'Gökhan Açıkkollu'nun eşi ve babasıyla konuştum'

''Vicdanların kararı hep aynı şeyi söylüyor, vicdanlar sızlıyor, gözyaşları tutulamıyor. Gökhan Açıkkollu'nun ölümü niye herkeste Tahir Elçi, Hrant Dink ölümü'ndeki vicdan sızısını oluşturdu? Çok açık, bu ölümde de vicdanların kabul edemeyeceği çok şey var ve ve halen yargı sonuçları tatminkar değil.''

Ömer Faruk Gergerlioğlu / artigercek.com - omerfarukgergerlioglu.com
Gökhan Açıkkollu; yeni bir Hrant Dink vakası mı?

Sonda söyleyeceğimi baştan söyleyeyim, yazacağım ve herkesin bildiği bu vaka yeni bir Hrant Dink vakasıdır. Adım adım gelen bir ölüm var, ölüm öncesinde, sonrasındaysa vicdan sızlatan çok şey var.

Geçen akşam sosyal medyaya bir belge düştü, açığa alındıktan sonra gözaltında şüpheli bir şekilde ölen, hainler mezarlığından başka mezara gömülme izni verilmeyen, cenaze arabası verilmediği için bir arabanın arkasındaki tabutuyla eşinin köyüne götürülen, Diyanet emriyle cenaze namazı kıldırılmayan bir öğretmenin dosyasının kapatıldığına dair göreve iade kararıydı bu belge. 

Bir anda Türkiye'nin gündemi bu olmuştu. Çünkü burada vicdanları çok sızlatan bir durum vardı. Çok trajik bir ölüm öyküsü ve 1.5 yıl sonra gelen bir dosya kapatma yazısı. Benim için çok acı bir anın tekrar yaşanmasıydı bu. Zira bu vicdanları kahreden acımasız süreci, OHAL ilanı sonrasında ne yaşanacağının ilk işareti olarak gören bir kişiydim. Bu olayı ilk olduğu anda şiddetle lanetlemiştim, ancak olayın olduğu ilk günlerde bu acımasız vaka için çok şey söylenemiyordu. Herkes yargısız infaz yapıyordu ve bu vakaları fazla önemsemiyordu. KHK mağdurlarının çok iyi tanıdığı bu acı, görmek istemeyenler için bile bir ateş gibi düştü yüreklere bugünlerde. Vicdansızlığın halı altına süpürülemeyeceğini çok söylemiştik ve kamu vicdanı buna tasdik ediyordu. O günkü gazetelerin "Darbeci, imamsız gömüldü' başlığıyla verdiği ölüm sonrası gelişen olaylar, gerçeklerin ortaya çıkmak gibi bir huyu olduğunu, vicdanla vicdansızlığın ne olduğunu göstermişti bize.

Mümüne Açıkkollu, Gökhan hoca'nın eşi. KHK ile ihraç edilen eski din dersi öğretmeni. Kendisine ulaştım, sordum, anlattı. "15 Temmuz günü oğlumun doğum günüydü, bir kutlama partisi yaptık, çok mutluyduk, o günün hayatımın en kötü günü olacağını nereden bilebilirdim ki? Darbe sonrası 22 Temmuz günü ikimiz de açığa alındık ve birkaç gün sonra eşim tek başına evdeyken polisler evimize baskın yapmış, biz Konya'daydık. Site yöneticisi eşliğinde eve girmişler, 20, 25 polis, eşimi yere yatırıp ters kelepçe takıp ayaklarıyla sırtına basmışlar ve darp etmeye başlamışlar. Yöneticimiz "yapılanlara tepki gösterip, ben Alevi bir kişiyim, bu işlere beni bulaştırmayın, yapmayın" deyince "bunlar Alevilere de kurşun sıkar, ne diyorsun" demişler. Ardından götürüldüğü arabada da darp edilmiş, bunlar resmi raporlardaki eşimin ifadeleri. Gözlüğü çok kaliteli camdı, sıradan bir şekilde kırılmaz, gözaltındayken kırılmış, mutlaka çok sert bir darp vardır. Eşim ağır şeker hastasıydı, günde 4 kez insülin iğnesi vurulması gerekiyordu. 4 gün sonra ilaçlarını iletebildik, 100 insülün iğnesi verdik 14 gün sonra bize 96 tane geri verdiler, demek ki gözaltı sürecinde hemen hiç iğnesini yapamamış. Silivri cezaevinde ismini vermek istemediğim koğuş arkadaşı savcılığa dilekçe vererek soruşturmada Gökhan bey'in çok dayak yediğine dair ifade vermek istediğini söyledi, dayak olayına 5 kişinin şahit olduğunu belirtti, ancak aradan geçen 18 ayda ifadesi alınmadı, savcılık soruşturmayı kapattı, itirazımız üzerine Sulh cezada Temmuz 2017'de tekrar açıldı. Aradan geçen 8 ayda hiçbir ilerleme yok." 

Bu arada TİHV'in de değerlendirdiği resmi hastane raporlarına bakıyorum doktor gözüyle. Defalarca adli değerlendirmeler var ve bunlar sıkıntılı... 26. 07 2016 tarihli  Haseki hastanesi doktor raporu "sırt bölgesinde bilateral ekimotik lezyonlar"dan bahsediyor ki bunlar darp şüphesi doğuruyor. Mesela 26 Temmuz Haseki Hastanesi raporu. "Yüzün sağ tarafına daha çok olmak üzere tokatlar yediğini, sağ göğüs dış yana tekme atıldığını, kafasının arkasından duvara vurulduğunu ve kendisine çok küfür edildiğini, uyuyamadığını, panik atağıyla baş edemediğini, kötü hissetiğini" belirten ifadeleri var. Muayene bulgularında yaygın hiperemi ve ekimoz bulguları ve kişide panik ve korku bulgularının gözlendiği belirtilmiş. Bu arada 2 ayrı gün bayılma nöbetleri yaşamış. Sonraki günkü muayene raporlarında "kabuslar gördüğünü, geceleri titreyerek uyandığını, ölüm korkusu şikayetleriyle ikili antidepresif tedaviye geçildiği" belirtiliyor.

Vefat ettiği zaman ki şekeri çok yüksek, 516... kalp enzimleri oldukça yüksek... bir kalp krizi tablosu var. Adli tıp 23-11-2016 raporu da "kalp krizi" diyor. TİHV başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı'nın tüm bu raporlar, otopsi üzerinden yaptığı değerlendirme "çıplak gözle ve mikroskopta doğrulanan boyun ve sırt bölgesi kanamaları ve ekimozların yumruk, tekme, başın duvara çarpılması şeklindeki kaba dayakla uyumlu olduğu, ruhsal şikayetlerinin maruz kaldığı ruhsal ve fiziksel travmalarla uyumlu olduğu, kaba dayak, akut stres bozukluğu, ve yaralanmaların Dünya Sağlık Örgütü ICD10'da yer alan "işkence" tanımıyla uyumlu olduğu, stres ve travmanın kalp krizi nedeni olduğunun bilimsel çalışmalarla ispatlanmış olduğunu bildiriyor." Bunu bilimsel bir kaynakla delillendiriyor. Kaynak (Beyond established and novel risk factors: lifestiyle risk factors for cardiovaskular disease. 2008; 117)

Zaman zaman ağlayan Mümüne hanım devam ediyor "Büyük şok yaşadık eşimin ölüm haberiyle, bu sefer yetkililer cenazenin ancak Pendik'teki "hainler mezarlığına" gömülebileceğini ve cenaze namazının kılınmayacağını söyledi. Büyük acılar içindeyken savcılık, TEM, mezarlıklar müd. arasında koşturup durduk. Sonunda "cenazemizi verin, bari köyümüzde gömelim", dedik. Konya'ya gitmek için cenaze arabası verilmedi, cenazenin ilaçlanması gerekiyordu onu da vermediler, sonunda bir görevli acıdı, gizlice verdi, köyümüzde durum yine aynıydı, Belediye, mezar kazması için kepçe vermedi, kendi imkanlarımızla bulduk, defin sonrası kaymakam muhtarı azarlamış, "niye bizden habersiz defin oldu" diye. Gözaltı merkezindeki polisler hakkında yaptığımız suç duyurusuna kovuşturmaya yer olmadığı" cevabı geldi, Sulh Ceza'ya itiraz ettik, 8 aydır cevap yok." diyor.

Ayhan Açıkkollu, Gökhan Açıkkollu'nun babası. Kendisiyle konuştum, karşımda 1.5 yıl geçmesine rağmen yaşadığı büyük acıyı unutmayan, ilk gün gibi hisseden acılı bir baba vardı. Medyada gündeme gelen göreve iade tebliğinden sonra babanın acısını ilk gün gibi yaşadığını söylüyordu yakınları. Sözleri, anlayan, hisseden için kurşun gibi ağırdı. "Bunu yapanlar, yaşadığımı yaşamadan ölmesin" diyordu ve ekliyordu, "orada bir ihmal oldu, sorumlular bulunsun, Allah yaşadığımı başkasına yaşatmasın".  Emniyet'in önünde günlerce bekledikten sonra ölüm haberini resmi yetkililerden değil, adli tıp'taki güvenlik görevlilerinden almışlar, buna çok üzülmüşler. "Çocuğum şeker hastasıydı ve doktora götürüldüğünde kötüydü, ona "nezarethanede kalabilir" diyen doktorun bulunmasını istiyorum." 

Adli tıp raporunda kalp krizi denmiş, oysa yükselen şekeriyle ilgili sorunları olduğunu düşünüyorlar. Gözlüğünün kırıldığını gören kayınbiraderine "bana  bir şey yapılmadı" demiş, ama babası "o devletine toz kondurmazdı, yapılmış olsa bile bir şey dememiştir, belki de bizi üzmek istememiştir" diyor. "O, hep idare edenler önemli değil, devlet önemli" diyordu diye ekliyor.

"Gökhan selçuk üniversitesi Tarih mezunu, ilk önce Fem dersanelerine başvurdu, ilk görevi Konya'da yaptı, daha sonra Milli Eğitim'e geçti, 5 vakit namazını kılan, devletini özünden çok seven birisiydi, hayırlı bir evlattı, ben ondan memnundum, nur içinde yatsın" diyor babası.

Darbe gününü soruyorum. "Darbe günü evde oturuyorduk, ona telefon ettim, takıldım "seninkiler darbe yapmış" dedim, deli oldu, "ben deli miyim, devletime, milletime birşey yapar mıyım, yapanlardan olmam" dedi, darbenin olduğu gün Konya'daydı, tekrar İstabul'a geldi, gözaltına alındı,  Vatan Emniyet'e gittik ama hiç haber alamadık, Baro avukatı pek ilgilenmedi, tuttuğumuz özel avukat ise "dosyada gizlilik kararı var" diyerek bize pek bir bilgi veremedi. "

Ve evvelsi gün medyaya düşen bir resmi yazı, tüm vicdanlarda bomba etkisi oluşturuyordu. "Göreve iade" yazan resmi bir belgede Gökhan Açıkkollu'nun açığa alınma tedbirinin kaldırıldığı yazılıydı. Mümüne hanım açığa alınıp iade edilenlerin hepsine bu yazının verildiğini, "ölüm nedeniyle dosya kapatma" iddiasına inanmadığını söylüyor. 

MEB müsteşarı Yusuf Tekin twitter'dan açıklama yaparak iadenin olmadığını, "ölüm nedeniyle dosya kapatma işlemi" olduğunu söylemiş. O zaman sormak gerek, 1.5 yıl neyi beklediniz, madem başsağlığı dileyecektiniz bu kadar süreyi mi beklediniz? "Suçsuz falan bulunmadı" diyen MEB müsteşarı, Savcı mı, Hakim mi? Hukuki karineleri neymiş? İlk önce infaz, sonra karar mı? Hukuktaki karine, masumiyet karinesidir. Bu nasıl bir üslup, soğuk, kaba, ruhsuz, duygusuz... Gözaltında şüpheli ölüm var ve sonraki olanlar dehşet verici,  ne diyorsunuz siz? "Suçsuz" falan değil..." bu ifade bile lakaytlığı, ciddiyetsizliği, Türkiye'de hakim dilin sokak ağzı olduğunu çok net gösteriyor. Bürokrat böyle konuşuyor. Suçlu bile olsa gözaltında ölümü için hiçbir açıklama yapılmayan insandan bahsediyoruz ki ifadesi bile daha alınmadan ölmüş. Bu statükonun soğuk, taş kalplı dili böyle birşey işte, tüm vicdanları sızlatan gelişmelere işte böyle duygusuz, üstten, büyüklenen cevaplar veriliyor. Gökhan hoca'nın acılı anne babasının medyadaki feryatlarını izleyen tek bir ehli vicdan, bu hale isyan etmez mi?

Kimse yargılanmadan suçlu ilan edilemez, suçlu bile olsa kimse kötü muamele, işkence görmemelidir, bunlar değişmez hukuki kurallardır. Siyasete eklemlenerek olaylara bakarsanız, ne hukuk kalır ne de insanlık.  Bu vak'ada vicdanların kararı hep aynı şeyi söylüyor, vicdanlar sızlıyor, gözyaşları tutulamıyor. Gökhan Açıkkollu'nun ölümü niye herkeste Tahir Elçi, Hrant Dink ölümü'ndeki vicdan sızısını oluşturdu? Çok açık, bu ölümde de vicdanların kabul edemeyeceği çok şey var ve ve halen yargı sonuçları tatminkar değil.

02 Mart 2018 02:49
DİĞER HABERLER