Geç gelen itfaiye...

''Ekonomi derin bir durgunluğa seyrediyor. Bu, TL istikrara kavuşana kadar, sermaye akışı başlayana kadar devam edecek. Bu faiz artışı gerekli ama her şeye ilaç olamayacak ne yazık ki. Sadece “TL’deki kanamayı” yavaşlatacak.''
Uğur Gürses / ugurgurses.wordpress.com
Geç gelen itfaiye…

Merkez Bankası yine geç kalarak ama eskisine göre daha bir “gereğini” yaparak adım attı; politika faizini yüzde 17.75’ten yüzde 24’e yükseltti. Tam 6.25 puanlık artış. 2002 Sonrasının en yüksek faiz artışı bu. Bugüne kadar en yüksek artış 2014 Ocak ayındaki 5.5 puanlık artış idi. O tarihte de faize dokunmadan durumu idare etme, kuru döviz satarak durdurma denemesi “ağır bir dersle” sonuçlanmış; o güne kadar faizi yarım puan düşük tutalım derken, 5.5 puanlık faiz artışı ile sonlamıştı.

Böylece düne kadar tavan olan gecelik yüzde 19.25’le verdiği parayı, artık haftalık vadede yüzde 24’le para verecek. Banka isterse likiditeyi kısarak piyasayı gecelik vadede yüzde 25.5’e itebilecek.

Analistler Merkez Bankası’nın, politika faizi olan haftalık repo faizi yüzde 17.75’in üzerine 3-4 puanlık bir artış yapabileceğini düşünüyordu; ama gereği ise yüzde 10 puana yakın idi.

Geçmişteki duruşu, “işin gereğinden” çok “piyasa beklentisinin üzerinde” adımlar olan Merkez Bankası’nın bu defa kredibiliteyi onarmak için ikisinin de arasında görece yüksek faiz artışı yaptığı söylenebilir. Ama ilk defa, “gereğini yapmaya” yaklaştı.

Bugüne kadar neden beklendiği, neden ekonomiye bu kadar hasara göz yumulduğu anlaşılır gibi değil.

Geç kaldıkça kuru istikrara kavuşturmak o kadar da kolay değil. Alacağınız önlemlerin daha “acı” olmasını sağlıyor geç kalmak.

Etraftan dolaşma, yan yollarla “kuru hizaya getirme” çabalarının her defasında işe yaramadığını görmek, test etmek mi gerekiyordu? Eğer böyle ise Ankara’da ekonomi politikasına yön verenlerin liyakat ve kapasitelerini de sorgulamak gerekiyor.

Boğazına kadar döviz borçusu olan, bir yıllık vadede cari açığı için her yıl 40-50 milyar dolar, bir yılda vadesi gelecek döviz borçları için 100-120 milyar dolar, toplamda ortalama 150 milyar dolar bulmaya ihtiyacı olan ülkede, ekonomi politikası savruluyorsa ulusal para savunmasız kalıyorsa döviz kuru yükselir.

Siyasi krizlerde de biraz daha yükselir. Kur yükselişini, daha önce döviz getirmiş ama krizde döviz alarak çıkmak isteyen yabancı yatırımcının önünü kesmek, “dış güçler” diyerek ülkeye ileride gelecek potansiyel fonları ters yüz etmek daha da olumsuz etki yaratıyor.

Hele ki kendi yurttaşını “bize ekonomik savaş açtılar” diyerek tedirgin eden, döviz almayın, bozdurun diye “yatırım tavsiyesi” verilen ve kendi parasını korumak için adım atılmayan ülkede yurttaşlar doğal olarak dövizlerini yastık altına çekmeye başlar.

Ankara’da son yıllarda hep “TL faizine elleme, yan yol bul” denilerek TL’nin değer kaybı seyredildi.

Son ABD krizinde ise zihinler şöyle çalıştı: “hımmm döviz kurları yoluyla bize savaş ilan ediyorlar. Nasıl yapıyorlar? TL bulup döviz alıyorlar. TL’yi nereden buluyorlar? Swap piyasasından. O zaman Swap piyasasından TL borçlanmalarının önünü keselim. Nasıl keselim? Türk bankalarına BDDK desin ki; yabancı bankalara TL verdiğin swap işlemlerine özkaynaklarının yarısı kadar limit koydum, olmadı mı yüzde 25’e indir”

Swap piyasasını boğunca ne mi oldu? Swap piyasasında 1 yıllık faizler yüzde 30’a vurdu.

Ne için yapılmıştı? Faize dokunmadan yasakçılıkla kuru dizginlemek için. Ne oldu? Hem kur düşmedi hem de faiz patladı.

Sıcak paraya kalmışsınız basiretli bir para politikası yürütemiyorsunuz; yabancı yatırımcıyı ürkütmüşsünüz. Güvensizliği körükleyen söylemlerle yerleşikleri ürkütmüşsünüz.

İşte bu koşullarda, bugün Merkez Bankası gerisinde kaldığı piyasaya yetişti.

“Merkez faizi 6.25 puan artırınca işte resesyona gidiyor” diyenler, bügüne kadar piyasa faizinin zaten aylık vadede yüzde 24-25’te, yıllık vadede yüzde 30’da olduğunun farkındalar mı acaba?  Dün resesyona gitmiyordu da şimdi mi yola çıktı?

Ekonomi derin bir durgunluğa seyrediyor. Bu, TL istikrara kavuşana kadar, sermaye akışı başlayana kadar devam edecek.

Bu faiz artışı gerekli ama her şeye ilaç olamayacak ne yazık ki. Sadece “TL’deki kanamayı” yavaşlatacak.

Bir ekonomi politikası çerçevesi olmayan Ankara’nın sadece “kozmetik önlemlerle”, Merkez Bankası ile ekonomiyi götürmesi mümkün değil.

Erdoğan’ın Merkez Bankası kararı öncesi konuşması

Cumhurbaşkanı Erdoğan Merkez Bankası’nın faiz kararını açıklamasından birkaç saat önce Merkez Bankası’nı sert sözlerle eleştirmesi, faizin enflasyona neden olduğu fikrini tekrarlaması seçmene yönelikti.

Belliydi ki; kallavi bir faiz artışı konusunda Cumhurbaşkanı’nı ikna etmişlerdi. Ancak Cumhurbaşkanı’nın da bunu seçmenine anlatması manevrasıydı bu sözler.

“Madem faize karşısın neden izin veriyorsun?” diyeceklere, muhalefet partilerine “Ben aynı yerde duruyorum, ama Merkez Bankası bağımsız ve yükseltiyorlar” mesajı.

Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan aynı seçmene bir TV programında “Şu 24’ünü hayırlısıyla bir atlatalım. 24’ünde siz bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra bu faizle, şunla bunla nasıl uğraşılır göreceksiniz” demişti.

Gelişmiş ülkelerde ülkeyi yönetenler merkez bankalarının faiz kararını önceden bilmez. Daha doğrusu bilmeye fırsatları olmaz. Karar açıklandığında öğrenirler.

Bizde belli ki önceden onay alınmış. Bu hışımla Cumhurbaşkanı “seçmen kaygılı” konuşmayı yapmış oldu.

Peki bu seçmen kaygılı mesajla ne sağlandı? Kuru yüzde 3 yukarı atıp, sonra oradan yüzde 6 aşağıya. Çalkantıya yol açacağınız biliyorsanız bu söylemden kaçınırsınız. Çünkü ekonomik birimler zarar eder, güven kaybı olur.

13 Eylül 2018 16:45
DİĞER HABERLER