Samanyoluhaber.com yazarlarından Abdullah Aymaz yeni köşe yazısını 'Git oğlum! Ben seni Hocaefendiye verdim' başlığıyla kaleme aldı.
Yakup Kocaman, liseyi yeni bitirmiş, henüz on yedi yaşında bir gençtir. Kendisine “Tacikistan’a belletmen olarak gider misin?” denilince, hiç tereddüt etmeden “Evet.” cevabını verir ve günü gelince önce Özbekistan’a gider, oradan da diğer eğitim gönüllüleriyle beraber Tacikistan’a geçer. Hikâyesini kendi ağzından dinleyelim:
“Hacı Ağabey on bir-on iki tane belletmen istemiş. Belki Hacı Ağabey’in arzusu üzerine, tabii bizim referans da çok iyi gelmişti, bizim nasibimize Tacikistan düştü. Gerekli hazırlıkları yapıp yola koyulduk. Önce Özbekistan’a indik. Gece saat üç-dört gibiydi, yaz ayıydı. Sene 1993. Bizi Özbekistan’da Türk okulunda misafir ettiler. Gece okulun yatakhanesinde ranzalarda yatıyoruz. Ben sağ tarafıma uzandım, ranzama yattım. Böyle uyku ile uyanıklık arasında bir vaziyetteyim. Buraya gelmeden evvel, Tacikistan’a gideceğimiz duyulunca aile çevremizden ve akrabalardan itiraz edenler oldu, hatta onlara hayal gibi geldi. ‘Birdenbire bu yurt dışı işi nereden çıktı?’ diye şaşırdılar, inanmak istemediler önce. Türkiye’den çok sıkıntılı ayrıldık.
Babam felç olmuştu o sene. Ailemin mali durumu çok sıkıntılıydı, kirayı dahi ödeyemiyorlar. Şuradan buradan borç alıp vaziyeti idare etmeye çalışıyorlar. İstanbul’a, Esenler’e taşınmışlar ve birader Adana’daki bütün mülklerini satmış, o zamanın parasıyla elinde seksen milyon para var. İş yapacak, iş yapamıyor ve paralar çar çur oluyor. Birader de peder de çok zor durumda. Bize ‘Tacikistan’a gidin.’ dendi. Şimdi düşünüyorum da hayret ediyorum, demek Cenab-ı Hakk’ın sevkiyle o gün bunları hiç düşünmedik. Sonraları ben çok ağlamışımdır. Babam, annem, kardeşlerim gözümün önüne geliyor, on yedi yaşındayım o zaman. Annem ‘Oğlum felçli babanı bırakıp nereye gidiyorsun?’ diyor. Babam bakıp ağlıyor, ancak babam iyi bir dava adamıydı. ‘Ben seni Hocaefendi’ye verdim, git oğlum!’ diyordu ama kalbini biliyorum, çok ağlamıştı o gün. Buna rağmen demek çok stres içerisindeydim, çok üzüntülüydüm. Neyse ben ranzada uyumaya çalışıyordum, saat dört-beş gibi birden arkadan birisi geldi, sonra iki eliyle sağ tarafıma bastırdı, çok şiddetli bir şekilde bastırdı. ‘Sen hâlâ Tacikistan’a gitmeyi mi düşünüyorsun?’ dedi. Ben ‘Evet gitmeyi düşünüyorum.’ dedim. Aklımda hep Hocaefendi’den aldığımız telkinler var. Orta Asya’ya gidip hizmet edeceğiz ve hicret sevabı kazanacağız. Tekrar iki eliyle bastırdı, ‘Hâlâ gitmek mi istiyorsun?’ dedi. Ben o an öleceğim sandım. Üçüncü defa bastırsa kalbimin duracağına inanıyorumdum. Buna kesinlikle kaniydim, ‘Kalbim duracak.’ dedim. Üçüncü defa da bütün gücüyle bastırdı ve yine ‘Sen hâlâ Tacikistan’a gitmeyi mi düşünüyorsun?’ dedi. Ben o zaman ‘Tamam, artık ölüyorum, bari sekerat hâlindeyken bir şahadet getireyim.’ dedim. Başımda salonun tavanını ve şahsın iki elini görüyordum. Çok güçlü bir şekilde ‘Hâlâ gitmeyi mi düşünüyorsun sen?’ diyordu. ‘Eşhedüenla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve rasuluhü’ deyince birden kayboldu. Ben öldüğümü zannettim ama uyandığımda arkadaşların orada yattıklarını gördüm.”
Genç Yakup Kocaman’ın soyadı gibi kocaman bir yüreği vardır ve o zaten her türlü zorluğu baştan göze alarak yola çıkmıştır. Elbette Tacikistan’a gidecektir. Nitekim ertesi gün on beş saat süren bir minibüs yolculuğundan sonra diğer eğitim gönüllüleriyle birlikte Tursunzade’ye geçer. Çok hassas, haksızlığa tahammül edemeyen ve biraz da asabi bir kişiliğe sahip olan Yakup, Tacikistan’da kaldığı beş-altı yıl içinde gerçekten çok sıkıntı çeker. Ancak o, Hacı Kemal Ağabey’inin kendine sahip çıkmasıyla pek çok acıya katlanır ve orada kendine düşen misyonu eda etmeye çalışır.
(Hacı Ata)