Geçmişe Dair Bir Gözlem: Nesiller Arası Kültür ve Ahlak Erozyonu

Samanyoluhaber.com yazarlarından Cuma Karaman'ın yeni köşe yazısı "Geçmişe Dair Bir Gözlem: Nesiller Arası Kültür ve Ahlak Erozyonu" başlığını taşıyor.
Zaman, yalnızca takvim yapraklarının eskimesi, eksiltmesi değildir; insanın değerleriyle, inançlarıyla, alışkanlıklarıyla birlikte akıp gidişidir. Her nesil, ardında hem bir miras hem de bir boşluk bırakır. İşte ben de, 1960 doğumlu biri olarak, altmış beş yılın ardından geriye dönüp baktığımda; en çok bu boşlukların büyüdüğüne, değerlerin elden ele zayıflayarak aktarıldığına şahit oldum.

Bir toplumun hafızası; büyüklerin dizinin dibinde anlatılan hikâyelerde, bayram sabahlarının telaşında, komşu kapısının ardında bırakılan sıcak yemekte, “ayıp” ve “günah” kelimelerinin ağırlığında gizlidir. Fakat bugün bu kelimeler, yeni kuşakların zihninde yer bulmakta zorlanıyor.

70’lerin Çocukları: Ortak Terbiyenin Nesli

Benim çocukluğumun geçtiği 1970’lerde, sokakta büyüyen her çocuk, sadece ailesine değil, bütün mahalleye emanetti. Komşu teyzenin sözü anne kadar değerliydi; mahallenin yaşlısının bakışı, babanın uyarısı kadar caydırıcıydı. Büyükler susturulmaz, dinlenirdi. Ahlak ve kültür, sadece öğütle değil, yaşanan hayatla aktarılırdı.

80’lerin Gençleri: Değişimin İlk Hızlanışı

1980’lere gelindiğinde şehirleşme hızlandı, televizyon evlerin baş köşesine kuruldu. Komşuluk hâlâ güçlüydü ama artık bireyselleşmenin izleri görünür hâle gelmişti. Çocuklar, yalnızca annesinden babasından değil; ekrandaki figürlerden de öğrenmeye başlamıştı. Ata kültürüne bağlılık sürüyordu ama zayıflamıştı. Oran belki yüzde 60’lara gerilemişti.

90’ların Kuşağı: Özenti ve Kopuş

1990’lar, küreselleşmenin ve medya bombardımanının kuşağıdır. Gençler artık dedelerine değil, yabancı dizilerin kahramanlarına özeniyordu. Mahalle kültürü çözülmüş, aile içi iletişim zayıflamıştı. Bir zamanlar evin büyüğü sözü dinlenen rehberdi; artık çoğu zaman kenara çekilen sessiz bir figüre dönüşmüştü. Kültürel temsil oranı yüzde 30’lara kadar inmişti.

2000 Sonrası: Dijital Doğanlar

2000’lerden sonra sahneye çıkan nesil, bambaşka bir dünyanın çocukları oldu. Onlar için dünya ekrandan ibaretti. Mahremiyet, utanma, hayâ gibi kavramlar neredeyse anlamını yitirdi. “Ayıp” dendiğinde neden ayıp olduğunu açıklamak zorunda kalındı. Dedelerinin hikâyeleri, onlar için yalnızca birer masaldı. Gelenek, sadece nostaljik bir hatıraya dönüştü. Bu noktada kültürel aktarımın ölçüsü bile zorlaştı; çünkü kopuş neredeyse tamamlanmıştı.

Erozyonun Sebepleri ve Sorumluluk

Bu çözülmenin nedeni yalnızca gençler değil. Aktaran kuşaklar da sorumludur. Zira kültür, sadece korunarak değil; yaşatılarak aktarılır. Biz, teknolojiyi rehber; geleneği ise yük saydıkça, köprüler birer birer yıkıldı. Kültür, müzelerde sergilenen değil; evde, sofrada, gündelik ilişkilerde yaşanan bir şeydi. O yaşam azaldıkça, hafıza da silindi.

Kökten Dallara: Kültürel Direniş ve Umut

Bu gidişata teslim olmak kader değildir. Direniş mümkündür. Ama bu, modern hayata düşmanlıkla değil; değerleri yeni şartlar içinde yaşatmakla olur. Çocuklarımıza geçmişi, suçlayarak değil; yaşatarak göstermeliyiz. Sofrayı, sadece karın doyurma değil; sevgi ve terbiyeyi paylaşma yeri kılmalıyız. Çünkü kültür, sadece geçmişi korumak değil; onu geleceğe taşımaktır.

Bir toplumun geleceği, hafızasına sahip çıkabilme gücündedir. Hafızasını kaybeden toplum, kimliğini de kaybeder. Ama hâlâ geç değil. Köklerimizi hatırlarsak, dallarımızı yeniden yeşertebiliriz.

Bazıları ata mirasına kayıtsız kalır, o kıymetli birikim zamanla silinir, unutulur, yok olur gider. Bazıları ise o mirası bir emanet bilir; korur, geliştirir ve sonraki kuşaklara daha da zenginleştirerek aktarır. Çünkü gerçek miras, sadece almakla değil, onu yaşatmakla ve yüceltmekle anlam kazanır.

Son Söz

Kuşaklar arası kültür ve ahlak erozyonuna dair bu gözlem bana şunu öğretti: İnsan sadece yaşlanmaz; aynı zamanda yaşadıklarıyla olgunlaşır, kayıplarıyla da uyanır. Bugün bizlere düşen görev, kaybolan bağları yeniden örmek; geçmişin özünü bugünün diliyle aktarmaktır. Çünkü zincir koparsa, sadece gelenek değil, kimlik de yitirilir.

Geçmişe dair bu gözlemim, herkes için geçerli ya da mutlak bir gerçeklik olmayabilir. Ancak ben bu kanaate; babamın kuşağından başlayarak, kendi neslimi, yeğenlerimi, evlatlarımı ve torunlarımı gözlemleyerek ulaştım. 

Elbette bu konuda farklı değerlendirmeler yapılabilir, yapılmalıdır da. Ben yalnızca kendi gördüklerim ve yaşadıklarımdan hareketle kısa bir yorumda bulundum.
18 Eylül 2025 13:30
DİĞER HABERLER