Samanyoluhaber.com yazarı Safvet Senih Hulusi Yahyagil Ağabeyin bir hatırasını aktardı
Safvet Senih - Samanyoluhaber.com
Askeri bir fabrikada ressam olarak çalışırken Risale-i Nurları 1955’te tanıyan ve daha sonra 1956’te Elazığ’a nakli çıkınca Hulusi Yahyagil Ağabeyin derslerine devam eden, onun sohbetlerinde anlattıklarını not tutarak kaydeden Selâhaddin Eryavuz, daha sonra Bursa’ya yerleştikten sonra Ağabeyimizle yaptığı mektup teâtilerini de 2009’da bir hazine gibi İhsan Atasoy’a ulaştırmıştır. İhsan Beyin yazıp hepimizin istifadesine sunduğu “Nur’un Birinci Talebesi Hulusi Yahyagil” değerli eserin oluşmasında bu hazinenin büyük payı olmuştur.
Hulusî Ağabey bir mektubunda Selahaddin Beye şöyle diyor: “Aziz Kardeşim, 7. 11. 1961 tarihli mektubunuzu aldım. Bilmukabele üç aylarınızı tebrikle ahiret pazarı EKİM MEVSİMİ olan bu günlerden çok nasip almanızı Allah’tan niyaz ederim. Merhum Üstad’ı birkaç gün evvel âlem-i mânada gördüm, dert yandım; Madem müsadere ediyorlar, elde bir adet bulundurmalı… Sonra bir memba başında bulunduk. Mübarek su, ikiye bölünmüş, hemen yakında meskûn bir yere fazlası, uzak bir mahalle de az kısmı akıyor. Üstad, ‘Bak kardeşim! Bunlar, yani çok su akan yukarıdakiler istifade edemiyorlar, UZAKTAKİLER EDİYOR!’ dedi. Bence o NUR KAYNAĞI memleketimizdir. Fakat burada İSTİFADEYE mâniler pek çok HÂRİÇ MEMLEKETLER daha çok istifade sağlıyorlar, demektir. Ara sıra faydalanmak için rüfeka ile bir araya gelmekteyiz. Buna da şükür. Mektup ve adres saklamamanızı tavsiye ederim. Bazı lüzumlu adresleri gizleyin. Dini eserlerde telif olan var mı? Bilmem bir liste gönderebilir misiniz?”
Selahaddin Beyin kendisine yazdığı bir mektuba verdiği cevapta onu şöyle teselli eder:
“Sizi üzüntülü gördüğüm için, yani ifadelerinizden bu mânayı anladığım için müteessir gördüm. Kardeşim bilirsiniz ki, bu dünyanın ne zevk ve sefasında vefa; ve ne de elem ve cefasında bekâ vardır. Hayaller fikrinizi menfi cihetlere götürürse, HASBÜNALLÂHÜ VE Nİ’ME’L-VEKÎL dersiniz. Ve MEVLÂ GÖRELİM N’EYLER, N’EYLERSE GÜZEL EYLER diyerek kıymetli Kur’an tefsirleri okursunuz. Hem LÂ HAVLE VE LÂ KUVVETE İLLÂ BİLLAH teşbihine çok devam edersiniz. Kuruntulara yer vermeyiniz. Madem Allah var, O’na hakiki inananlara elem ve keder tasavvur olunamaz.”
Selahaddin Bey Erzurum’dan Elazığ’a gelip yerleştikten sonrası için diyor ki: “Kısa bir müddet sonra kendimi Hulusî Ağabeyimizin huzurunda bulundum… 1956 yılının Ağustos ayı sonlarıydı. Her gece Nur derslerine devam ediyordum. Öyle oldu ki, bu devam su ve ekmek gibi hayatımın zaruri ihtiyacı haline geldi…
“Bir gün Lem’alar’dan ders okunuyordu. Sıra On Yedinci Lem’a’nın Onuncu Notasına gelmişti.
“Orada, ‘Bil ey gâfil, müşevveş Said!’ cümlesine gelince rahmetli Hulusî Ağabeyimiz, ‘Bu güzel adı burada böyle okuyamam’ deyip okumadan geçmişti.
“Bir kış gecesi yatsı namazını kıldık, ayrılıyoruz. Cemaatten emekli savcı Rüştü Bey, yerde serili yaygıyı göstererek ‘Hacı Bey şu nakışlar namazda bana bir kuş resmi gibi geldi’ dedi.
“Baktık hakikaten halı motifi bir KUŞ RESMİNİ andırıyordu. Ertesi derste halının üzerine altını göstermeyen bir yaygı örttürdü.
“Genç bir hafız gördü mü imamlığı ona verir, kendisi arkasına geçerdi. Ders esnasında bir tefekkür hali olduğunda iki parmağıyla, sakalını sıvazlar, uç kısımlarını da ovar gibi yapardı.
“1960’ta 27 Mayıs İhtilali olduğu gece, Altıncı Söz’ü okumuştuk. Dersler bir müddet dershanede tatil edildi, fakat evlerde az gruplar halinde devam etti. Tam bir yıl sonra yine aynı dershanede örfi idareye rağmen Hulusi Ağabeyle dokuz kişi bir araya geldiğimizde Altıncı Söz’ü okumuştuk. Bu arada İhsaniye Camii’nde toplu olarak 4444 defa Salât-ı Tefriciye okuduk. Hulusi Ağabey ihtilal musibetini def’i için dua etti.
“Bu kritik dönemde dersler, ikindi namazları sonrasına alındı. Bir gün bir otel odasında, bir gün bir tüccrarın bürosunda, bir gün de çay bahçesinde cemm-i gafir (çok kalabalık) olmamak şartıyla devam ettik.
“Bir ara Elazığ’dan ayrıldım. Bursa’ya yerleştim. Fakat bazen ayrıldığıma üzülür, pişmanlık duyardım. Onun sohbetlerine müştaktım. Yazdığım mektuplardan birinde herhalde bu hususu belirtmiş olacağım ki, bana yazdığı mektupta şunları ifade etmişti:
“Kardeşim, 24.10.1961 tarihli mektubunuzu aldım. Sıhhat ve âfiyetinizin devamını Allah’tan dileriz. İstirahatinize elverişli bir yer tedarik edebildiğinize memnun olduk. Zorluk geçer. ‘Zeval-i elem (elemin yok olması), lezzet verir.’ vecizesi… Geçmiş zorluğun yerini şimdi lezzete terketmiştir. Buradan ve arkadaşlarımızdan zarurî ayrılmaktan doğan üzüntünüzde ehemmiyeti yoktur. Allah için muhabbet, isterse bir dakika olsun, o bir çekir gibi o kısa ömürde Allah adıyla kalbe dikilen muhabbet çekirdeği, bâki âlemde hakiki, feyizli meyvesini verecektir.”
Selahaddin Bey, İhsan Atasoy’a diyor ki: “(Hulusi Ağabeyin) Gerek bu mektuplarını, gerekse çeşitli konularda yazdığı yazıları derleyip bir dosya haline getirdim. Önceleri bunları yakmamı istedi. Daha sonra görüştüğümüzde ‘Keşke yakmasaydın, ileride belki bir faydası olur.’ demişti. Şimdi yanımda bulunan bu dosya, yapılacak çalışma için önemli bir kaynak teşkil edecektir.”
1974 (1975’te de olabilir) senesinde Hulusî Ağabeyi Elazığ’da ziyaret etmiş, ikindi namazından sonra dersanedeki sohbetine katılmıştık. Ta o zaman, “Kayidü’l-ilme bi’l-kitabeti” (Yani bilgiyi yazarak kaydedip tesbit edin.) Hadis-i Şerifini söyleyip, aklımıza gelen, kalbimize doğanları, şâhit olduğumuz mühim olayları ve sözleri yazarak zaptetmemizi tavsiye etmişti…