"Peygamberler tarihine bakıldığında, bütün peygamberlerin düşmanları ilk önce onlara olan güveni yıkmaya çalıştıklarını görüyoruz. Hep güveni sarsacak sözler haber ve iftiralarla saldırılar var. Bugün de aynı manzara var."
Abdullah Aymaz | samanyoluhaber.com
Bir Karşılaştırma
Kur’an-ı Kerim HEP TAZE MUCİZE, hep hayatın içindedir. Kur’an’ın anlattığı olaylar tamamen içtimai hayatın değişmez esaslarındandır. Bilhassa Peygamberlerin (S.A. Ecmain) hallerinden ve başlarından geçen olaylar üzerine verdiği haberler, her zaman için ibret ve ders vesilesidir. Aynı zamanda Muhammed Aleyhisselam'ın peygamber olduğunun birer kesin delilidir. Çünkü, insan bir fennin esaslarını ve o fennin en mühim noktalarını bilmekle, yerli yerine kullanmasını öğrendikten sonra davasını o esaslar üzerine oturtması o fende mâhir olduğuna delildir. Geçmişteki hadiseleri tarihi gerçeklere uygun olarak bütün teferruatı ile konuşmalarına, hatta içlerinde besledikleri duygularına varıncaya kadar dosdoğru tespit etmek, tarih otoriteleri için bile imkânsızdır. Bir de bunları ukde-i hayatiyelerinden (hayatî düğüm noktalarından), bel kemiklerinden yakalarcasına veciz ifadelerle her şeyi aydınlatarak ortaya koymak tarihçi ve edebiyatçıları da aşan harika ve mucize bir olaydır. Ayrıca “Hadiseler tekrarlanırsa, kaideleşir.’ esasına göre, tekrar tekrar yaşanarak KANUN HALİNE GELEN noktaları tesbit edip değişmez YARADILIŞ DÜSTURLARI ve Kıyamete kadar yaşanacak ibret sahneleri olarak gözler önüne sermek ise, psikolog ve sosyologların en dâhilerine bile nasip olmamış, ulaşılmaz bir seviyedir ve bu konum sadece Kur’an’ın hakkıdır.
Yakın birkaç asrın hadiseleri; kitaplar gazeteler, hatıralar ve vakanüvistlerin günlük notları ile elimizdedir. Tarih tekerrürden ibarettir. Psikoloji ve sosyoloji bu kadar gelişmiş olduğu halde, yığın yığın insan topluluklarının buhranları, problemleri dünyada büyük sarsıntılara sebep olmaktadır; bu elimizdeki verilerle bunlara bir çare bulalım. Okuması yazması olmayan Muhammed Aleyhisselam'ın, Kur’an’ın diliyle, yani bize Allah’tan getirdiği geçmişle ilgili ibretli hakikatlar, peygamber kıssaları ise hep böyle her yönden gerçek hayatı kavramış, kucaklamış hadiselerdir. Bizi ikaz eden, bize ibret veren, buhranlara çare gösteren, cemiyeti huzura, güvene götüren gerçekler.
Yaşadığımız şu süreç ile ilgili bazı benzerliklere dikkat edecek olursak:
Peygamberler tarihine bakıldığında, bütün peygamberlerin düşmanları ilk önce onlara olan güveni yıkmaya çalıştıklarını görüyoruz. Hep güveni sarsacak sözler haber ve iftiralarla saldırılar var. Bugün de aynı manzara var. Çeşit çeşit iftiraların, karalamaların arkasında, hâlâ var olan güveni bütünüyle bitirme gayretleri.
Dünden bugüne hak-bâtıl mücadelesinde muârızların Peygamberlerin hakiki vârisleri, o ulu rehberlerin çırakları hatta izdüşümleri olan âlimlere karşı da güveni sarsmak ve yok etmek için hep bu noktadan saldırmışlar ve saldırmaya da devam ediyorlar ve güven yıkılınca her şeyin yıkılacağını bilerek farklı açılardan vurmaya çalışıyorlar. Biri tutmazsa diğeri tutar veya bir kaçı tutar vs. diye düşünüp plan kuruyorlar.
Mesela, Hz. Musa’ya halk arasında fitne ve ayrılık tohumları ekiyor, fitne çıkarıyor, halkı kışkırtıyor diye saltanatının tehdit altında olduğuna Firavun’u inandırmışlardı. Onun için Firavun doğan erkek bebekleri öldürüyor, cinayet işliyordu. Bugünkü bebekleri hapseden, hastaların tedavisini engelleyip öldüren zihniyet de farklı bir zihniyet değil. Kur’an bir prototip çiziyor.
Bugün, kanunları çiğneyen, müdafaa haklarını yok edenlere göre, Firavun için daha demokrat diyebiliriz. Çünkü karşılıklı bir yarışı kabul ediyor. Firavun’un sihirbazları bu yarışta Hz. Musa Aleyhisselam'ın mucizesi karşısında Hakka boyun eğdiler. Firavun onların iman etmeleri karşısında çılgına dönmüş, kendisinden izin almadan nasıl iman edebilirler? Diye en ağır cezaya mahkum etmişti. Onları millete ülkeye komplo kurmakla suçlamış ve şöyle demişti: “Elbette ve elbette ellerinizi ve ayaklarınızı ve çaprazlama kestireceğim. Sonra da hepinizi astıracağım.” (26/40)
Bu ifadelerde firavunlar ve firavun meşreplerin tavrını görüyoruz. Yani o günküler de bugünküler de kendilerine kayıtsız şartsız itaat etmeyen ve biat etmeyenleri idama mahkum ederler. Eğer Türkiye’de idam cezası kalkmamış olsaydı, binlerce insanın idamdan kurtulması mümkün değildi. İdam cezası olmadığı için insanlığa hizmet etmiş adanmış ruhları hapislerde çürütmeye cüret etmektedirler.
Sihirbazların dışında kalanlar için de Firavun şöyle bir göz dağı vermiş: “Erkek evlatlarını öldürüp kız çocuklarını hayatta bırakacağız / hayasız işler yapacağız. Biz elbette onların üzerinde tam bir hâkimiyet sahibiyiz.” (7/127) demişti.
Firavunun danışmanları ve ileri gelenleri: “Seni ve ilahlarını terk etsinler de yeryüzünde fesat çıkarsınlar diye mi Musa’yı ve kavmini serbest bırakacaksın?” deyince, “Hayır” deyip idam tehdidini savurmuştu. Bugün de aynı şekilde ülkeyi terk edip gitmek isteyenleri bırakmıyorlar.
Meriç bu zulmün, herkes tarafından bilinen tanığı ve işkence duvarları da pek çok zulüm ve gadrin şahitlerindendir…