Avcı, “Senin sevgi dolu çaylarını içerken yazdığı yazılar, o gazeteciyi terörist, darbeci ve casus yaptı. Bu ülkede gazeteci olmak avucunda kor tutmak gibi” dedi. Eşi Nurdan Avcı'ya yazdığı ve ‘Canım Nurdanım, buğulu gözlerim' diye başlayan mektup şöyle:
‘Canım Nurdanım, buğulu gözlerim'
“İstemezdim senden böyle ayrılmayı. Gözlerine bakmadan geçecek günlere uyanmayı. Sensiz ve sessiz Eylüllerle buluşmayı. Asla istemezdim. Ama Vonnegut'un dediği gibi ‘hayat bu' gülüm. Ayrılıkların ve ıstırapların bizi nerede beklediği meçhul. Ekranda ve gazetelerde beni gösterip, ‘Bu gazeteyi çok seviyorum' diyordun. Senin sevgi dolu çaylarını içerken yazdığı yazılar, o gazeteciyi terörist, darbeci ve casus yaptı. Bana zorla ve hileyle giydirdikleri kara pelerinin bedeli ağırlaştırılmış müebbet +20 yıl ediyor. Olsun be Nora. İsterse idamı geri getirip darağacına çıkarsınlar. Asla boyun eğmedim bu faşizanlığa ve hukuksuzluğa. Sen de beni bu halimle sevmedin mi? Bizim sevgimiz bu dünyaya sığmaz, ötelerde de seveceğiz demedik mi? Juliet Hugo'ya hayatını verdi, sen de bana.
Çileli ömrümün emsalsiz ve yabani çiçeği… Çok seviyorum seni, hep seveceğim…
En çok sevdiğim gün hangi gün olacak?
Cevabımdan hiç hoşlanmazdın ama yine söyleyeceğim; Öldüğüm gün…
Çünkü her geçen gün daha çok seviyorum
Ama daha ölmedim can sevgili…
Geceleri yatmadan önce hücremin duvarlarına bakıyorum ve seni hayal ediyorum.Ön duvarda gülüşün yan duvarda hüznün arka duvarda bakışların canlanıyor. Tepede gözyaşların…
Minik bir radyom var Nora… Şefkatsiz battaniyemin altına girdiğimde açıyorum. Kanal bulduğunda kırmızı ışığı yeşil oluyor. Ve yeşil gözlerin karanlıkta ışıldıyor.
Artık çayımı kendim yapıyorum, olduğu kadar. Bulaşıklarımı kendim yıkıyorum Nora. Tozlu ve kirli fayansları siliyorum, suçsuz yüzümü görünceye kadar. Soğuk yemekler yiyorum, buradaki herkes gibi. Ama kalbim hâlâ sımsıcak. Senin ve yavrularımın sıcaklığıyla dolu. Bebek kokulu Asaf'ıma iyi bak. Onu hiç yalnız bırakma. Polisler beni götürürken, kırık dökük çocuk lisanıyla, ‘Nereye götürüyorlar babamı' diye ağladı. Hâlâ kor gibi kalbimde duruyor. Senin arkandan ağlamasın.
Küçük metal arabaları paylaşmıştık Asaf'ımla. Benimkileri de kitaplarımın arasından al ona ver. Benim için Asaf'ımın burnunu kokla. Sonra sor ona: ‘’Paroro kokuyor… Yoksa paroro’yu mu seyrettin’’ diye…
Üzülme Nurdanım…
Sonbahar benim mevsimim. Bu defa yakıcı bir hazan getirdi bize. Solgun ve kuru yapraklar gibi savrulduk faşizan rüzgârlarda. Bu ülkede gazeteci olmak avucunda kor tutmak gibi. Varsın avucum delinsin. Ama kalbimde nice kardelenler açıyor. Bu kardelenler bizim şarkımızı söylüyor Nora.
Geç buldum seni, lakin çabuk ayrıldık.
Bir gün belki biri hukuku mezardan çıkarır. Belki yine sarılırım sana… Belki yazımı yazarken yine çay yaparsın bana. Belki yine sorarım, ‘Bugün ne yazayım' diye sana.
Belki bir gün… Belki buralarda belki ötelerde… Hakkını helal et ömrümün güzel perisi…
Islak gözlerle bakma dünyaya. Gazetecileri hizaya getirmeye çalışan zorbaların ve idraksiz yandaşlarının hepsini toplasan senin bir damla gözyaşın etmez. Hoşça kal canım Nurdan. Sevgiyle, aşkla, hasretle, umutla... Gültekin.”