Zaman süratle dönüyor, göz açıp kapamadan yine Hac mevsimi geldi. Milyonlar gözyaşlarıyla Mevla’nın davetine icabet ederek yollara koyuldular.
Her ne kadar bu yıl yine alem-i İslam, hususiyle ülkemiz için hüzünlü bir hac da olsa, Rabbimiz’in emri olan bu vazifeyi mükelleflerin ifâ etmesi gerekmektedir.
Her ibadette olduğu gibi, Hac da Allah (cc) emrettiği için yapılır. Hiç bir şeye alet edilemez, edilmemelidir. Sadece Allah’ın rızası gözetilerek kulluk vazifemizi ifa edip, perişan durumda olan Alem-i İslam’ın yüz karası durumuna düşürülmüş, Ümmet-i Muhammed’in (sav) vahdeti, kardeşliği için, duaların reddedilmediği, nice makbul ibâdın gözyaşı döktüğü o mübarek beldede olanlar orada, bizler de bu niyetle bulunduğumuz yerlerde ellerimizi açıp dualarımızı bu niyetle yapmalı ve gözyaşı dökmeliyiz.
Bu duygu, bu niyet ve bu düşünceyle mahşeri sembolize eden Arafat’ta vakfede ve kefene benzeyen ihramlar içinde diğer bütün ibadetleri yaparken, Hâkimler Hâkimi Allah huzurunda olunduğu unutulmamalıdır.
Bakara suresi 197. ayette, “Hac malum aylardadır. Kim o aylarda haccı ifaya azmederse, bilsin ki hac esnasında ne cinsel yaklaşma, ne günah sayılan davranışlarda bulunma, ne de tartışma ve sürtüşme caiz değildir. Siz hayır olarak her ne yaparsanız, Allah mutlaka onu bilir. Azıklanın ve bilin ki azığın en hayırlısı kötülüklerden korunmadır. Öyleyse bana karşı gelmekten korunun ey akıl sahipleri!” buyrulmaktadır.
O belde-i Mübarek’te yapılacak dualar dünyayı talep etmekten daha ziyade, ahirete müteallik olmalıdır. Hususiyle mağdur, mazlum ve mahkum ehl-i imanın necatı adına gözyaşları döküp, Yüceler Yücesi Allah’a dua ve niyazda bulunulmalıdır.
Bakara suresi 200-201 ve 202 ayetlerinde “... Bazı kimseler, ‘Ey Yüce Rabbimiz, bize vereceğini bu dünyada ver!’ derler. Bunların ahirette nasipleri yoktur.”
“Bazıları da, ‘Ey Yüce Rabbimiz, bize bu dünyada da iyilik ve güzellik ver, ahirette de iyilik ve güzellik ver ve bizi cehennem ateşinden koru!’ derler.”
“İşte bunlar kazandıkları şeylerin hayır ve bereketlerini fazlasıyla görürler. Allah hesapları çok çabuk görür.”
Yeryüzü kendisine mescid, Mekke-i Mükerreme mihrab, Medine-i Münevvere Minber, Mü’minlerin en son ve en yüce imamı, bütün insanlığın hatibi, kainatın yaratılış vesilesi Efendimizin (sav) huzuruna çıkarken edeple, derin bir huşu ve huzurla, tefekkür ve tezekkür ile çıkmak, bizler kimiz? Nereden gelip nereye gidiyoruz? Vazifemiz nedir? Dünyayı imar etme adına sınır tanımadan, haram helal demeden keyfimize göre yaşamak mı? Yoksa ölümle sona erecek, muvakkaten misafir olduğumuz şu dünyayı ahiret hayatımız adına bir pazar olarak değerlendirmek mi?
Hüccac, Allah ve Resulü’nün (sav) huzurunda derin bir murakabe ve muhasebede bulunarak, Allah’ın sonsuz Rahmet ve mağfiretinden istifade etmeye sebep ve şefaatçi yapmak üzere, O’nu (sav) Salat-ü Selamlarla selamlayıp, gözyaşları ile günahları yıkamaya çalışmalı, duygu ve düşünceleri orada bırakarak edeple vedalaşıp ayrılmalıdır.
Hayatta bir veya birkaç defa Allah’ın lutfettiği, ahiret hayatı adına en büyük kazanç vesilesi olan Hac ve umreyi bir seyahat olarak değil, derin bir ibadet şuuru ve neşvesi içinde; dedikodudan, gıybetten, zamanı israftan, her gün çarşı pazar dolaşmaktan uzak kalarak, fırsatları değerlendirip ve ahiret hayatı adına yatırım yapılmalıdır.
Bu vesileyle şu önemli hususları hatırlatmakta yarar var. O mübarek beldede kimsenin eksik ve kusurunu görmemenin yanında, kendi eksik ve kusurlarımızı telafi etmeyi esas almalıyız. Gayri ihtiyari gözümüze takılan olumsuz hadiseler olursa, tatlı dil güler yüzle kimseyi rencide etmeden, muhataba sevap kazandırma niyetiyle hatırlatma yapılabilir.
Hac yaptığım bir dönemde yanımda İslam’a yeni adım atmış bir genç vardı. Sarıklı cübbeli, düzgün kıyafetli tanımadığım bir zat, yanımdaki gence, tavaf ve say’dan sonra saçlarını tamamen kestirmediği için, sert bir ifadeyle ‘senin haccın katiyen olmadı’ deyince, gencin müthiş morali bozuldu. Nezaketli ve makul bir ifadeyle o zata müdahalede bulundum. Sonra gence dönüp, ‘Merak etme, inşaallah haccın makbuldür’ deyip gencin elinden tutup ayrılırken; o zat münakaşa havasına girince, ‘Biz buraya kavgaya değil ibadete geldik deyip süratle ayrıldık. Manzaraya şahit olan bir dostumuz daha sonra bize, o zatın bir gün sonra, kendi hata ettiğini anlayarak, özür dilemek için sizleri çok aradığını ifade etti ama, gerçekleşmedi.
Orada ibadet, zikir, fikir, dua, Kur’an ve ilimle meşgul olarak değerlendirip altın değerindeki zamanı çarşı pazarda hergün katletmemeli... İbadetleri meşru mazeretlerin dışında Harem-i Şeriflerde cemaatle kılmayı ihmal etmemeli... Tavaf ve Say yaparken dünya kelamı konuşmayıp, sanki Efendimizle (sav) hac yapıyor şuuruyla hareket etmeli... Ve Allah’a hesap veriyor şuuru içinde Mevla’yı görüyor gibi gözyaşı dökülmeli, yalvarıp yakarılmalıdır...
Hac, ilk mabed olan Kabe’yi ziyaret ve tavaf, Arafat’ta vakfede bulunmaktır. Aynı zamanda kulun büyük Mahkeme’de hesaba çekilmeden evvel hesabını yaptığı ve halini Allah’a arzettiği mahşeri temsil eden yerdir.
Hac, gönüllerin yıkandığı, ruhların kanatlandığı, vicdanların itminana kavuştuğu yerdir. Allah’ın nice basireti açık kulları vardır ki, orada dünya gözünden silinir, ötelere perdeler açılır. Resulullah (sav) ve Ashab-ı Kiramla buluşulur. Minada, Hz.İbrahim ve Hz.İsmail Efendilerimizle selamlaşırlar.
Mü’min, hiçbir zaman bilhassa orada kalp kırmaz, gönül yıkmaz. Şüheda-i Bedir ve Uhud’la ve bütün Sahabe Efendilerimizle omuz omuza olmanın gayreti içinde bulunur ve bulunmalıdır.
Rengi, dili ne olursa olsun, hangi ülkeden gelirse gelsin, fakir zengin, genç ihtiyar, hasta sıhhatli bütün ehli iman kardeşlerimizin Cenab-ı Hakk haclarını mebrur eyleyip, iki cihan saadetine vesile olması dua ve dileğiyle...
M.Ali Şengül