'Gitsinler özelde çalışsınlar sözü görülmemiş bir münafıklık eseriydi'

''Malum şahıs, bir taraftan cemaat mensuplarını âvâneleri ile birlikte devlet kadrolarından çıkarırken, diğer taraftan da “Gitsinler özelde çalışsınlar tutan mı var” diyordu. Münafıklık bu ya. Çıkarılan şahıslara iş verilmemesi ve bir dilim ekmeğe muhtaç olmaları için Sosyal Sigortalar Kurumu’na talimat veriliyor''
Levni Kayı / YORUM
BAK ŞU CEMAATİN ETTİĞİNE!

Bugün Türkiye’de yaşananlar, Birleşmiş Milletler’in “soykırımı” tanımına uygun bir hal içeriyor. Zîrâ, biatını alamadığı gruba işkence ve zulmün alâsını yapan bir müstebid işbaşında. Hatırlanacağı üzere, malum şahıs, ilk başlarda “bunlara bir damla su bile yok” diyerek açık etmişti niyetini. Diğer yandan, kendisinin istemediği, sevmediği ve toptan yok olmalarını gerekli gördüğü bir cemaate yapılanlar bütün dünyanın gözü önünde cereyan ediyor. Bu vahşet ve zulüm ne zamana kadar devam edecek belli değil. Ancak görünen o ki, bir proje olarak kendisini işbaşına getirenler, görevini/ödevini bitireceği ana kadar ona mühlet tanıyacak, daha sonra da “yeni proje”yi kahraman “eski proje”yi de “hain” olarak damgalayıp yollarına devam edeceklerdir.

Cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden şahsın ne devlet, ne millet, ne din, ne de diyanet umurunda değil. Hırsızlık ve yolsuzluk gibi adi suçlarını örtmek, diktatörlüğe giden yolların kaldırım taşlarını yalan, iftira, baskı ve zulümle döşemek için bir cemaati hedef haline getirdi. Üç-beş kuruşa peylenen, bir iki binaya tav olan, din ve dünyaya ait öngörüleri/fikirleri/plan ve programları olmayan sözüm ona bir kısım insanları da bu işte yanına aldı. Şimdi hepsi bir tarafa geçmiş cemaate kin ve nefret kusuyorlar.

Hz. Peygamber (as)’in kürsüsünü işgal eden bir kısım Cilveli mahluklar cemaat mensuplarının katline ferman kesiyorlar; çaprazlama el ve ayaklarının kesilmesi, idam edilmeleri ya da sürgüne gönderilmeleri… Kimisi asıyor, kimisi kesiyor, kimisi de açlığa ve ölüme mahkûm ediyor. Malum şahıs, bir taraftan cemaat mensuplarını âvâneleri ile birlikte devlet kadrolarından çıkarırken, diğer taraftan da “Gitsinler özelde çalışsınlar tutan mı var” diyordu. Münafıklık bu ya. Çıkarılan şahıslara iş verilmemesi ve bir dilim ekmeğe muhtaç olmaları için Sosyal Sigortalar Kurumu’na talimat veriliyor; “KHK ile işten atılanlara özelde de iş verilmeyecek.” Şimdilerde işveren, iş başvurusunda bulunan şahsın evvela siciline bakmak zorunda. Bu sebeple işveren ilk önce SSK’yı araştırıyor, eğer orada sicili(!) varsa iş vermiyor. Bir kısmı vermek istese de veremiyor, zîrâ ihbar edildiği takdirde onun da başı yanacak. Devlette iş yok, özelde iş yok. Peki ne yapacak bu kadar insan? Ölecek mi? Evet, ölecekler…

Eğer cemaat mensubu ise ya da bir şekliyle bir dönemde küçük bir iltisakı olmuş ise; çoluk-çocuk, genç-yaşlı, kadın-erkek demeden herkes ölecek. Sebep? En yüksek idarî makamda bulunan şahsa itaat veya biat etmedikleri için. Başlarındaki böyle isteyince, peşine takılan sürüler de aynısını bu güzel insanlara reva görüyor. Siz, benim “ölüm” dediğime bakmayın, onların “ölüm”den kasıtları; insanları zerratına ayırmak, işkencenin binbir çeşidi ile paramparça etmek ve dünyadan izlerini silmek…

[Cemaat mensupları için “Hainler Mezarlığı” hazırlamak gibi bir denâete teşebbüs eden(ler)i hatırlayın. Daha geçen hafta Almanya’da vefat eden Bartınlı işadamı Birol Dikyurt’un cenazesini camiye almadıklarından cenaze namazının mezarlıkta kılındığını unutmayın.] Tabîî sonra da gidip camiye ibadet etmek, şükür namazları kılmak…

Akif’i yâd etmeden geçmeyelim: Hayâ sıyrılmış, inmiş: Öyle yüzsüzlük ki her yerde.. Ne çirkin yüzler örtermiş meğer bir incecik perde! Vefâ yok, ahde hürmet hiç, emânet lâfz-ı bî-medlûl; Yalan râic, hıyânet mültezem her yerde, hak meçhûl. Yürekler merhametsiz, duygular süflî, emeller hâr; Nazarlardan taşan manâ ibâdullâhı istihkâr. Beyinler ürperir, yâ Rab, ne korkunç inkılâb olmuş: Ne din kalmış, ne îman, din harâp, îman türâb olmuş! [Safahat, Yedinci Kitap, “Umar mıydın”, İstanbul, 24 Teşrinievvel 1334 (1918)]

Hani, malum şahıs “Gitsinler özelde çalışsınlar tutan mı var” demişti ya, işte Manisa’da işlerinden edilen 12 kişilik bir öğretmen grubu da işsiz kalmamak, helal yoldan alın teriyle ekmek parası kazanmak ve bulabildikleri öğrencilere ders vermek için bir etüd merkezi açıyorlar. Sen misin etüd merkezi açan? Bu dönemde hiç etüd merkezi açılır, insanlara eğitim verilir mi?! Zaman cehalet zamanı. Hemen etüd merkezini “terör polisi” basıyor, ihraç edilen 12 öğretmeni 40 öğrencisiyle tutup götürüyorlar (08.08.17). Gerekçesiz olarak işlerinden atılan, lisansları iptal edilen ve özel ders vermelerine mani olunan bu öğretmenlerin suçu nedir diye baktığınızda, basında yer aldığı şekliyle suç şu: “‘Sözde dersanede’ ders vermek.” Ne büyük suç değil mi? Ne yapacaklardı yani? Zalimlerin yaptıkları gibi hırsızlık mı yapacaklardı?... Soykırım böyle başlıyor işte; işinden uzaklaştırmak, toplumdan tecrid ederek açlığa ve yokluğa mahkûm etmek…

“Adam”ın her sözü yalan, her işi hile ve aldatmaca. “Gitsinler özelde çalışsınlar tutan mı var” demesi de tuzakmış meğer.

Hatırlayalım, Türkçe Olimpiyatlarının yapıldığı zamanlarda, Hocaefendi’yi kastederek, “Gel, artık bitsin bu hasret” diyordu. Biz bilmiyorduk, ama bilen biliyordu ki, yaptıkları hesap-kitap neticesinde eğer Hocaefendi bir zuhûl eseri Türkiye’ye dönerse havaalanına iner-inmez der-dest edilecekti. Ama, Allah onlara o fırsatı vermedi, inşallah vermeyecek de. Suç bizde esasen; “adam” okumamış, okumadan hoşlanmıyor, okuyandan korkuyor, “temelde ben okumaya/okuyana karşıyım” diyor, ama biz anlamıyoruz. Fakat, dünya anlamış onun ne kadar büyük işler yaptığını(!) ve işlerini güçlerini bırakmışlar Türkiye’yi konuşuyorlarmış(!) Malum şahıs, dünyanın Türkiye’yi konuştuğunu belirterek, “Artık Türkiye dünyada bir idol olmuş durumda” diyor.

Şimdi, “İşte insanlık ve kalite farkı” diyeceğiniz hususa gelelim. Meşhur bir sözde denildiği üzere “fazîlet odur ki, düşmanların dahi o faziletini tasdiki etsin.” Posta gazetesi yazarı Nedim Şener itiraf ediyor ve diyor ki; “Ergenekon sürecinde cemaat mağdur olmasınlar diye tutuklu çocuklarına yardım etti.” Demek ki neymiş? Balyoz soruşturmalarında mağdur olan ailelerin çocuklarına cemaat burs vermiş; “Suçun şahsîliği esastır. Hiçkimse bir başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz.” demiş ve insanlık tarihine bir “insânî not” daha düşmüştür.

İnsanlık mevkiinden sukut edenlere söylenecek söz yoktur…  “Ve ihtiyaç içindeki yoksulu ne doyurur, ne de bu hususta başkasına teşvikte bulunur. Vay haline (Âhiret hesabını yalanlayıp da), âdet usûlü namaz kılanların! Ki onlar, namazlarından gafildirler. Yaptıkları ibadetleri halk görsün de kendilerinden bahsetsin diye yaparlar. Ve (toplum içinde hemcinslerine karşı) her türlü yardımı esirgerler.” [Mâûn Sûresi, 3-7].

Anayasa’nın 38. Maddesi: Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez. Hiç kimse kendisini ve kanunda gösterilen yakınlarını suçlayan bir beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz. Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez. Ceza sorumluluğu şahsîdir. Ve; Türk Ceza Kanunu’nun 20. Maddesi: Ceza sorumluluğu şahsîdir. Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz.

Levni Kayı / YORUM
30 Eylül 2017 13:16
DİĞER HABERLER