Zaman Amerika yazarı Ahmet Kurucan 15 Temmuz darbe girişimini toplumun bir kesimine yıkarken yazılan senaryoları dile getirdi
Toplumsal link kampanyası çoktan çığrından çıktı. Adına uzman denilen koca koca adamlar öyle yalanlar ortaya atıyor ki insan gerçekten hayret ediyor. Ancak esas acı olanı bu yalanlara inanmaya hazır bir kitle var. İşte bu yalanları analiz eden Ahmet Kurucan toplumun fotoğrafını çekiyor.
İşte Kurucan'ın analizi
Habili cemaat öldürmüş!
“Ateş olmayan yerden duman çıkmaz” amenna ama çıkan dumana bakınca “Bu ateşten bu kadar duman nasıl çıkar?” diyor insan.
TV tartışma programlarına bakınca bir zamanlar cemaat içinde bulunmuş bazı kişiler konuştukça konuşuyor.
Darbe soruşturması ekseninde göz altına alınan veya tutuklanan kişilerin belki samimi belki de devletin gazabından korunmak için verdikleri ifadeleri de buraya ilave etmek lazım.
Gazetelerde çarşaf çarşaf yayınlana bu ifadeler cemaat hakkındaki mevcut algıya destek veriyor.
Ben bu bağlamda bir yazı serisi yapacağım.
Bu seride gözaltı ve tutukluların gazetelerde yayınlanan ifadelerini değil TV ekranlarında dile getirilen veya gazete köşelerinde seslendirilen düşünceleri ele alacağım.
Neden ifadeleri değil?
Çünkü sahihliğine inanmıyorum?
O ifadelerin ilgili şahıslara ait olup-olmadığı, kendi özgür iradeleri ile verip- vermedikleri, işkencelerin veya işkence tehditlerinin hangi ölçüde rol oynadığı, “şöyle konuşursan, her şeyi itiraf edersen ceza indirimi alırsın” türünden tekliflerin mahiyeti hakkında net bir bilgiye sahip olmadığım için o ifadeleri esas almayacağım.
Zaten zekat, kurban ve fakir öğrencilere burs verme gibi hem dinen hem de kanunen meşru ve yasal olan faaliyetlerin bile günah ve suç olarak kabul edildiği bir ortamda, o insanların her şey itiraf etmeleri mevcudu anlatmanın ötesinde bir anlam taşımaz; taşımaz ama o eylemler suç kategorisine sokulunca cemaate ait büyük bir kurumun kasasında 43.050 TL bulunması büyük bir suçmuş gibi lanse edilir hale gelir.
Her neyse…Bu durum dünyada daha çok baş ağrıtacak.
Ahirette de Allah huzurunda büyük hesaplaşmalara müncer olacak.
İyi ki ahiret var ve iyi ki Allah adil-i mutlak olarak ahirette hüküm verecek.
Asıl mahkeme orada kurulacak.
Büyük buluşma orada gerçekleşecek.
Neyin doğru neyin yanlış, kimin eğri kimin yamuk olduğu bütün çıplaklığı ile ortaya çıkacak.
Boynuzlu koyunun boynuzsuz koyundan hakkını aldığı o günde , haklı haksızdan alacağını alacak.
Keşke bu alacak hiç olmasa!
Keşke bu alacak ahirete kalmasa!
Keşke her hak sahibi hakkını dünyada alsa!
Suçlu cezasını burada çekse!
Masumlar suç isnadı ve ithamı ile hapishanelerde ömür çürütmese.
Tahakkuk eder mi bu temenniler?
Yaşadığım ömrün son 16 yılını yurt dışında geçiren bir insan olarak uzaktan benim bu soruya cevabım tek kelimeyle zor.
Neden?
Cevabı kim sorusunda gizli?
Kim yapacak bunu?
Elbette Devlet erkini yürüten Hükümet, Adalet Bakanlığı mekanizmasını kullanarak yapacak.
Sırasıyla yerel ve genel mahkemeleri, savcıları, Ağır Ceza Mahkemelerini, Sulh Ceza Hakimliklerini, Danıştay’ı, Yargıtay’ı, Anayasa Mahkemesi eliyle.
Adaletin simgesi olarak resmedilen elinde kuyumcu terazisi gözü bağlı bir zihniyetle.
İyi ama sorun da burada zaten…
Bu adalet zihniyeti yakın geçmiş Türkiye’sinde istisnalar hariç hiç gözü bağlı olmadı.
Elinde kuyumcu terazisi değil oduncu kantarı bile tutmadı.
İdeolojik yaklaşımlar her şeyin önüne geçti.
Devlet ele geçirilecek bir aygıt; adalet mekanizması da bütün kurumları ile bu zihniyetin elinde silah oldu.
Seyfi Oktay’lar, Mehmet Moğultay’lar dönemini hatırlayın lütfen.
Ya Devlet Güvenlik Mahkemelerine ne demeli?
Ergenekon, Balyoz davaları sırasında kurulan Özel Yetkili Mahkemeler?
Şimdilerde Sulh Ceza Hakimlikleri?
Yargıdaki kutuplaşmaların son HSYK seçimlerine yansıyan rekabetleri?
Ya şimdilerde gördüğümüz hakim ve savcı tutuklamaları, işten çıkartmaları?
Hasılı, yukarıda keşke’lerle ifade ettiğim adaletin tahakkukunu bu dünyada zor görüyorum ben.
Onun için yaşasın Mahkeme-i Kübra diyorum.
Bediüzzaman gibi “Zalimler için yaşasın cehennem” diyorum.
Gelelim TV ekranları ve gazetelerdeki itiraflara, iftiralara, ihbarlara, iddialara, yalanlara, dedikodulara, zanlara ve yorumlara.
Dikkat ederseniz toptancı bir zihniyetle cemaat hakkında söylenen her şey yalan demedim.
Hepsi iftiradır da demiyorum.
Çeşitlemeler de bulunuyorum.
Kim bilir belki de doğrudur denilenler.
Belki bir tane doğrunun yanına ithamlar, isnatlar, iftiralar vs katılıyordur.
Herkes hesabını ahirette verecek ama su manzarayı da gözden kaçırmayın.
Hepsi de tırnak içinde; “15 Temmuz darbesini zaten “FETÖ” yaftasını yapıştırdıkları cemaat yaptı.
Özal’ı o öldürmüş olabilir.
28 Şubat onun marifeti.
Uludere’de hunharca öldürülen 33 vatandaşın katili o.
Rus uçağını o düşürdü.
Ergenekon, Balyoz hepsi onun senaryosu ve gözetimi altında gerçekleşti.
Necip Hablemitoğlu’nu da o öldürdü.
Hrant Dink zaten onun cinayeti.
Baykal ve MHP’li başkan yardımcılarının kaset skandalının faili de o.
Papa’ya kurşun sıkan M.Ali Ağca’nın da arkasında o var.
Soma’daki 301 madenciyi de o öldürdü.
Bunları alt alta koyunca şunu demeniz işten değil; Habil’i de cemaat öldürdü.
Veya daha yakışıklı bir ifadeyle Kabil’ de bu örgüt üyesiydi!!!
Gülmeyin lütfen!
Bugünlük bu kadar devam edeceğim