"Bugün Müslümanların yaşadığı coğrafyada dini ilimlerin ve fenni ilimlerin yaklaşık on asırdan beri birbirinden ayrılmalarından dolayı müthiş bir sefalet, karanlık, cehalet ve kabalık hüküm sürmektedir. Fenni ilimlerin dini ilimlerden ayrı olması zarar noktasında aslında daha çok dinimizi kör topal haline getirdi."
Hüseyin Odabaşı | samanyoluhaber.com
“Donmadan akabilmek ne iyi. Her gün kendinden kendine sefer et” der Mevlâna. Sefer hicret ve hicran demektir; yani zordur. Bediüzzaman’ın ölüm dediği “yeknesaklık” karadeliğine baş kaldırmak demektir. (Birinci Lema)
İnsanı, kalbini, ilmi ve medeniyetleri başka değil “durağanlık” öldürür.
Müslümanlık, Hicri 5. asırdan sonra böyle bir durağanlığın gölgesi altına girmeye başladı.
“Tarihte takva ile funun-u medeniye'de ilerlediğimiz pek çok zaman olmuştur. Ta hicri beşinci asırda biz Asya’da bir Rönesans gerçekleştirmişiz ki... Ancak hicri beşinci asırdan itibarendir ki kalp kafadan ayrılmış ve bunların hangisi hakimse diğerini talâk-ı selâseyle (üç şartla) boşamıştır.” (Fethullah Gülen, Prizma 8, sf; 68)
Aradan bunca asır geçmiş olmasına rağmen halen daha fünun-u müspete ile ulum-u diniye’nin izdivacının gerçekleştirildiğini söyleyemeyiz.
Hindistan'da yetişmiş Vahdet-i Şuhud mezhebini kuracak kadar tasavvufta ileri gitmiş olan ve İslam aleminin kendisine “müceddidi-i elf-i sani” dediği İmam-ı Rabbani Hazretleri (1563-1625) Mektubât’ında geometri (hesap ilmi) ilmiyle alakalı şöyle der:
“Onların aklına dayanan düzgün ilimlerden biri geometridir ki ne dünya saadetine ne de ebedi kurtuluşa faydası yoktur. Bir üçgenin iç açılarının toplamı iki dik açıya eşittir demek ve bunu ispatlamak insanlığa ne kazandırır ki”(Mektubat)
Bu acı tespit, yaklaşık fen ve din bilimlerinin birbirinden boşanmasının üzerinden 5 asır geçtikten sonra hicri onuncu asırda yapıldı.
Baron do Tot’un ifadesine göre Mühendishane-i Bahri Hümayun’un (Mühendislik okulu) açıldığında “hendese öğretilecek de ne olacak” anlayışıyla devrin mollaları Sultan III. Mustafa’ya karşı itiraz seslerini yükselttiler. Neticede açılan hendese imtihanında bu muteriz(itirazcı) hocalara üçgenin iç açılarının toplamı soruldu. Cevap ise; “Üçgenine göre değişir” şeklinde oldu. (Baron da Tot’un Hatıraları)
Bu olay cereyan ettiğinde 1700’lü yıllarda yani hicri 12. asırdayız. Yani din ve fen ilimlerinin birbirinden boşanmasının üzerinden tam 7 asır geçmiştir.
Şimdi yukardaki örneklere göre Rönesans'ımızın tesis edildiği hicrî 5. asra daha yakın bir örnek verelim.
Modern sosyolojinin gökteki yıldızı olarak kabul edilen İbn i Haldun (1332-1406) hendese ilmi için şu tespiti yapar:
“Bilinmelidir ki hendese(geometri) onu tahsil edenlerin aklına parlaklık ve fikrine istikamet kazandırır. Geometri bilen bir kimse için bu yoldan ona akıl hasıl olur. Rivayete göre Eflatun’un kapısında “hendese bilmeyen evimize girmesin” yazılıymış.” ( İbn i Haldun, Mukaddime, S. Uludağ. Sf; 1156)
6 Şubat 1149 yılında doğup İslami ilimlerde tartışmasız söz sahibi Fahrettin er-Razi ise, bu ilim kıblenin tayininde kullanıldığı için geometri öğrenmenin farz olduğu fetvasını verdi. Böyle bir fetva vermiş olmasında devrinin dinî ve fennî ilimlerinde nerdeyse aynı derecede üstat ve “allame” oluşunun şüphesiz etkisi büyüktü.
“Üstün zekâsı, güçlü hâfızası, etkili hitabetiyle tanınan ve VI. (XII.) yüzyılın en büyük düşünürlerinden biri olarak kabul edilen Fahreddin er-Râzî kelâm, fıkıh usulü, tefsir, Arap dili, felsefe, mantık, astronomi, tıp, matematik gibi çağının hemen bütün ilimlerini öğrenip bu alanlarda eserler vermiş çok yönlü bir âlimdir. Bundan dolayı “allâme” unvanıyla da anılmıştır.” (İslam Ansiklopedisi, Razi Maddesi)
Müslümanların Rönesans yılları olarak kabul ettiğimiz 5. asra Razi’den de daha yakın bir zamanda yaşamış ilim ve devlet adamından bir örnek daha verelim; Yusuf Has Hacip:
“Eğer müneccim (takvim ilmi, yıldız ilmi) olmak istersen geometri okumalısın. Çarpma ve bölme bilmelisin. Hele kesirleri iyi bilmelisin. İkiye katlamalı dizileri ikiye katlamalı diziler hesabını öğren. Bundan sonra sayıların köklerini almayı ele al. İşte o zaman yedi kat gök yüzünü avucunun içindeki çöp parçası gibi tanırsın. Eğer daha da ileri gitmek istersen cebir okumalısın.
Gerek dünya işi, gerekse ahiret işlerini bilginler, hesap ile birbirinden ayırırlar (ayarlarlar anlamında). Hesap bozulursa dünya ve ahiret işi bozulur.”(Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig, D. Yayınları, sf;180)
Görüldüğü gibi İslam'ın Rönesans'ı olan 5. asra yaklaştıkça ışık artıyor, nur göz kamaştırıcı hale geliyor.
Bugün Müslümanların yaşadığı coğrafyada dini ilimlerin ve fenni ilimlerin yaklaşık on asırdan beri birbirinden ayrılmalarından dolayı müthiş bir sefalet, karanlık, cehalet ve kabalık hüküm sürmektedir. Fenni ilimlerin dini ilimlerden ayrı olması zarar noktasında aslında daha çok dinimizi kör topal haline getirdi.
Bugün Afganistan'da İslam Devleti kurduğunu söyleyen Taliban’ın hendeseyle, geometriyle yani fenni ilimlerle arası nasıldı? Bir örnek olması açısından anlamaya çalışalım.
“Ele geçirilen tüm bilgisayarlar TV kabul edilerek kırıldı.” (Euronews; 21,08, 2021)
"Daha önce hiçbir deneyimi ve resmi eğitimi olmamasına rağmen, Afganistan Merkez Bankasını yönetmek için Hacı Muhammed İdris seçildi.”(Hberler.com, 9 Eylül 2021)
Evet bugün daha çok son 3 asırdan beri bir felaket ve sefalet yaşıyoruz!
Özellikle Ortadoğu coğrafyasında daha da derinleşen bu felaketin önüne geçmek adına Bediüzzaman’ın öncülüğünde Hizmet Hareketi fennî ilimlerle dinî ilimleri mezcetmenin önünü açmak için kolejler tesis ederek meseleye sahip çıktı. Dînî bir cemaatin fenni derslerin verildiği kolejler açması Rönesans'ımıza giden yolda ilk ama en güçlü adımı atmak demekti.
Bugün Anadolu coğrafyasında Hizmet Hareketi’ne uygulanan tenkil, kökten kazıma ve bitirme hamlelerine bir de bu gözle bakıp değerlendirmek gerekir. On asırlık düşüşü, dağılışı ve perişanlığı toparlamaya kalkmak birilerini tarifi imkânsız bir şekilde rahatsız etmiş olabilir.
Fakat bu işe engel olmaya çalışanlar ne yaparsa yapsınlar, daha çok kalbi esas alan Müslümanların, bugün aklı ve fenni temsil eden Batı alemi ile kucaklaşması anlamına da gelecek olan bu hareketin önünü almak Allah'ın inayeti ile asla mümkün olmayacaktır.
1986'da 6 sene kaçtıktan sonra Burdur’da yakalanın Hocamıza askeri görevliler sorarlar:
“Ya Hoca! Allah aşkına senin gayen nedir?
-Vallahi şahsen ben akılla kalbi evlendirmeyi düşünüyorum” (Prizma 8, sf;69)
İşte biz hâlâ bu cevabın verildiği yerdeyiz.
Ve donmadan akıl ve kalp arasında akabilmenin özlemindeyiz!
Not: İmam-u Rabbani Hazretleri’nin geometri ile alakalı görüşlerinin tercüme hatasından kaynaklandığını düşünenler de var.