuları her zaman bir kısım bela ve musibetlere maruz kalabilirler. Kendilerinden ve kendi çıkarlarından başka hiç kimseyi gözü görmeyen bir kısım zalimlerin baskı ve zulümleri altında ezilebilirler. Fakat onların mekanize birlikleri, uçakları, topları, gülleleri, bizim dayandığımız güç kaynağı karşısında çok cılız kalır…

Milyonlarca, milyarlarca defa hamd ü senâ olsun Allah’a ki, seni, beni… bizi küfür ve dalalet içinde bırakmadı; işi-gücü yalan ve aldatma olan zalimlerin saflarına da katmadı!.. Milyonlarca defa hamd ü senâ olsun Allah’ım, küfür ve dalaletin dışındaki her hale!..

Hatırlıyor musun şunu? Hani Allah Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) henüz Müslüman olmuş ancak müellefe-i kulûb olarak gördüğü bazı Mekkelilere ganimetten pay vermişti. Bu ensar-ı kiramdan bazı gençleri rahatsız etmişti. 
Durumdan haberdar olan Allah Rasûlü (aleyhissalâtü vesselâm), Ensar’ın tamamını toplayarak, bu sözü söyleyenlerin yüzlerine vurmadan umuma bir konuşma yapmıştı. Evvela Cenâb-ı Hakk’ın kendisini onlara bir nimet olarak gönderdiğini hatırlatarak şöyle buyurmuştu: 
Ben geldiğimde, siz dalâlet içinde değil miydiniz? Allah, benimle sizi hidayete erdirmedi mi? Ben geldiğimde, siz fakr u zaruret içinde kıvranmıyor muydunuz? Allah, benim vesilemle sizi zenginleştirmedi mi? Ben geldiğimde siz, biribirinizle düşman değil miydiniz? Allah, benimle sizin kalblerinizi telif etmedi mi?” Allah Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) onlara her seslenişinde, Ensar da:
 “Evet, minnet ve şükran Allah’a ve Rasûlü’nedir.” diyordu. 
Ve Efendimiz (aleyhi ekmelüttehâyâ) konuşmasını şöyle tamamlıyordu: 
“Ey Ensar topluluğu! Herkes evine deveyle, koyunla dönerken, siz evlerinize Rasûlullah’la dönmeye razı değil misiniz?” 

İşte, ey Hanımım! Yaşadığımız bu zor hadiseler içinde bunca savrulanlar, devrilip gidenler varken, Cenab-ı Hakk’ın, fikirlerimizi bulandırmadan Kur'an hizmetinde bizleri sabit-kadem bir sadakatle korumasına razı değil miyiz? 

Razı değil miyiz, iç içe komplolar arasında şehadet şerbeti içen masumlardan.. intihar süsü verilerek işkence ve tuzaklarla şehit edilen mazlumlardan… hürriyetine kavuşmak için yolda veya cebrî hicrette dâr-ı bekâya giden mağdurlardan.. ve zalimin elinden birer birer toprağın bağrına düşen arkadaşlarımızdan… Onların hayatlarını feda ettikleri insanlığa Hizmet sevdasından… O yolu başlatan Efendimiz’den (sallallâhu aleyhi ve sellem)…
- Razıyız, razıyız! 

Ve ey bana gönderilen bu gerçek hikayeyi okuyan dostlarım, biz de razı mıyız her zorluğa ve sıkıntıya rağmen insanlığa Hizmet düşüncemizi kaybetmemekten… Razı mıyız bizim yerimize de sıkıntı çeken, zulüm gören arkadaşlarımızdan… Razıysak o halde muavenet torbalarını ümitle dolduralım… Uzatalım yardım elimizi masumlara… 
13 Aralık 2021 13:12
DİĞER HABERLER