Gazetecilik yerle bir olmuşken

Bazı meslektaşlarımız ortalığı velveleye vererek bazı gerçeklerin görünmez kılınabileceğini sanıyor galiba. Oysa ortaya çıkan acı gerçek, gürültüye pabuç bırakmayacak kadar sarsıcı. Bağırsan da, çağırsan da, tepinsen de manzara ayan beyan ortada: Kendine gazeteci sıfatını layık gören birileri bu mesleği bir zırh gibi kullanmakta ve psikolojik harp yürütmekte. Oda TV soruşturmasından elde edilen bilgi ve belgeler netleştikçe bir kısım ilişkiler de gün yüzüne çıkıyor. Bu vahim durum bazı meslektaşlarımızı büyük bir öfkeye sevk ediyor. O kadar ki bazı dönemlerde demokrat ve liberal görüntü veren kişilerin bir kısmı bile öfkesine kapılıp savruluveriyor. Hâlbuki savrulacak zaman değil şimdi. Hani yıllardır konuşulan medya-mafya ilişkisi var ya, hani öteden beri dillerden düşmeyen medya-ajanlık münasebeti var ya, hani tâ baştan beri tartışılagelen medya-cunta kardeşliği var ya... İşte bu konuların tastamam anlaşılır hale geleceği bir dönemi yaşıyoruz. Hiç feryad-u figana gerek yok. Oda TV denilen merkezden (ve benzeri bir hayli bol olan mahfillerden) ne tür operasyonlar yapıldığını konuşmanın zamanı geldi, geçiyor... İnsanlar hakkında bilgi ve belge üretilmiş, kitleler hakkında karalama kampanyası düzenlenmiş; hatta kişilere tuzaklar kurulmuş, şantajlar yapılmış... Niçin? Siyaseti ve toplumu dizayn edebilmek için! Bu mudur, 'ulusalcılık', bu mudur 'kuvvacılık', bu mudur gazetecilik?!. Kendine muhabir diyen bir kadın, eski CHP lideri Deniz Baykal'ın odasına gidiyor. Ona tuzak kurabilmek için şimdiki CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'ndan ve ekibinden teknik destek talep ediyor. Bütün bunlar yaşanırken selefine telefon açıp, "Aman dikkat, bir tuzak var!" demiyor. Kendisine bu iddialar sorulduğunda 'hık mık' ediyor önce; 'gazeteci kadın' ısrar edip bazı imalarda bulununca, "Konu Baykal değil, bir AKP'liydi..." diyor. Bu beyan bile nasıl korkunç bir manzarayla karşı karşıya olduğumuzu deşifre ediyor. Yani, komplo falana kurulursa ayıp, filana kurulursa meşru; öyle mi? Oda TV muhabiri İklim Bayraktar'ı kim görevlendirmiş; o kişilerin 'gazeteci kimliği' ne kadar geçerlidir; asıl sorular bunlar! Bir cephede gazetecilik dibe vurdu, ama sanki hiç farkında değilmiş gibi gökyüzüne bakıp ıslık çalarak dolaşmaya; yer yer de 'yandaş', 'besleme' türküsü tutturup dolaşmaya yelteniyorlar. Oysa meslekî zemin kayıyor ayaklarının altından. Ergenekon'a destek vermek için, tutuklanan gazetecileri kendilerine kalkan yapmak ne kendilerine bir yarar sağlar, ne mesleklerine. Nedim Şener, Ahmet Şık vs. bahane; Oda TV ile başlayan ilişkiler yumağını gizlemek şahane! Küs gazetecileri barıştırma furyası vardı bir zamanlar; küsler ve barışanlar. Bir de arabulucular. Maksat neydi, hedef neydi, karşılıklı bilgilendirme ve yönlendirme var mıydı, bilemiyorum; ancak bir kısım hırçınlıkların o ilişkileri ört bas etmeye yönelik olmasından kaygı duyuyorum... Bir de yabancı basına yalan yanlış yazı yazan, bazı kişiler var. Bunlar ne zaman ortalık toz duman olsa ellerine kalemi alıp bir ideolojiye tercümanlık yapıyor, önyargılarını ve art niyetli yönlendirmelerini yabancı basın üzerinden ifade ediyor. Önyargı ve art niyet. Aynen böyle diyorum; zira sıkışıp kaldıkları daracık çevrenin ülkenin asli dinamiklerinden fersah fersah uzak olduklarını bile hissetmiyorlar. Basmakalıp fikirler ve peşin verilmiş hükümler doğrultusunda ezberlerini önce yabancı bir yayına servis yapıyorlar, ardından da bu fikirler Avrupa ve Amerika'da kabul görmüş edasıyla bazı büyük markaların arkasına gizleniyorlar. Bu da gazetecilik değil... Meselenin özü şudur: Bu ülkede gazetecilik hiçbir zaman evrensel meslek kriterleri doğrultusunda yapılmadı. Maalesef bu mesleği icra edenlerden bir kesim kendini devletle, istihbarat örgütleriyle, askerî cuntalarla, antidemokratik yapılarla beraber gördü; onların direktifi doğrultusunda vazife yaptı. Bu nedenle asker, her on yılda bir kolaylıkla darbe yaptı; demokrasinin canına okudu. Güdümlü basın darbe öncesi yaptığı neşriyatla psikolojik şartları hazır hale getiriyor, darbeyi 'kaçınılmaz' bir çıkış yolu olarak halka takdim ediyordu. Şimdi şartlar değişti; çünkü hem dünya değişti hem Türkiye. Artık vatandaşın vergisiyle alınan silahların vatandaşa yönelmesine hiç kimse razı değil. Devletin bütün birimleri kendi aslî görevlerine dönüyor bu yeni süreçte. Eskiden Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve yüksek yargı yoluyla bir vesayet sistemi oluşturulmuştu. Şimdi bu önemli iki kurum kendi aslî sınırlarına çekiliyor. Peki ya medya? Onca demokratik gelişime rağmen basının bir bölümü hâlâ eski darbe taraftarı rolünü oynamak için direniyor. Eskiden beri devam eden ilişkilerinin ortaya çıkmasını istemiyor. Hadiseler bazı gerçekleri fâş ettikçe onlar konuyu, 'sivil diktatörlük' gibi absürt noktalara çekiyor. Kavgaya gürültüye gerek yok; gazetecilik mesleği de aslî sınırlarına çekilecek. Yani, gazetecilik zırhına bürünerek anti demokratik güçlere destek verme dönemi çoktan sona ermiştir. Yüreği olan, meslekî rekabete, yani nitelikli haberciliğe, derinlikli yorumculuğa kafa yorar ve o şehrahta yol alır. Bu tercihi yapmayanların meslekî kariyeri hazin bir sonla bitecek. Bu gerçeği görmemek için ya kör olmak lazım; ya da gözlerini ısrarla kapatıyor olmak... Abone kampanyasına sürprizle giriyoruz Malum; Zaman sevdalılarının yakından takip ettiği iki mevsim var: İlki bahara doğru başlayan kampanya dönemi; diğeri okulların açılma dönemine denk gelen abone çalışmaları. Bu sene her iki mevsimi de şenlendirecek kadar önemli sebeplerimiz bulunmakta. Bu hafta başlayacak ve nisan ayının sonuna kadar sürecek ilk kampanyamız için çok büyük bir sürprizimiz var. Okulların açılmasıyla başlayan güz kampanyası ise gazetemizin 25. kuruluş yıldönümüne denk geliyor. Önce bahar dönemi için hazırlanan büyük sürpriz: Sevgili Zaman okurları, üç gün sonra (17 Mart Perşembe) elinize yeni bir derginin tanıtım sayısı ulaşacak. Pırıl pırıl bir dergi. Kuşe kâğıda basılmış. En ince ayrıntıya kadar özenle çalışılmış bir yayın bulacaksınız karşınızda. Adı, Yeni Bahar. İnsana ve hayata dair hemen her konuyu büyük bir titizlikle ele alacak dergide aile, çocuk, kültür, sağlık gibi temalar işlenecek. Hafta boyu elinizden düşüremeyeceğinize inandığımız bu yayına ulaşmanın iki yolu bulunmakta: Ya yıllık abone olmayı tercih edip her hafta bu dergiyi ücretsiz edineceksiniz ya da Zaman'la birlikte satın alacaksınız. Yıllık abone nedir? Malum olduğu üzere gazete aboneliği genellikle aylık ödemelerle yapılmakta. Bu durumun değiştirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Devamlı ve kalıcı okurun sadece Zaman için değil, gazete okuma kültürümüz için de önemli olduğunu ve gazetelere renk kattığını düşünüyoruz... Sistem şöyle işleyecek: Yıllık abone olan kişiler peşin ödeme yapmıyor, kredi kartları vasıtasıyla her ay tahsilât yapılmasına izin vermiş oluyor. Böylece kapıdan tahsilât yapmadaki bazı zorluklar da aşılıyor. Uzun söze hâcet yok aslında. Perşembe günü Yeni Bahar'la tanışacaksınız. Bu sımsıcak derginin bireyi, aileyi, toplumu nasıl kucakladığını göreceksiniz. Büyük bir boşluğu dolduracağına inandığımız bu güzel ürünü elde etmek için perşembe günü sizlerle buluşacak tanıtım sayımızı incelemenizi istirham ediyoruz. Derginin ilk sayısı, tanıtım sayısından iki hafta sonra çıkacak. O iki hafta içinde talepler toplanacak ve yıllık abone olanlar için 52 sayılık dergimizi vermeye başlayacağız. Yıllık abone için hangi işlemlerin yapılacağını perşembeden itibaren ayrıntılı bir şekilde neşredeceğiz. İnanın gerçekten çok heyecanlıyız; zira bu gazetenin daha çok okunması, daha sürekli okunması gerektiğine yürekten inanıyoruz. Bu gazetenin ne kadar büyük bir boşluğu doldurduğunu yaşadığımız her hadise bir daha ispatlamış oldu. Her olaydan sonra, "İyi ki Zaman var!" demenin gönül rahatlığı ve heyecanı içinde sizi kesintisiz gazete aboneliğine davet ediyoruz. Nice Yeni Bahar'la diliyoruz... Star'a başarılar Her meslekte olduğu gibi bizim meslekte de asıl yapılması gereken kalite yarışına dayalı tatlı rekabeti teşvik etmektir. Farklı yaklaşımlar, farklı tarzlar, farklı düşünceler gazeteciliğin en güzel yanıdır. Ne var ki bizde gazete(ci)ler laf yarıştırmayı, kamplaşmayı, ideolojik çatışmayı; meslekî rekabete tercih ederler. Bu nedenle Türkiye'de gazetecilik (pek çok sektörün aksine) kendini yenileyemiyor, değiştiremiyor... Star Gazetesi yeni bir yayın hamlesi yapıyor. Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu'nu arayıp tebrik ettim. Çünkü bir gazetenin kalitesini artırma gayreti ayakta alkışlanacak bir hamledir. Karaalioğlu'ndan öğrendiğime göre gazetenin tasarımı tepeden tırnağa yenileniyor. Yeni sayfalar, yeni köşeler, yeni logo, yeni mizanpaj; en önemlisi büyük bir yayıncılık heyecanı yaşıyor Star Gazetesi. Değerli dostum Mustafa, bu durumu şöyle izah etti: "Avrupaî bir gazete olacak; ancak Akdeniz çizgileri taşıyan bir mizanpaj yapıyoruz." Ne kadar güzel! Genel Yayın Yönetmeni'nin verdiği bir başka müjde daha var: Robert Fisk, Ferid Zekeriya, Fehmi Hüveydi, Tony Karon gibi isimlerden bir kısmı Star için, bir kısmı da dünyadaki başka gazetelerle eşzamanlı olarak yayınlanacakmış. Çarşamba günü yeni haliyle okurun huzuruna çıkacak Star'a başarılar diliyorum. Asıl yapılması gerekeni hatırlattıkları için; kalite yarışında rekabeti zorladıkları için...
14 Mart 2011 08:38
DİĞER HABERLER