‘F…Ö’ demenin dini yönü (2)

Samanyoluhaber.com yazarı Numan Yılmaz Yiğit'in yazısı

NUMAN YILMAZ YİĞİT 

Dindar kesim maalesef bilinçli-bilinçsiz '…Ö’ lafını her fırsatta kullanmaktadır. Bu pek şok açıdan doğru değildir. Çünkü;
      
1. Başta bu, hukuki manada bir zulüm bir haksızlıktır. Devletin hukuka tahakkümü apaçık ortada iken, siyasi otoritenin dayattığı ‘…Ö’ iddiasını sorgusuz sualsiz alıp kullanmak hak ve hukukun en baş savunucuları olması gereken dindar kesime hiç yakışmamıştır. En yetkili ağızların’ Bunlar -yani Hizmet hareketi- her şeyi hukuka uygun yapıyorlar, bunların hakkından gelmek için hukukun ortadan kalktığı bir zemine ihtiyaç vardı. İşte 15 Temmuz darbesi bu ortamı hazırladı’ demesi hala kayıtlarda mevcuttur. O zaman şunu sormak gerekiyor ’o yapılacak hizmetleri illegal mi yapmak gerekiyordu?’ İllegal yapıldığında da denilmeyecek miydi ‘Bunlar kanunsuz işler yapıyor! Bu nasıl bir mantıktır? Bir devlet aklı vatandaşına nasıl böyle davranabilir. ‘Siyasetin köpeği ‘durumuna düşmüş, bir hukuk sisteminin, mevcut bu şartlarda adil karar veremeyeceği her kesimce dile getirilen bir gerçek haine dönüşmüştür. 

Siyasi otoritenin baskıları ile zoraki ‘…Ö’ kararları alan mahkeme ve üyelerinin tarafsız olmadıkları/olamadıkları maalesef açıkça görülmektedir. Bu ‘…Ö’ kararı, gerçek bir hukuki karar olmaktan daha çok, talimat zoruyla, korku, şantaj, baskı yöntemleri ile dikte ettirilmiş  bir karar olduğu zaten kamuoyu önünde bizzat Cumhurbaşkanı tarafından açıkça ikrar edilmektedir. (https://www.dailymotion.com/video/x4k5zzq) 

2. İnsani ve vicdani olarak da çok can yakıcıdır. Başta 15 Temmuz darbe kumpasının içinde yer alan tarikat ve cemaatçi kişilerin bildiği daha sonradan da herkesin öğrendiği gibi, artık bugün bu sözde darbenin Hizmet Hareketi’nin bir teşebbüsü olmadığı, onlara bir oyun kurarak iftira atıldığı, fakat bunu söylemeye yetkililerin cesaret edemediği aleniyet kazanmıştır. Onca başörtülü, hamile ve çocuklu kadınların tutuklanarak, yaşlıların hapishanelere atılması, ‘Terörist’ yaftasının takılması karşısında, mevcut cemaat, tarikat, diyanet ve ilahiyat çevreleri insani ve vicdani kayda değer bir tavır sergileyememişlerdir. 

Efendimiz (as) savaşta bile kesin olarak kadın ve çocuklara dokunulmasını yasaklamış olmasına rağmen (Buharî, Cihad,147,148;  Müslim, cihad, 24,25) bilhassa 15 Temmuz darbe fitnesinden sonra dinen masum ve koruma altında tutulması gereken kadın, çocuk ve yaşlılar (en son Hacı Mustafa Türk olayında olduğu gibi) saygısızca muamelelere maruz kalmışlardır. 

Başörtülü dindar Müslüman kadınların evlerine mahremiyet kuralları hiçe sayılarak baskınlar yapılmış, hayasızca çıplak aramalardan geçirilmiş, eziyet ve işkenceye maruz bırakılmışlardır. Hamile kadınlara baskın, tutuklama, nezaret, sorgu, hapishane safhalarında travmalar yaşatılmış ve merhametsizce hapishanelere hatta tek hücreli odalara atılmışlardır. Bakıma muhtaç çocukları olan dindar, başörtülü, okumuş, aydın kadınlar bebek ve çocuklarıyla birlikte koğuşlarda yaşamaya mecbur bırakılmışlardır. Yaşlı insanların kanuni hakları kendilerine tanınmamış, bakıma muhtaç, hasta olmalarına rağmen hapishanelerde süründürülmüşlerdir. Bu vicdansız uygulama karşısında, AKP ve ortaklarının ürettikleri ve ortaya attıkları dindar kesimin de maalesef kabullendiği ‘Onlar darbede başarılı olsalardı bize aynen böyle yapacaklardı’ iddiaları aynen 15 Temmuz sözde darbesi kadar büyük bir iftira ve yalandır. Bu yalan, dindar kesimin vicdanlarını yatıştırmak için bir ‘Müsekkin, sakinleştirici’ olarak sunuldu, onlarda ne yazık ki buna inandılar. 

Bu psikolojik bir vicdansızlaştırma hareketi idi. Bu  dindar kesimin AKP iktidarının alenen işlediği suç ,günah, yalan ve iftiralarına  şahit oldukları halde menfi tarafgirlik duygusuyla kör sağır, dilsiz kesilerek itiraz etmemeleri, ‘….Ö’ saçmalığına tezahürat tutmaları, bu zulüm ve haksızlıkları yapanları cesaretlendirmiş ve olayların büyümesine sebep olmuştur.

3. ‘…Ö’ lakabını benimsemek, kullanmak dini kaynaklar açısından oldukça sıkıntılı bir durum oluşturmaktadır. Gerçek bir mümin, gerçek bir Müslüman olmak, Kur’an ve hadis-i nebeviye göre hareket etmekle mümkündür. Hizmet Hareketi’ne ’F…’iftirasını atanların en çok korktukları hususun 15 Temmuz sözde darbesinin arka plan gerçeklerinin ortaya çıkma ihtimali  olduğu anlaşılıyor. 

Bu darbenin objektif hukuki, sivil kurullarca incelenmesine yanaşmamaları, olayı oldu-bittiye getirerek araştırılmasını ısrarla engellemeleri, bir diğer taraftan da, tek taraflı koro halinde, yüksek sesle, sürekli aynı yalanları tekrar etmeleri, toplumdan bir şeyler saklandıklarını açığa vuran sosyo-psikolojik bir gösterge olarak ortada durmaktadır. 15 Temmuz sözde darbesini AKP’nin kurgulayıp sahneye koyduğu artık herkesin konuştuğu bir konu olduğu halde Müslüman çevrelerin AKP zihniyetinin  söylediği her şeyi doğru kabul etmeleri ve hala bazılarının ‘..…Ö’ lafını tekrar edip durmaları Kur’ani, nebevi kriterler açısından oldukça sakıncalı bir durumdur.

a-Kur’an haberin kaynağının iyice araştırılmasını (Hucurat. 49/6) bilhassa fasığın getirdiği habere karşı daha bir dikkatli davranılmasını emreder. Zira onlar açık veya gizli günah işlemekten çekinmezler. Neticede haber bilgi kaynaklarından biridir. Haberin bir bilgi değeri taşıması için onun doğru olması şarttır. Haberin doğruluğu ise haberi getiren kimsenin âdil (güvenilir) olmasına bağlıdır. İslam hukukçularına göre fâsığın yalan söylemesi muhtemel olduğu için getirdiği o habere güvenilemez. O haber içinde artık şüphe barındırdığından dolayı tahkikat yapılmadan fâsığın haberiyle hüküm verilemez ve amel edilemez. 

Bugün ‘…Ö’ iftirasını ortaya atan zihniyetin kamuoyunda ele ayağa düşen sesli görüntülü pek çok haberde maalesef bir takım suç ve günahların içinde oldukları müşahede edilmektedir. Davacı olan AKP anlayışı, Davalı olan Hizmet Hareketi ve KHK’lılara ‘Darbe ‘suçlamasında bulunmakta, delil olarak ta objektif hukukun kabul etmediği, onlarında objektif hukuka götürmeye cesaret edemediği bir takım uydurma deliller sunmaktadırlar. Hizmet Hareketi ve KHK’lılar biz ‘Darbeci değiliz’ dedikleri ve itiraz ettikleri halde devlet gücünü kullanan AKP üretilmiş delillerle iddiasını ve ‘…Ö’ iftirası ile sürekli tekrar etmeye devam etmektedir. Hâkim konumunda bulunan halk kimin doğru söylediği hususunda karar vermekte zorlanmaktadır. Dindar bir kişinin  delillerin sahte, yetersiz, kurgu veya hüküm vermeye yeterli olmadığı veya eşit olduğu  durumlarda davalı ve davacının adaletine (dini emirler karşısındaki hassasiyetine) Mürüetine (İnsana yaraşır davranış sahibi olma) geçmiş mazisine ve yaptığı işlere bakarak bir kanaat sahibi olması gerekmektedir. 

Bir tarafta Allah rızasını hedeflemiş, eskiden beri milletinin yanında ve hizmetinde, müspet hareketi, sevgi ve hoşgörüyü benimsemiş, şiddet ve anarşiye karşı, halkın güvenini kazanmış masum ve mağdur bir kitle diğer tarafta da pek kanuni, dini problemlerle dolu iktidarını korumak için her yola başvurmaya kararlı siyasi bir klik. Belli ki bir oyun kurulmuş ve bu oyunun önü arkası, başı sonu dizayn edilmiş. Bunu görmemek için ya bu işin faili ya menfaatçisi ya  işbirlikçi, ya kör-sağır, ya da insani, imani duygulardan yoksun olmak gerekir. Dolayısıyla suçlarla anılır şüpheli, güvenilmez hale gelen  bir partinin kendi foyasını ortaya çıkardığını düşündüğü kitleyi karalamak için uydurduğu ‘…Ö’ iftirasına inanmak, destek vermek, söylemek, yazmak  milyonlarca insanın  kul hakkına girilmesine neden olacak bir günahtır.

b-İslam hukukunda ‘Suçun şahsiliği’ önemli bir esastır. (bk. Enam 6/164; Fatır 35/18; Necm 53/38-39) Hz. Peygamber (asm) ‘Babanın suçundan evladın, oğulun suçundan babanın ceza görmeyeceğini’ ( Ebu Davud, Diyat, 2) buyurmuşlardır. Beşerî hukukta da bu böyledir. Farz-ı muhal, ortada bir suç varsa, dinen ve hukuken esas olan, asıl suçlunun cezalandırılmasıdır. Böyle olması gerekirken, sırf eşi akrabası, çocuğu, tanıdığı, konuştuğu, telefonla aradığı gibi sudan sebeplerle insanlar tutuklanmış, sorguya çekilmiş, işinden gücünden edilmiştir. Bu dinimizde ve objektif hukukta tam bir hukuki dini cinayettir. 

c- ‘Devlet idaresi veya Başkan’a isyan ‘gibi konular dinin esaslarından, zaruriyat-ı diniyyeden değildir. ‘…Ö’ iftirasına, dini dayanak gibi sunulan bu bahane, itikadi açıdan herhangi bir kimseyi ‘tekfir ve tadlil’ le suçlamaya bir delil teşkil etmez. Laik, demokratik olduğu iddia edilen bir ülkede yaşanmaktadır. Anayasa ve kanunlar buna göre oluşturulmuştur. Ortada bir İslam devleti veya ‘halife’ değil, Cumhuriyetle idare edilen bir ülke ve Anayasa’ya bağlılık yemini etmiş yöneticiler vardır. Böyle bir ülkede olan biteni işine geldiği için ‘Dini literatür’ le izah etmek ‘Halife’ye, devlete isyan, bağlılık vs demek ikiyüzlülük olduğu kadar aynı zamanda dini dünya siyasetine alet etmek demektir. Kaldı ki ortada bir isyan falan da söz konusu değildir. Bu suç bahanesini (darbeyi) üreten ve bu bahaneyi yönetenlerin de AKP ve şürekası olduğu bilinen bir gerçekken, masum insanların kanını helal, malını ganimet vs görmek tam bir şaşmışlıktır. 

Bu sebeple “Ehl-i kıblenin tekfir olunmayacağı” hususu Ebû Hanîfe’den itibaren Ehl-i sünnet’in genel prensipleri arasında yer almıştır. (İslam Ansiklopedisi, Ehl-i Kıble Md) AKP ve işbirlikçilerinin Hizmet’i önce Diyanet’in sözde ‘Kendi diliyle ‘…Ö’ raporu ile (haşa) sapkın ilan etmeye çalışıp sonra da ‘.…Ö’ çamuruyla lekelemeye çabalamaları altı boş  tarihi bir cürümdür. Masum on binlerce insanı önce suç kumpasına çekmek, sonra hukuken tartışmalı bir kavram olan ‘iltisak’ lafını üreterek onları suçlu ilan etmek sonra da onları ‘…..Ö’ yaftası ile terörist olarak tanımlamak, eşi benzeri görülmemiş şeytani bir ‘çamur at tutmazsa lekesi kalır’ örneğidir.

d-İslam’da bir kişi veya topluluğa kötü bir lakap takmak, bunu kullanmak, yaymak, alay etmek haramdır. Yani günahtır. ‘.…Ö’ iftirasını ağzına alan bir Müslüman hiç mi şu ayeti okumamıştır?’ Ey iman edenler! Sizden hiçbir topluluk bir başka toplulukla alay etmesin. Ne mâlum? Belki alay edilenler edenlerden daha hayırlıdır. Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler. Belki de alay edilenler edenlerden daha hayırlıdır. Birbirinizi, (daha doğrusu kendilerinizi) karalamayın. Birbirinize kötü lakaplar takmayın. İman ettikten sonra insanın adının kötüye çıkması, fâsık damgası yemesi ne fena bir şeydir! Kim tövbe etmezse işte onlar tam zalim kimselerdir. (Hucurat,11)Eğer bu ayeti okudu ise acaba ne anlamaktadır? Kuran‘ın emri bu iken, acaba hangi cüretle  ‘…Ö’ lakabını kullanmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de inananların birbirlerini çirkin lakaplarla çağırmaları yasaklanmış ve bu davranış tövbe edip vazgeçilmesi gereken fâsıklık kapsamında sayılmıştır (el-Hucurât 49/11; İslam Ansiklopedisi, Lakap) Bir mümin fıska dair bir ameli sürekli işlerse bu kalpte bir küfür tohumuna dönüşebilir.’ Mâsiyetin mahiyetinde, bilhassa devam ederse, küfür tohumu vardır. Çünkü o mâsiyete devam eden, ülfet peyda eder. Sonra ona âşık ve mübtela olur. Terkine imkân bulamayacak dereceye gelir. Sonra o mâsiyetinin ikaba mûcib olmadığını temenniye başlar. Bu hâl böylece devam ettikçe, küfür tohumu yeşillenmeye başlar. En nihâyet, gerek ikabı (azabı) ve gerek dârü’l-ikabı (ahireti) inkâra sebep olur."(Mesneviye-i Nuriye)

e-Bazı ulema, insanların hoşuna gitmeyecek kötü lakaplar takılmasına, bu kötü lakaplarla anılmalarına gıybeti tarif eden bir hadis üzerinden yaklaşarak bunun da bir gıybet, haram olduğuna hükmetmişlerdir. Konu edilen hadis-i şerifte "Gıybet, kardeşini hoşuna gitmeyecek şekilde anmandır." (Tirmizî, Birr, 23) buyrulmaktadır. Hiç kimse bir ‘terörist’ olarak anılmaktan hoşlanmaz. Hele haksız yere böyle bir ithamla karşı karşıya gelen bir kişi asla bundan razı olmaz. Tüm Türkiye halkı şahittir ki ne Hizmet insanı ne de Hizmet insanı olarak işlerinden atılan KHK’lı insanlar hayatlarında ellerine silah almış insan değillerdir. Bu insanları ‘terör’ kavramını eğe-büke ‘Terörist’ tanımına sokmaya çalışmak ve ‘…Ö’ iftirası ile anmak suretiyle sürekli gıybetlerini yapmak, apaçık günah işlemek hükmündedir. Bu gıybetin sadece bir kişinin değil bir topluluğun gıybeti olduğu gerçeği düşünülecek olursa bu günah katmerli bir günaha dönüştüğü için sahibini uhrevi bir haserete maruz bırakacağı katidir.

f- Dinin bütün emir ve yasaklarının hedefinde şu beş şeyin korunması vardır. Bunlar; Can, mal, din, akıl ve de nesildir. Müminin canı, malı, ırz ve namusu diğer mümin kardeşine haramdır. Müminler arasındaki problemlere ışık tutan önemli bir hadis-i şerifte konu ile ilgili bu hususlar, “Birbirinizle hasetleşmeyiniz. Birbirinize kin ve nefret beslemeyiniz. Almayacağınız bir malın fiyatını müşteri kızıştırmak için artırmayınız. Birbirinize darılıp yüz çevirmeyiniz. Birinizin satışı üzerine -onunkisi bitmeden- başka biriniz satış yapmasın. Ey Allah’ın kulları, hakkıyla kardeşler olunuz. Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulüm ve haksızlık yapmaz, onu asla yardımsız ve desteksiz bırakmaz, hiçbir zaman hor-hakir görmez. -Allah Rasülü (aleyhissalatü vesselam), cümlenin burasında üç defa göğsüne işaret ederek buyurdular ki- Takvâ buradadır. Bir kim¬se için, Müs¬lü¬man kar¬de¬şi¬ni hor ve hakir görmesi kötülük olarak yeter. Her bir Müslümanın canı, malı ve ırzı, diğer Müslümanlara haramdır.” (Müslim, Birr 32, Buhârî, Edeb 57) şeklinde ifade edilmiştir.

Bu hadis açısından bakıldığında ‘…Ö’ lafı müminlerin can, mal ve ırzına yönelik büyük bir tecavüzdür. Mümin ve onun taşıdığı iman Allah nezdinde Kabe’den daha hürmetlidir. Bir gün Peygamber (as) Kâbe‘ye bakarak şöyle buyurdular. “Merhaba! sen ve senin saygınlığın ne kadar büyüktür. Kuşkusuz Allah seni çok şerefli, çok mükerrem/hürmetli, çok azametli kılmıştır; fakat mümin Allah katında senden daha hürmetli/daha saygı değerdir. Çünkü Allah senin için bir şeyi haram kılmışken mümin için üç şeyi yasaklamıştır. Bunlar, onun kanının dökülmesi, malına tecavüz edilmesi ve onun hakkında su-i zan edilmesidir.” (İbn Mace, Fiten,2; Mecmau’z-zevaid, 1/81) Hiçbir bahane müminlere bu hakareti, bu manevi tecavüzü yapmayı meşru kılmaz/kılamaz.

’…Ö’ iftirası ile damgalanan pek çok mümin, masum insan tutuklandı, hapse atıldı, mallarına el konuldu, işkence yapıldı, işlerinden atıldı, ailesi ve yuvası dağıldı. Halbuki kafir bile masum ve hatasız ise şayet, onu rahatsız etmek İslam dininde yasaktır. Çünkü Peygamberimiz (asm) şöyle buyurmuştur: "Kim bir zımmiye eziyet etse, şüphesiz ben onun hasmıyım (düşmanıyım)." (el-Hindî, Kenzu’l-Ummal, IV / 618; el-Camiu’s-Sağîr, I / 1210) ‘.…Ö’ iftirası hizmet insanını ,KHK’lıları derinden üzmüş ve rahatsız etmiştir. Bu onlara maddi manevi bir eziyettir. Zımmiye eziyeti yasaklayan dinimiz ehl-i kıble olduğunda şüphe olmayan insanlara ‘…Ö’ gibi lakaplarla eziyet edilmesini de  her halükârda  yasaklar ve buna asla müsaade etmez. 

g-Diyanet,  ilahiyat camiasında bulunanlar ise tarihi bir sorumluluk altındadırlar. İslam tarihinde saraya ve sultana yakınlık hiçbir zaman tasvip edilen bir ahlak olarak değerlendirilmemiştir. İnsan da bir zaaf olarak güçlü, zengin, şöhret ve nüfuz sahibi insanlarla beraber olmaya, onlarla oturup kalkmaya karşı bir meyil vardır. Bunu maddi manevi menfaati için yaptığı gibi korktuğundan, korunma ve sığınma iç güdüsünü tatminden dolayı da yapabilir. Şayet bu yakınlık hakka, adalete, irşat ve tebliğe hizmet etmiyorsa gerçek alimler için bu yakınlaşma bir kusur bir hatadır. Ondan dolayıdır ki maddi şahsi menfaatler için  saraya ve hükümdara yakın olan ulema gerçek alimler tarafından ulema-i’s suu yani kötü alimler olarak nitelenmişlerdir. Alimlerin sultana ve saraya yakınlıkları çoğu kere onların haksız icraatlarını onaylama, zulme varan idari işlerini desteklemeye sebep olmuştur. Şu bir gerçektir ki İslam tarihinde sayıları çok olmasa da bir hayli ‘halife’ unvanını taşıyan zalim, diktatör sultan ve hükümdarlar olmuştur. Ehl-i sünnet ve Peygamber yolunu takip eden İmam-ı Azam gibi pek çok değerli insanlara bu sultanlar tarafından eza cefa, haksızlık ve zulüm yapıldığı bilinen bir gerçektir. Yani pek çok sultanın kendi iktidarlarını korumak için peygamber mirasını temsil eden kişi veya gruplara gadrettiği tarihi bir hakikattir. Bu tarihi hakikatlerin bir benzeri de bugünlerde yaşanmaktadır. Müslüman önderlere düşen aldanmamak, korkmamak ve zalimde olsa hakikati söylemek, en azından sükût etmek ve bu şekilde zalime yardımcı olmamaktır. Güçlü fakat haksız olanı değil, zayıf ama haklı olan insanların hakkını korumaları gerekmektedir.

h-Yaptığım küçük bir araştırmada değişik cemaat ve tarikatların sosyal medya ve web sayfalarındaki yayınlarında ‘İslam’da lakap takmak caiz midir?’ sorusuna verilen cevaplara baktım. Hemen hemen tümünde (Hucurat Suresi 11.)ayetten yola çıkarak ‘İnsanları beğenmediği, üzüleceği lakaplarla çağırmak günahtır. Böyle bir lakapla arkasından konuşmak da gıybettir, haramdır.’ neticesine çıkan yorumlar yaptıkları görülmektedir.

(https://islamansiklopedisi.org.tr/lakap#1)
(https://www.sabah.com.tr/yazarlar/hatipoglu/2019/06/28/lakap-takmak-ahlaksizliktir)
(https://dinimizislam.com/detay.asp?Aid=1258)
(https://www.youtube.com/watch?v=Oiow0e9lH7k)

Diyanetin yayınladığı sitede de bu fiilin (yani kötü lakap takmak)bir fasık fiili olacağı ifade edilmektedir.’ İman ettikten sonra fasıklıkla anılmak ne kötüdür.’ cümlesi iki şekilde anlaşılmaya müsaittir. Yasaklanan fiil ve davranışları işleyenler fasık (günahkâr, yoldan çıkmış) olurlar, bu nitelik de bir mümine yakışmaz (https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-tefsir-1/hucurat-suresi-49/ayet-11/kuran-yolu-)


Dini kesimin kötü lakap takma hakkında yazdıkları, söyledikleri  ile yaptıkları  arasındaki çelişki dikkat çekicidir. Dolayısıyla bu fiil, bir kişi veya gruba, cemaate ‘…Ö’ ve benzeri lakaplar takmak, o insanların hepsine birden bir suç isnadında bulunmak iftira atmak, gıybet etmek demektir. Yani bir terörist ne yapıyorsa o insanların da günah ve suç olan (korkutma, zorlama, baskı, şiddet kullanma, yaralama, öldürme gibi) fiilleri yaptıklarını iddia etmek demektir. Fasığın haberine göre birilerine, yapmadıkları bir şeyden dolayı  sanki yapmışlar  gibi  bir  suç ve günah  isnadında bulunmak, bir yalan ve iftira olması yönüyle, bunun bir fısk olduğu, bu günahı işleyeninde fasıklık yaptığı gerçeğini ortaya koymakladır.  


Diyanet ve İlahiyat ilim çevreleri kamuoyunda ‘…Ö’ lakabını kullanmanın, toplum içinde ayrıştırmaya, fitneye, ötekileştirmeye sebebiyet veren dini ve hukuki bir ‘Nefret söylemi’ olduğunu, bunun dine haram, günah ve hukuken de bir insanlık suçu işlemek manasına geldiğini neye mal olursa olsun ifade etmeleri, bu oyunun bir parçası olmamaları gerekmektedir.


Netice olarak bir Müslümanın başka bir Müslüman kişi veya grup hakkında ‘terörist’ gibi bir suçlama yapma konusunda oldukça dikkatli davranma zarureti vardır. Hele hele varlık sebebini insanları ve toplumu ıslaha adamış bir harekete, dünya da ilk defa ‘Terörist Müslüman, Müslüman da terörist olamaz ‘diyerek, Müslümanlıkla terörizmin hem mana hem de fiil olarak birbirine zıt iki kavram olduğunu bütün cihana ilan eden bir kişiye yani Fethullah Gülen Hocaefendi’ye ‘terörist’ demek büyük bir haksızlık ve günahtır.

03 Eylül 2023 17:18
DİĞER HABERLER