Hakim polise sordu.. Oğlum sen 'Allah' demez misin?

Samanyoluhaber.com yazarlarından Safvet Senih, 'O günlerin hâkimleri' başlıklı yeni yazısında Ali Ulvi Kurucu Ağabey'in hatıralarından dikkat çekici bir hadiseyi aktarıyor. Bugünün hakim, savcı ve polisleri için oldukça manidar bir hadise...
O GÜNLERİN HÂKİMLERİ

Hatıratında Ali Ulvî Kurucu Ağabey emekli hâkimlerden bahsederken diyor ki: “Hac mevsimi dışında, 1980’li yıllardaydı; on emekli hâkim geldi. Hepsi emekli olmuşlar, umre ve Peygamber-i Zîşân’ı ziyaret için, birlikte karar verip yola çıkmışlardı. Kütüphane’ye  geldiler, oturduk, konuşuyoruz. Kendilerinin emekli hâkimler olduklarını söyledikleri zaman, gayr-i ihtiyarî olarak sormaktan kendimi alamadım: 

‘Hâkim beyler, sizin hayatınız sahnelerle doludur. Her biriniz 30-35, belki daha fazla yıl bu vazifede bulundunuz. Sizin hâfızalarınızda, kim bilir ne canlı hâtıralar vardır?’ dedim. 

Onlar ‘Gayet tabii, evet öyledir…’  dediler. 

İçlerinden birisi, ‘Arkadaşlara  vekâleten sözü ben alayım’ dedikten sonra, şunları söyledi: 

‘Bizim gibi düşünen, inançlı hâkimleri en çok üzen dâvalar, dini dâvalardı. Bilhassa ‘Arap harfleri okuttu.’ diye, Kur’an-ı Kerim okutup öğretenlerin ve ‘Âyin yaptı’ diye, Allah’ı zikreden Müslümanların ihbâr üzerine, basılıp suçlu gibi mahkemelere sevk olunmaları, bizi en çok üzen dâvalar olurdu. Hiç unutmam, Urfa’nın bir kazasında hâkim idim. Soğuk bir kış gününde, polis mahkemeye bir grup vatandaş getirdi. ‘Hayırdır  inşallah evlâdım,  kim bunlar?’ diye sordum. O da ‘Efendim bunları cürm-i meşhud hâlinde yakaladım getirdim.’ dedi. 

‘Ne yapıyorlardı?’ dedim. 

‘Âyin yapıyorlardı!’  dedi. 

‘Nasıl yapıyorlardı?’ dedim. 

‘Allah, Allah, Allah diyorlardı.’ dedi. 

‘Allah mı diyorlardı?’ dedim. ‘Evet efendim.’ dedi. 

Bunun üzerine polise sordum: ‘Oğlum sen Allah demez misin?’ 

Biraz düşündü, ‘Derim’ dedi. ‘E… Ben de derim… Demek cürüm müşterek oluyor. Biz de mi suça iştirak ediyoruz?’ dedim.

‘Aman efendim, bunlar yalnız Allah demekle kalmıyor, bir de ellerinde def gibi bir şey vardı, onu çalıyorlardı… Defle beraber Allah Allah deyip âyin yapıyorlardı.’ dedi. 

Polise sordum: ‘Evlâdım sizin evinizde radyo yok mu?’ ‘Var’ dedi. ‘E…  Sen radyoda, yurttan sesler, fasıl heyeti, ince saz gibi programlar dinlemiyor musun?’ dedim. ‘Dinlerim efendim’ dedi. ‘E…. Bende de var, ben de dinlerim…. Şimdi kanunla Allah demenin suç olduğuna dair bir madde de yok…’ dedim. 

Fakat biz bu konuşmayı güzel güzel yaparken, bizi dinleyen, o yakalanıp getirilmiş masumların gözlerinden yaşlar damlamaktaydı… O yaşlar sanki ağlamam değil de vatandaşın yaralı kalbinden gelen birer feryadın gözyaşları idi… 

Polise sordum: ‘Oğlum bunlar karakolu filan bastılar mı? 

’Hayır efendim’ dedi. 

‘Peki yanlarında devlet ve hükümet aleyhine bir broşür bir yazı filan var mıydı?’ dedim. 

‘Hayır efendim.’ dedi. 

‘Bak yavrum, bu vatandaşların anaları, hanımları, belki yavruları kim bilir ne heyecan, korku içinde bekleşirler. Sen de Allah diyorsun, ben de. Radyoda def çalınır, sen de dinliyorsun, ben de’ diyerek o masumları bırakabildim…”

Bize gelen e-maillerin birisinde, bu süreçte günümüz hâkim ve savcılarının kendi arkadaşlarına bile revâ gördükleri zulüm anlatılıyordu: 

“Geçen hâkim ve savcılara yapılan operasyonda gözaltına alınan savcının evde bulunan iki buçuk ve beş yaşlarında iki çocuğunu karşı komşuya bırakmaya izin vermemişler. Sonra kapıyı çocukların üzerine kilitleyip evden  ayrılmışlar. Olaydan haberdar olan savcının babası, hemen Van’a otobüsle hareket ediyor. Otobüs daha durması gereken yere varmadan, ‘Haydi geldin, in artık’ diyerek dedeyi Gevaş civarında otobüsten indiriyorlar. Dede, yanlış yerde indirildiğini anlıyor ama otobüs çoktan gitmiş. O esnada oradan geçen birisi, dedenin hâlini görüp arabaya alıyor. Dede başlarına geleni anlatınca, ikisi de ağlamaya başlıyorlar. Sonra eve geliyorlar. Çocuklar evde kilitli kalmışlar… Bütün bunları Deyyan olan Kahhar u Cebbar görüyor. Mühlet verip imhâl ediyor ama biliyoruz ki asla hiçbir zaman ihmal etmez… Haşa!...

Bir e-mailde de şöyle deniliyor: 

“Dün annem tutuklandı. 51 yaşında. Küçük bir ilçenin hanımlar derneğinde muhasip ve mütevelli idi. Tutuklama sebebi ise, bylock kullanan birisi tarafından aranmış olmasıymış. Bütün suçlamaları reddetmesine rağmen, önceden tutuklanacağı birileri tarafından zaten belirlendiği için annemi ve bir arkadaşını tutuklamışlar. Onların tutuklanmasına arkadaşları üzülmüş, bazı polislerin, bile gözleri yaşarmış. Polisler önceki hâdiselerden de dert yanmış ve kırk yıllık arkadaşlarımızın ellerine kelepçe vurduk!.’ demişler.  

Ama bir de neticelere bakalım:

Gelen e-mailde de şöyle deniliyor:

“Bir mağdur ve mazlum ağabeyimiz cezaevinde rüyasında vefat ediyor. Sıra, sırat köprüsünü geçmeye geliyor. Bakıyor ki, sırat köprüsü o kadar ince ki, makara ipi gibi… ‘Burası nasıl geçilecek’ diyor ve başlıyor geçmeye… Zar zor tutuna tutuna geçiyor… Sonra mizanın terazinin başına geliyor… Orada da sevapları günahlarına eşit geliyor. Oradan da çok şaşkın geçiyor… 

Daha sonra Cennetin kapısına geliyor.

‘Sen burada bekle!..’ diyorlar. 

O korkuyor, Melekler soruyor: ‘Sen necisin, ne yapıyordun?’ diyorlar. 

‘Ben Hizmettenim.’ Deyince, söylesen ya… ‘Sizler Bâbü’l-Mağdûrînden (Mağdurlar Kapısından) geçeceksiniz… Sen de oradan geç!.’ diyorlar. 

Ne büyük mazhariyet…

SAFVET SENİH
15 Haziran 2017 13:17
DİĞER HABERLER