Ha kapatma kararı ha askeri darbe

Ha kapatma kararı ha askeri darbe
Brookings Enstitüsü'nün önde gelen isimlerinden biri olan Phil Gordon, 4. Sakıp Sabancı Konferansı'nda yaptığı konuşmada çarpıcı mesajlar verdi ve uyardı.
Brookings Enstitüsü'nün önde gelen isimlerinden biri olan Phil Gordon, 4. Sakıp Sabancı Konferansı'nda yaptığı konuşmada AK Parti'ye açılan davanın kapatmayla sonuçlanmasının askeri bir darbeden farksız olacağını söyledi. 14 Mart'ın, yani AK Parti'ye kapatma davası açılmasının üzerinden iki ay geçti. Türkiye'de, Avrupa'da ve daha birçok ülkede olduğu gibi Amerika'da da bu dava tartışılmaya devam ediyor ve dava sonuçlandıktan sonra da sürecek. Amerika'da tartışılan, kapatma davasını "yargı darbesi" olarak olarak niteleyen Avrupa Birliği'nin ve yetkililerinin sert açıklamalarına kıyasla, Washington yönetiminin ve yetkililerinin yaptıkları, demokrasiyi, ve yüzde 47 ile yeniden işbaşına gelen siyasi iktidarı en hafif deyişle zor durumda bırakan "yetersiz", "zayıf" veya "yeterince güçlü" güçlü görülmeyen açıklamaları... Davanın ertesinde Türkiye ve Avrupa'da yapılan "yargı darbesi" nitelemeleri Amerika'da da yapılmadı/yapılmıyor değil. Newsweek dergisinde ilk önce Grenville Byford'un yazdığı "Call it a Coup" (Buna Darbe Deyin) başlıklı makalesini çok sayıda makale izledi. The New York Times ile birlikte ABD'nin en iki saygın gazetesinden biri olan Washington Post'ta geçtiğimiz hafta yayınlanan editör yazısında Bush'tan kapatma davasına karşı net tavır takınması çağrısı yapılması Washington yönetimine yapılan eleştirilerin en son ve etkili örneklerinden birisini oluşutruyor. Akademi dünyasında da durum farklı değil. Neocon'ların merkezini oluşturan American Enterprise Institute (AEI)'de Michael Rubin gibi isimlerin yazdıkları yazıları (ki akademi dünyası değil zaten) bir kenara bırakırsanız, Joost Lagendijk'in sık sık vurguladığı "Bu davayı Avrupalılara anlatamazsınız" cümlesi, Amerikalılar için de geçerli... AMERİKA PERSPEKTİFİNDEN TÜRKİYE'NİN GÖRÜNÜMÜ Önceki gün, Brookings Enstitüsü'nde düzenlenen 4. Sakıp Sabancı Konferası'nda ve konferans sonrası gerçekleşen çalışma yemeğinde, Türkiye'den ve ABD'den iş dünyası temsilcileri, düşünce kuruluşları temsilcileri, uzmanlar ve gazeteciler, Dışişleri eski Bakan Yardımcısı Nick Burns ile kapatma davasını ve pekçok konuyu tartışma fırsatı buldu. Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı'nın, konuklara teşekkür konuşması yaptığı çalışma yemeği masasının etrafında, Brookings Enstitüsü Başkanı ABD eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Storbe Talbott, aynı enstitüden uzmanlar Daniel Benjamin, Phil Gordon, Ömer Taşpınar, ATC Başkanı James Holmes, TÜSİAD-ABD Temsilcisi Abdullah Akyüz, TUSKON-ABD Temsilcisi Hakan Taşçı, Türk medyasının Washington temsilcilerinin yanı sıra Milliyet'ten Hasan Cemal gibi isimler de vardı. Sözün dönüp dolaşıp geldiği yer elbette kapatma davasıydı. Burns, her ne kadar "Ben artık sade bir vatandaşım. Hükümet görevlisi değilim" diyerek, görüşlerinin hükümet değil kendi görüşleri olduğunun altını çizdiyse de "sade vatandaş Burns"ün özellikle konferansta yaptığı konuşmada Amerika perspektifinden çizdiği Türkiye portresi önemliydi. ABD YENİ YÖNETİMİ VE KARŞILIKLI SORUMLULUKLAR 1- ABD-Türkiye ortaklığı yeniden: Yeni dönemde ABD Başkanı kim olursa olsun (Barack Obama, Hillary Clinton, John McCain) Türkiye ile müttefiklik ilişkilerine öncelik tanımalı. PKK ile mücadelede ABD'nin Türk ordusuna verdiği destek iki ülke ilişkilerini olumlu yönde etkiledi. Türkiye, terörizm sorununu Irak hükümeti ve Bölgesel Kürt Yönetimi'ni de içine alarak ortadan kaldırma yollarına başvurmalı ve böylece askeri müdahalelere gerek kalmayacak bir durumun meydana getirilmeli. 2- AB üyelik süreci: Türkiye'nin AB'ye üyeliğine destek sürdürülmeli. Merkel ve Sarkozy yanlış tutumlarını bırakmalı. AB kapılarının kapatılması tarihi ve büyük bir hata olur. 3- Ermenistan, Yunanistan ve Kıbrıs: Türkiye, Ermenistan konusunda yeni bir açılım yapabilir. Fener Rum Patrikhanesi ve Ekümenik sorununa yol bulunmalı, Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılması sağlanmalı. 2009'un, Kıbrıs'ta çözüm yılı olması kimseyi şaşırtmamalı. 4- İran ve Suriye'ye baskı: ABD İran ile bir 28 yıl daha görüşmeme politikası sürdüremez. Türkiye, İran ve Suriye üzerindeki nüfuzunu kullanmalı. İran, müzakereden kaçıyor. Böyle sürmesi halinde yaptırım kaçınılmaz olur. Türkiye yaptırıma katılmalı. Türkiye, Şam'a Hizbullah'ı desteklemeyi sürdürmesi halinde ilişkilerinin bozulacağı mesajını vermeli. 5- NATO misyonuna daha fazla destek: Türkiye'nin Afganistan'da büyük katkısı oldu. NATO içinde en büyük orduya sahip olan Türkiye modernize etme çerçevesinde ordusuna daha fazla yatırım yapmalı ve Afganistan'daki NATO misyonuna daha fazla katkı sağlamalı. "Parlak bir kariyer"le kısa bir süre önce emekliye ayrılan Burns'ün AK Parti hakkındaki kapatma davası konusunda "sade bir vatandaş" olarak yaptığı açıklamalar ise Washington yönetiminin içerde ve dışarda bugüne kadar sergilediği tutumdan dolayı uğradığı eleştireleri giderecek tarzda değildi belki ama önemliydi. Burns de, ilk günden itibaren gerek Dışişleri Bakanlığı Avrupa ve Asya'dan Sorumlu Üst Düzey Yetkilisi Matt Bryza, gerekse Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'ın ATC toplantısında yaptığı açıklamalara parelel bir açıklama yaptı, yani "sade bir vatandaş" sıfatıyla da resmi söylem ile ters düşmedi. Dört saat boyunca aynı soruyla birkaç kez muhatap olan ve "kelimelerimi seçerek konuşacağım" diyen Burns'ün cümlelerini konunun hassasiyetinden dolayı biz de aynen aktarıyoruz: "Ben artık sade bir vatandaşım. Hükümet görevlisi değilim. Sözlerimin de bu çerçevede değerlendirilmesi gerekir. Kendi geleceğini belirlemek Türkiye'nin işi. ABD açısından bakarsak, Türkiye'nin son on yılda daha demokratik, laik, ekonomik olarak daha güçlü olduğunu görüyoruz Bu tartışmalara müdahele etmek istemiyorum. Ancak Türkiye çok yol aldı. Büyümesi devam etmeli. Siviller tarafından idare edilen hükümet yapısı, Türkiye'nin geleceği için önemli. Bu şehirde (Cumhurbaşkanı Abdullah) Gül ve (Başbakan Tayyip) Erdoğan'a, her iki lidere de büyük saygı var. Türkiye, dünya sahnesinde oynuyor ve iki lider de güvenilir ortaklar." WASHINGTON BELİRSİZ Mİ? Çalışma yemeği masasındaki gazetecilerin cevap aradığı soru Washington'un neden AB gibi net bir tavır ortaya koymadığıydı? Daha doğrusu Washington yönetiminin bu dava karşısında nasıl bir tutum sergilemesi gereğiydi. Toplantı off the record olmadığı için açık yazmakta sakınca yok. Joost Lagendijk'in birçok kez Türk basınına yansıyan ve Washington'da yapılan ATC toplantısında, "ABD'nin politikası için bir şey diyemem. Türkiye AB'ye üye olacak, ABD'ye değil. Onun için Türkiye'deki gelişmeler bizi ilgilendirir" cümlesinin ana fikri masadaki bazı katılımcılara da hakimdi. ATC (American Turkish Council) Başkanı James Holmes, davayla karşı karşıya bulunan AK Parti'nin de davayı bir kanuni bir süreç olarak değerlendirdiğini belirterek, en doğru olanın Türkiye'nin bu sorunu kendi kurumsal yapıları içinde kendi başına çözmesi gerektiğiydi. Washington'un farklı bir duruş sergilemesi bu çerçevede yanlış anlaşılmalara yol açabilir ve buna meydan vermemek gerekir. Ancak kapatma davasını "askeri bir darbe ile eşdeğer yargı darbesi" olarak gören de yok değildi. Brookings Enstitüsü uzmanı Phil Gordon, bu fikirde olduğunu belirterek, dava sonucunda kapatma kararı verilmesinin askeri darbeden farklı olmayacağını söyledi. BELİRSİZLİK NASIL KALKAR? Brookings'in Türkiye Masası Direktörü Dr. Ömer Taşpınar, dava açıldığından bu yana konuşmalarında dile getirdiği ve Washington'da yapılan değerlendirmelerden farklı olarak nitelendirilecek görüşünü bir kez daha yineledi: "ABD'nin, Türkiye'nin AB üyeliğine desteğini daha güçlü bir şekilde vurgulaması." Savcının iddianamesinde sadece AK Parti değil deyim yerindeyse ABD de "sanık" olmuş durumda. Çünkü iddianamede, ABD, "AK Parti üzerinden 'Ilımlı İslam' projesini hayata geçirmek istiyor" ve bu da Türkiye'nin laik yapısını tehdit ediyor. ABD farklı bir duruş sergilemesi durumunda dava sürecini istemediği bir şekilde olumsuz etkileyebilir. Türk demokrasisine yardımcı olmaya çalışırken, demokratikleşme sürecini baltalayabilir. Bugüne kadar Türk demokrasisine, demokratik kurumlarına, anayasal ve laik yapısına güven duyduğunu vurgulayan Washington yönetimi, "seçmen iradesine saygı duyularak, seçmenin sesine kulak verilerek bu zor durumdan bir an önce çıkılmasının herkesin faydasına olacağının" altını çizmesi belki en doğru yol. Washington, uğradığı "antidemokratik" duruş eleştirilerini, Ömer Taşpınar'ın sık sık altını çizdiği "Türkiye'nin AB'ye üyelik sürecine daha güçlü bir şekilde vurgu yaparak" kurtulabilir(di) belki. Washington dava karşısında bugüne kadar şaşmadığı "demokratik laiklik perinsipleri, hukukun üstünlüğü, seçmenin iradesi ve sesine kulak verilerek demokratik kurumlarında karar vererek bu sorunu aşması" açıklamaları bağlamına "Türkiye'nin AB üyeliğini engelleyecek gelişmelerin hoş karşılanmayacağı" cümlesinin eklenmesi, nasıl bir sonuç doğrurdu acaba? YENİ ŞAFAK
10 Mayıs 2008 07:23
DİĞER HABERLER