''Rivayet odur ki, Baybars’a, İmam Nevevî’yi niçin öldürtmediğini sorduklarında: “Bunu istemedim değil. Fakat onu öldürtmeyi her arzu ettiğimde, ikimizin arasında ağzını kocaman açmış bir aslan buna engel oldu. Öldürülmesini emretseydim beni parçalayacaktı” cevabını verecekti.''
Ahmet Yılmaz / Samanyoluhaber.com
Gadre uğramış bir Alim, İmam Nevevi
İmâm Nevevî ya da tam adıyla Yahyâ b. Şeref en-Nevevî...
Ortalama bir Müslümanın günlük hayatında ihtiyaç duyacağı birçok âyet ve hadisi içeren Riyâzü’s-sâlihîn isimli konulu başucu eserin müellifi.
Zehebî (ö. 748/1348) gibi kudretli bir hadis münekkidinin “hadis âlimlerinin efendisi” olarak nitelediği, önemli bir hadis hâfızı, İmam Nevevî. Sahih hadisleri, zayıf ve uydurma rivayetlerden kolayca ayırabilen, râvilerin durumlarını, hadislerde geçen ğarîb kelimeleri çok iyi bilen bir otorite.
Hadislerden fıkhî hükümler istinbat etmede son derece yetenekli bir müçtehit aynı zamanda. Şâfiî fıkhında devrinin en büyük imamı, Ehl-i Sünnet’in kalesi ve “gerçek” ulemanın o günkü temsilcisi…
Zamanının devlet başkanı ise el-Melikü’z-Zâhir Rüknüddîn el-Bundukdârî idi. Nâm-ı diğer ile Baybars. Fakirlikten, yokluktan gelmiş ve basamakları bir bir tırmanarak saraylara sultan olmuş, zulüm ve kargaşa kokan Mısır-Suriye topraklarında on yedi yıl kadar saltanat sürmüş I. Baybars...
Kıpçak asıllı bu Türk sultanı, aslında haçlılara karşı kayda değer başarılar da kazanmıştı. Yönettiği ülke, devletler muvazenesinde hatırı sayılır bir noktaya gelmişti. Ancak onun zamanla, bir çeşit güç zehirlenmesine kapıldığı ve sonuçta bazı gaddarca uygulamalara giriştiği anlaşılıyor.
O, bir defasında, Moğolların saldırılarını gerekçe göstererek Suriye’nin bereketli topraklarını, bağlarını, bahçelerini kendi saray hazinesine katmak istemiş, bunun için de o bölgede bulunan âlimlerin fetvasını talep etmişti. Öcüye bak siyaseti! Marjinal fikirlerini halk nezdinde güçlü kılmak için sanal bir gerçeklik oluşturmak ve bunu yaparken de bir kısım yağdanlıkları kullanmak, onları kapı kuluna çevirmek, hatta bu uğurda hak dostlarını “dalâlet” ile yaftalamak, ümeramızın geleneğinde pek kadim bir uygulamadır, nitekim! O ulemâ-i sû’dan bazıları korktuklarından, bazıları mansıplarını korumak için, bazıları da dünya malına tav oldukları için sultanın istediği fetvayı verebilmişlerdi.
Baybars’ın fetva “emrine” İmam Nevevî’den başka inkıyat etmeyen ikinci bir âlim var mıydı, bilmiyoruz. Bilebildiğimiz, o işin sancaktarlığını yapmak, selef-i sâlihînin iz düşümünde yol almaya çalışan İmam Nevevî’ye düşmüştü, kader planında...
Sultan’ın bu konudaki ısrarları üzerine Nevevî ona şunları söyleyecekti: “İyi biliyorum ki, sen bir zamanlar Emîr Bunduktâr’ın kölesiydin. Hiçbir şeyin yokken Allah lütfedip seni melik yaptı. Duyduğuma göre sarayında, eyerlerinin kayışları altından mamul bin kölen, çeşit çeşit ziynet eşyalarına sahip iki yüz cariyen varmış. Bütün bunları onlardan alıp savaş hazırlığı için kullandığın hâlde devlet hazinesi yetersiz kalırsa, halkın malına el koyman için o zaman sana fetva veririm!”
O koca imam bununla da yetinmemiş, Suriyelilere yüklenen savaş vergilerinin ağırlığından söz ederek bu vergilerin kaldırılmasını, müderrislerin maaşlarının da azaltılmamasını talep etmişti.
Nevevî’nin bu adalet ve hakkaniyet kokan sözlerine ve istediği fetvayı vermemesine çok içerlemişti Baybars. Kendisinden bekleneni yaptı, Şam’ı hemen terk etmesini istedi. Meğer sürgün, bu toprakların bir olgusuymuş! Dudaklarından “baş üstüne!” sözleri dökülmüş ve Şam’ı terk ederek, kasabası Nevâ’ya dönmüştü, koca imam. Pasif bir direnişti onunki. Baybars ise hasede, kine ve intikam düşüncesine kilitlenmişti bir kere. Herkese hükmetmeliydi. Bir “hocaefendi” onun “muktedir” karizmasını çizemezdi. Sarayındaki özel yaşantısını açık ederek özenle kurguladığı imajını sarsamazdı. Nevevî merhum huzurundan ayrılır ayrılmaz, onun vazifesine son verilmesini ve maaşının da kesilmesini emretti. Adamları ona Nevevî’nin bir vazifesi bulunmadığını, dolayısıyla maaş da almadığını, söylediler. O gün, “Öyleyse ne ile geçiniyor?” diye soran Baybars, “Babasının gönderdikleriyle”, cevabını almıştı.
Rivayet odur ki, Baybars’a, İmam Nevevî’yi niçin öldürtmediğini sorduklarında: “Bunu istemedim değil. Fakat onu öldürtmeyi her arzu ettiğimde, ikimizin arasında ağzını kocaman açmış bir aslan buna engel oldu. Öldürülmesini emretseydim beni parçalayacaktı” cevabını verecekti.
Zorlukları bol ama mütevekkilâne bir hayat süren Nevevî, DİA “Nevevî” maddesinde anlatıldığına göre; Eşrefiyye Dârülhadîsi’nde hoca olarak görev yaparken, kendisine “sefer izni” çıktığını söyleyerek hocalarının kabirlerini ve tanıdıklarını ziyaret etmiş, kitaplarını medreseye vakfetmiş, Kudüs’ü de son bir ziyaret edip köyü Nevâ’ya dönmüş ve 676/1277 tarihinde orada vefat etmişti.
Yaşadığı devirde ümeranın türlü gaddarlıklarına maruz kalan Nevevî’nin adı “Yahya” idi. Yahya, Türkçede “Yaşar” demek. Gerçekten de Nevevî merhum, bugün dillerde her daim hayırla yâd ediliyor, dualar ediliyor, gönüllerde yaşıyor. Onun ihlas ve samimiyet tablolarıyla dolu hayatının en güzel semerelerinden olan Riyâzü’s-sâlihîn, öteden beri evlerimizin en nadide köşelerinde itina ile muhafaza ediliyor ve camilerimizde mevizelere kaynaklık teşkil etmeyi sürdürüyor. Hatta kimi İslam beldelerinde “hatim” usulüyle müzakere ediliyor. Dedelerimizin Osmanlısında, kız babalarının, damat adayları için, “Delikanlımız Riyâzü’s-sâlihîn okumuş, bitirmiş midir?” diye sual ettikleri anlatılır. Onun Hadis ve Fıkıh ilimleri başta olmak üzere, birçok dini disiplinle ilgili kaleme aldığı yüzlerce cilt eseri, bugün ilim ehline hizmet vermeye devam ediyor.
Kaynaklarda “aslında dindar bir kişilik olduğuyla ilgili” kayıtlar bulunan Baybars’a ne mi oldu? Kaderin cilvesine bakın ki İmam Nevevî merhum ile aynı senede vefat etti. Muktedir ama gaddar bir yönetici olarak ismi, tarih kitaplarının satır aralarında kaldı sadece…
YAPICI ELEŞTİRİ
Bir dostum aradı geçen gün. Tertemiz, seçkin, kâmil bir dost.
Hal hatırdan sonra konuya girdi. Kemâl-i edeple ve “beyefendi” üslubuyla bazı tavsiyelerde bulundu:
“Her ne yazarsan yaz, yazdıkların ile insanları kucaklayabildiğin kadar kucakla. Okuyucuların sende kendilerine ait bir şeyler bulabilsin. Kuşatıcı olmayı başarabilirsin.
Hayatın içinden bir dil yakalayabilir ve meramını çok daha kısa ifade edebilirsin. Sende bu kumaş var.
Din diliyle kendi özgün tarzını harmanlayıncaya kadar, -gerekirse- yazı üslubunu beğendiğin bir yazarı taklit et. O yazarın kişiliğini onaylamasan bile bunu yap.”
“Teşekkür derim” dedim, “Bana çok önemli üç husus söylediniz. İstifade edilesi nasihatler…”
“Hayır” dedi, “Ben sana dört husus söyledim. Seni sevdiğimi de söyledim ya!”
Eskilerin “et-tenkidü’l-îcâbî”, şimdikilerin “pozitif”, “yapıcı” ya da “onarıcı” eleştiri dedikleri tam da bu olsa gerek.
Bereketli bir ömür süresin, kıymetli dost!
TBMM MENÜSÜ
Mustafa Şentop, sonucu belli bir oylama neticesinde TBMM Başkanı seçilmiş.
Eski başkan Binali Yıldırım, uzun uğraşlar ve kamuoyu baskıları sonucunda zar zor istifa etmişti, malumlarınız olduğu üzere.
Şentop, her ne kadar İstanbul milletvekili olsa da aslen Tekirdağlı.
TBMM Lokantası, ona başkan seçildiği gün bir jest yapmış, Rumeli menüsü çıkarmış.
Menüden:
Tekirdağ Köftesi
Rumeli Patates Çorbası
Rumeli Beğendisi
Bilmem ne kadar maaş alan sayın milletvekillerimize afiyet olsun, ne diyelim...
Domates kuyruğundakilerin dikkatlerini çekmiş midir bilmiyorum ama benim dikkatimi çekti, yazayım istedim.
Bu arada, Ankara’da kurulan tanzim satış noktalarında bakliyat da satılmaya başlamış. Ejder meyveli smoothie, Rumeli Beğendisi filan onların olsun, bize kuru yeter diyen fasulye-pilavcılara duyurulur…
VİCDAN’I YAZARKEN VİCDANSIZLIĞA DÜŞMEK
Vicdansızlığın anatomisini tespit adına, emin olunuz yazacak çok şey var. Ancak, haftalardan beridir bu konuda yazıyorum. Siz kıymetli dostlara gına getirttim diye düşünmeye başladım.
Tamam mı? Yoksa vicdansızlığın karanlık dehlizlerinde yolculuk yapmaya devam mı? Ne dersiniz? Lütfen bana iletilerinizle ulaşıp görüşlerinizi paylaşın.