Bağımsızlığını kaybeden Türk yargısına yönelik eleştiriler artarak devam ederken bu konuda dün bir yazı yazan TR724'den gazeteci Ahmet Dönmez'e Türkiye'de adalet mekanizmasında görev yapan bir bürokrat e-posta gönderdi. ‘
E-posta'da Türkiye'de adaletin rehin olduğu örnekleriyle anlatılıyor.
Tr724'de yayınlanan haber şöyle:
SİZİ ŞEREFİMLE TEMİN EDERİM; HAKİMLER REHİN’
Dün tr724’te yayınlanan “
Yapalım yargıda şeyini…” başlıklı yazım üzerine Türkiye’den isimsiz bir e-posta aldım. Kendini ‘Ankara’da yargı bürokrasisinden biri’ olarak tanıtan meçhul kişi, yazıma bazı itirazlarda bulunuyordu. “İçeriden biri olarak” hâkim ve savcılara haksızlık ettiğimi düşünüyor.
Cemaatten olmadığını altını çize çize anlatan mektup sahibi, “Siz yurtdışında Türkiye’de olan bitenin tam farkında değilsiniz galiba” notunu düşerek bazı çarpıcı örnekler veriyor.
Mektubu yayınlayıp yayınlamama noktasında tereddüt geçirdim. Fakat ister bir çeşit ‘cevap hakkına saygı’ diyelim ister mektupta anlatılanların ilgimi çekmiş olması diyelim, bir şekilde okuyucuyla paylaşmaya karar verdim.
Mektubu buraya aynen koyacağım. Bitirdikten sonra da kısaca kendi yorumumu yapacağım. Buyurun, okuyalım:
***
“Ahmet Bey merhaba. Sosyal medya paylaşımları vesilesiyle bugünkü yazınızı bir şekilde gördüm. Başlığı ilgimi çekti ve okudum. Hayli zamandır çok dertli olduğum bir konuda yazıldığı için normalde hiç adetim olmadığı halde oturup bir şeyler karalamaya başladım. Bir yerde sizinle konuşur gibi bir çırpıda yazarken sonra bunu göndermeye karar verdim.
Kusura bakmayın kendimi tanıtamıyorum. Hatta kim olduğum hakkında ipucu bile bırakmamaya gayret ederek sadece şunu bilmenizi isterim ki ben Ankara’da yargı bürokrasisinde görev yapan bir adamım. Daha fazlasını söylemeyeceğim. Burada paylaşacağım bütün örneklerin hangi şehirde ve isimlerinin neler olduğunu çok iyi bilmeme rağmen onları da paylaşmayacağım. Fakat bunların hepsi bende mahfuz. Bir gün zaten hepsi bir bir konuşulacaktır.
Ben, 70-80 yıldır Cumhuriyet gazetesinin girdiği bir evde büyüdüm. Daha doğrusu benim bu gazeteyi almaya başladığım yılları da katarak 70-80 yıl diyorum. FETÖ (Size göre cemaat) ile uzak yakın hiçbir irtibatım yok. Olsa zaten böyle bir süreçte hala böyle bir kurumda görevimin başında olmazdım.
Size yazmaya karar verdim, zira biraz dertli, biraz da öfkeliyim. Siz hakimlerin, savcıların neler yaşadığını bilmiyorsunuz. Yurtdışından oturup öyle ileri geri yorum yapması çok kolay. Siz kaçaklar, gördüğüm kadarıyla Türkiye’de olan bitenin tam farkında değilsiniz. Yazınızda -belki haklı olarak- yargı camiasını yerden yere vurmuşsunuz. Ama şu an Türkiye’nin her yerinde, hangi adliyede ne oluyor, bunları bilebilecek bir adam olarak şunu söyleyeyim ki durum hiç de zannettiğiniz gibi değil.
Sizi şerefimle temin ederim, şu an Türkiye’de hâkim olmayı hiç istemezsiniz. Hiç kimse istemez. Şu an dünyada olup olunacak en korkunç, en berbat şey Türkiye’de hâkim olmaktır.
Size örnekler vereceğim. Mesela bir ilimizde bir hâkim arkadaş, tutuklamalardan o kadar bunaldı ki bir gün ‘Yeter artık, dayanamıyorum. Her gece rüyalarıma giriyorlar. Bıktım artık tutukladığım insanları gece kabuslarımda görmekten’ dedi. Bakıldı ki hakikaten hâkimin asabi durumu normal değil. Sulh cezanın tutuklama yetkisi oradaki hakimlere ‘birer haftayla tutuklamaları siz yapacaksınız’ diye dağıtıldı.
Bir başka ilimizde, aile hakimlerine bile ‘Artık siz de bu dosyalara bakacaksınız, tutuklama yapacaksınız’ talimatı gitti. Görevi bırakmayı düşünen hâkim arkadaşlar oldu. Kendi aralarında kavga-dövüş-kıyamet… Ama son kertede herkes istemeye istemeye işinin başında.
Hakimler, savcılar rehin Sayın Dönmez. Bunu bilmeniz gerekir. Yine Anadolu’da en fazla tutuklama yapılan illerimizin birinde bir ağır ceza reisi görevi bırakmak istedi. Neden biliyor musunuz? Babası ona demiş ki, ‘Oğlum bir iki kere geldim senden habersiz duruşmalarını uzaktan izledim. Sana hakkımı helal etmiyorum. Bir sürü günahsızı tutuklayıp tutuklayıp zindana attın’. Şurasını iyi dinleyin Ahmet Bey; görevi bırakamadı o hâkim biliyor musunuz? Niye peki biliyor musunuz? Kırşehir’in eski ağır ceza reisi Fatih Mehmet Aksoy’un başına gelenleri duymuş muydunuz? Gazetecisiniz ve hele ki bu konularda yazıyorsanız muhakkak biliyor olmanız lazım. Geçen Şubat ayında, duruşma esnasında gözaltına alındı ve sonrası tafsilatlı ama en nihayet tutuklandı. Gerekçe ByLock kullanmasıydı. Halbuki kullanmamıştı. Bu işin bahanesiydi. Asıl sebep, o sırada bakmakta olduğu FETÖ davasında 60 civarında tahliye kararı verecekti. Çünkü vicdanen çok rahatsızdı. Adamcağızı ibreti alem olsun diye alıp hapse tıktık. Buraya nereden geldim? İşte o hâkime de Ankara’dan birileri dedi ki ‘Eğer bırakırsan senin de sonun onun gibi olur’. Hâkim Bey görevi bırakamadı.
Bir başka ilde yine gündüz çatır çatır tutuklama yapan hâkim, savcılar gece neredeyse sabaha kadar içiyorlar. Sarhoşlar. İçerek unutuyorlar yaptıklarını. Ben biliyorum. Anlatıyorlar, böyle söylüyorlar.
Bir hâkim arkadaş diyor ki, ‘Kulağımız televizyonda, bugün bırakın dese Cumhurbaşkanı hepsini bırakacağız’ diyor.
Şu an Türkiye’deki durumu anlamanız için bunları anlatıyorum.
Şu an aklı başında herkes neyin ne olduğunu biliyor, görüyor. Ama kimse bir şey yapamaz. Korkudan kimse konuşamaz. Ben dahil. Şu an dışarıdakiler değil, hapistekiler özgür.
Gelelim İtalya örneğinize. Buna da hiç katılmıyorum. Size Yargıtay ve diğer adliye koridorlarından misal getireyim. Ne konuşuluyor biliyor musunuz? ‘Biz öyle ya da böyle bir şekilde görevde kalma süremizi uzatmalıyız. Hiç değilse arada inisiyatif kullanabiliyoruz. Biz bu tutuklamaları yapmazsak bizi derhal görevden alacaklar. Yerimize daha yeni hâkim yapılmış, 2 yıllık mezun militan gençleri getirecekler’ diyor kıdemli hakimler. Herkes bu tehlikenin farkında. Siyasi iktidarın getirdiği yeni yandaş hakimleri görseniz inanamazsınız. Hukuk fakülteleri ile alakaları yok bu çocukların. Gerçekten hepsi birer fanatik. Hiç yargılama bile yapma yanlısı değiller. Ellerine bir kürsü geçse, bir imkân geçse kafaları kesip kesip atarlar. Bunu da her yerde yüksek sesle söylüyorlar.
Ayrıca herkes korkuyor. Şu an Türkiye tamamıyla bir korkuya teslim. Hiç kimse, kimseyle konuşamıyor. Kimse kimseye güvenmiyor. En varlıklı insanlar bile kendi evinde her an dinlendiğini düşünüp ya da biri tarafından yok yere ihbar edileceğini düşünüp korku içinde yatıyor. Bakın iddia ile söylüyorum, bugün valiler, kaymakamlar, milletvekilleri bile kendi evinin banyosunda, tuvaletinde özgür değil. Herkes gölgesinden korkuyor.
Bir de siz ayrıca bu hâkim, savcı arkadaşları gözünüzde çok büyütmeyin. Bunu hakaret olarak söylemiyorum. Biz toplum olarak kendimize bakalım. Korkuyor insanlar. Korku ile büyütülmüşüz. Bize korku öğretilmiş. Bu yargıçların çoğu mesleği bıraksa aç kalır. Hakimlerin yüzlerine tek tek bakın, acırsınız vallahi. Yeminle söylüyorum acırsınız. O kadar belli ki. İstemeye istemeye veriyorlar kararları. Korkuları var. Geçim korkuları var. Hapse girme korkuları var. Terörist damgası yiyip ömrünü itibar suikastı ile tüketme korkusu var.
Herkesten kahraman olmasını beklemeyin. Ha zaten ayrıca herkesin bu kadar karaktersiz olmasına gerek yok. Bir şehirde zayıf karakterli ya da açığı olan veyahut kişisel hınçları olan bir savcı, bir hâkim bulmanız yeter. Kararları onlar alıp geçiyor. Diğerleri ise korkudan sesini çıkaramıyor. Gerisi sadece izleyici. Aman kendisine dokunmasın diye gıkını bile çıkarmıyor.
Ama size şunu söyleyeyim. İçeri girerken cemaatçi olmayan insanlar içeriden cemaatçi olarak çıkıyor ve çıkacak. Çünkü o kadar çok haksızlık yapılıyor ki. Herkes her şeyin farkında. Bu kadar da olmaz. Böyle düşünmek için cemaatçi olmaya gerek yok. Yaşananlar hayatın her yerini kaplamış durumda. Herkes görüyor, biliyor. Milletvekilleri bile biliyor. Ama kimse sesini çıkaramaz. Nereye kadar gider bilmiyorum.
Bir şekilde bunları yazmak istedim. Çok haksızlık yapmayın. Saygılarımla”
***
Gelelim benim yorumuma. Üzülerek söyleyeyim ki bu müellifi meçhul mektuba katılmıyorum. İnşaatlarda çalışan öğretmenler, kamyonculuk yapan gazeteciler, evlere temizliğe giden eski bayan hakimler var bu ülkede… Gidin sorun bakalım hangisi o gün yaptıklarını unutmak için sabahlara kadar içmek zorunda? Hangisi gece kabuslarla uyanıyor? Kaç tanesi yastığına başını koyarken bu kadar huzursuz? Kaçı bu kadar vicdan azapları içinde kıvranıyor? Kaçı böylesine rehin hayatı yaşıyor?
Gerekirse siz de pazarda domates satmayı, inşaatta çalışmayı göze alırsınız ama bu kadar masum insanın hayatına kasteden kararlara imza atamazsınız. Yüzlerce çocuğu annesiz, babasız bırakamazsınız. Bir kere kendi hamiyetiniz buna müsaade etmez. Ediyorsa zaten probleminiz başka bir yerde. Siz hâkim veya savcı olma ehliyetini taşımıyormuşsunuz ki baştan.
Hapse girmek mi? Sizin meslek haysiyetinizi, kendi onurunuzu çiğnemek pahasına göze alamadığınız şeyi, bir başkasına reva görüp altına imza atıyorsunuz ama… Kılıcı kaldırıp pervasızca günahsız boyunlara vururken çok cesursunuz da arkanızı dönüp gitmeye mi korkuyorsunuz? Bunun adı değer erozyonundan, yozlaşmadan başka bir şey değil. Başkalarının hayatı, sizin feda edebileceğiniz üç-beş dünyalıktan çok daha kıymetsiz.
Oysa varlık sebebiniz ne sizin? Bir takım suça meyilli adamlar, kendi bencillikleri uğruna masumlara kastedemesin diye varsınız. Kastederlerse cezalarını çeksinler diye varsınız. Bizatihi kendiniz, kendi korkularınız yüzünden bu masumların celladı olasınız diye değil.
Ölüm korkusu mu? Çok mu beylik kaçacak bilmiyorum ama… Siz buna yaşamak mı diyorsunuz?