''Kendini Allah’a adamış, o kuvvet kaynağına sırtını dayamış, malını, canını, herşeyini Allah’a teslim etmiş, kalbini Allah’ın rızasına kilitlemiş olan mü’minler, gönül erleri, hak dostları; -biiznillah- hem dünyada hem de ahirette kaybetmeyecek kazanacaklardır.''
Allah (cc) insanı yaratıp kendi haline bırakmamıştır. Anne karnında akıllara hayret verecek mükemmellikte yaratılan insanın cesediyle ruhunu buluşturan, harika bir varlık olarak her şeyi emrine musahhar kılan Allah, insanın gözünü dünyaya açtığı andan itibaren ölünceye kadar vücudunu geliştirmekte, ihtiyaçlarını karşılamakta, aklını ve iradesini kullandığı ölçüde ruhunu kemâlata doğru sürekli yükseltmektedir.
Allah (cc), insanı bu kemalata ulaştırmak için beşir ve nezir olarak Peygamberler göndermiştir. Hususiyle ahir zamanda, bütün dinler ve peygamberleri gerçek hüviyetiyle tanıyan ve tanıtan son din olan İslam’ı, Kur’an-ı Muciz’ül Beyan’ı ve Hatem-ül Enbiya ünvanıyla Efendimiz Hz. Muhammed’i (sav) müjdeleyici ve uyarıcı olarak göndermiştir.
Bütün peygamberler, muhataplarını imana, inanca, ahlaka, fazilete davet ederken; ‘Benim bu hizmet için sizden istediğim beklediğim hiç bir ücret yoktur. Tek istediğim, dileyen kimsenin Rabbi'ne giden yolu bulmasıdır’ demişler ve Hakk’a davet etmişlerdir. Şura suresi 23.ayet bunu ifade etmektedir: “...De ki: Ben bu risalet ve irşad hizmetinden ötürü, sizden akrabalık sevgisinden başka beklediğim hiçbir karşılık yoktur...”
İnanan halis mü’minler davete icabet edip itaat etmişlerdir. Kabul etmeyenler ise, isyan edip karşı çıkmışlardır. İnkar edenler, isnat ve yalanlarla fitne çıkarıp isyan etmişler; Allah’a ve Peygambere muhalefet etmek suretiyle şeytana kulak vermişlerdir. Böylece ortalığı karıştırarak, yakıp yıkıp, yuvaları tarumar etmiş, aileleri ve insanları birbirine düşman haline getirmişlerdir.
Allah’a başkaldırıp peygamberleri dinlemeyenlere karşı çok üzülen Efendimiz’e (sav) Şuara suresi 3.ayette Cenab-ı Hak, “(Habibim) Onlar iman etmiyorlar diye üzüntüden neredeyse kendini yiyip tüketeceksin“ buyurarak tesellide bulunmuştur.
İnsanlığın küfür ve dalaleti karşısında böylesine sarsılan nebiler Nebisi (sav) başta olmak üzere, her devir ve dönemde aynı davanın derdini, çilesini çeken gönül ve ruh mimarlarına Cenab-ı Hak; “Sen dilediğin kimseyi doğru yola eriştiremezsin! lâkin ancak Allah dilediğini doğruya hidâyet eder. O, hidâyete gelecek olanları pek iyi bilir.” (Kasas suresi, 56) buyurmuş, bir nevi ‘siz vazifenizi yapın, Allah’ın icraatına müdahale etmeyin, karışmayın!‘ ikazında bulunarak rehberlik yapmış ve yapmaktadır.
Allah (cc) Kur’an-ı Müciz‘ül Beyan’da Şuara suresi 221-223. Ayetlerde; “Şeytanların kime indiğini bildireyim mi? Onlar yalan ve iftiraya, günaha düşkün kimselere inerler. Çünkü o iftiracılar şeytanlara kulak verirler, esasen onların çoğu yalancıdırlar.“ Buyurmaktadır.
Bakara suresi 143.ayette Cenab-ı Hak, “Ve işte böylece Biz sizi örnek bir ümmet kıldık ki, insanlar nezdinde Hakk’ın şahitleri olasınız ve Peygamberde sizin hakkınızda şahit olsun…” buyurarak; imanla şereflendirdiği müslümanların Kur’an ve Sünnet çizgisinde gerçek müslüman olmalarını, imandan mahrum insanlara model ve örnek olmaları gerektiğini mezkûr ayette açıkca ifade etmektedir.
“Enes radıyallahu anh şöyle dedi:
Peygamber aleyhisselâm ile bazı sahâbîler birlikte bulunurlarken onların yanından bir cenaze geçti. Ashâptan bazıları o cenazeyi hayırla andı. Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Kesinleşti” buyurdu.
Sonra bir cenaze daha geçti. Orada bulunanlar onu da kötülükle andılar. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem yine:
-“Kesinleşti” buyurdu.
Bunun üzerine Ömer İbnu’l-Hattâb:
-Ne kesinleşti Ya Resûlallah? diye sordu. Peygamber aleyhisselâm da şöyle buyurdu:
-“Şu önce geçen cenazeyi hayırla andınız; bu sebeple onun cennete girmesi kesinleşti. Bu berikini kötülükle andınız; onun da cehenneme girmesi kesinleşti. Çünkü siz (mü’minler), yeryüzünde Allah’ın şahitlerisiniz. Neye şahitlik ederseniz gerekli olur.”
(Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbni Mâce)
Mü’mini gören Allah’ı hatırlamalıdır. Mü’min, Allah’ı görüyor gibi yaşamalı, tebliğiyle, tavır ve davranışlarıyla Allah’ı tanıtıp sevdirmelidir. Mü’min hasbî, fedakar ve kalbini Allah’ın rızasına kilitlediği, Kur’an ve Sünnet çizgisinde müstakim hareket ettiği müddetçe Allah(cc) imanını zayi etmeyecektir.
Maide suresi 8.ayette, “ Ey iman edenler! Haktan yana olup var gücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin ve adalet nümunesi şahitler olun! Bir topluluğa karşı, içinizde beslediğiniz kin ve öfke, sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Âdil davranın, takvâya en uygun hareket budur. Allah’a karşı gelmekten sakının! Çünkü Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.” Buyrulmaktadır.
Allah’ın kuluna sahip çıkması kulun Allah’a halis bir niyetle teveccühüne bağlıdır. Yine Maide suresi 9.ayette Allah (cc), “Allah iman edip makbul ve güzel işler yapanları affedip kendilerine büyük mükâfat vermeyi vâd etmiştir.” Buyurmaktadır.
Bakara suresi 152 ve 153.ayetlerde Cenab-ı Hak; “Siz Beni zikredin ki, Ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin” ve “Ey iman edenler! Sabır göstererek ve namazı vesile kılarak Allah’dan yardım dileyin. Muhakkak ki, Allah sabredenlerle beraberdir.” Buyurmaktadır.
Allah Resulü’nün (sav) beyanlarıyla; “Namaz dinin direğidir. Kim onu terk ederse dinini yıkmıştır.”(Aclunî) Ve Hz.Ali Efendimiz’den rivayetle, “Namaz imanın direğidir. Cihad amelin zirvesidir. Zekât ise, bu ikisini arasında yer alır.” (Deylemî) hakikatleri ifade edilmiştir. Yani, Namaz imanı besler, kulu Rabbine bağlar. Sonsuz elemleri ve emelleri olan, aciz, zayıf ve fakir insanı; kudret-i nâmütenâhi olan Allah’a ulaştırır.
Bakara suresi 154-157. ayetlerde Cenab-ı Hak; “Allah yolunda öldürülenler hakkında ‘ölü’ demeyin. Bilakis, onlar diridirler, fakat siz bunun farkında değilsiniz.
Biz mutlaka sizi biraz korku ile, biraz açlık ile, yahut mala, cana veya ürünlere gelecek noksanlıkla deneriz.
Sen sabredenleri müjdele! Sabırlılar o kimselerdir ki başlarına musîbet geldiğinde, ‘Biz Allah’a âidiz ve vakti geldiğinde elbette O’na döneceğiz’ derler.”
“İşte Rab’leri tarafından bol mağfiret ve rahmete mazhar olanlar onlardır. Hidâyete erenler de ancak onlardır.” Buyurmuştur.
Yine Allah Bakara suresi 164.ayette; “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün sürelerinin değişmesinde, insanlara fayda sağlamak üzere denizlerde gemilerin süzülüşünde, Allah’ın gökten indirip kendisiyle ölmüş yeri canlandırdığı yağmurda,
Ve yeryüzünde hayat verip yaydığı canlılarda, rüzgarların yönlerini değiştirip durmasında, gökle yer arasında emre hazır bulutların duruşunda, Elbette aklını çalıştıran kimseler için Allah’ın varlığına ve birliğine nice deliller vardır.”
Buna rağmen akıl, irade ve şuurla donatılan insan, başkalarını Allah’a denk tutar. Hatta Allah’ı severcesine onları severler. Halbuki bu hususu Rabbimiz, Tevbe suresi 9.ayette şöyle ifade etmektedir: “Onlar Allah’ın ayetlerini az bir dünya menfaati karşılığında sattılar da, Allah’ın yolundan insanları alıkoydular. Gerçekten onlar ne fena iş yapıyorlar!”
Tevbe suresi 10. Ayette ise, “Mü’minler hakkında ne ahit, ne yemin, ne hukuk, hiçbir şey gözetmezler. Bunlar öyle saldırgan kimselerdir!” buyurmaktadır.
Rabbimiz Tevbe suresi 20 ve 21.ayetlerde de; “İman edip hicret edenler, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler var ya, işte onlar Allah indinde daha yüksek derecelere sahiptirler ve işte onlardır umduklarına nail olanlar!
Onların Rabbi kendilerinin, katından bir rahmete, bir rıdvana ve içinde daimi nimetler bulunan cennetlere gireceklerini müjdeler.” Buyurmuştur.
Merhamet-i Sonsuz olan Allah (cc), ahiretlerini kaybetmemeleri için dünyada kullarını uyarır. Mü’min, Allah’ın nimetlerinden meşru, helal olma kaydıyla her zaman istifade edebilir. Ne var ki, beyt-i hüda olan kalbine bunları koymamalıdır.
Kendini Allah’a adamış, o kuvvet kaynağına sırtını dayamış, malını, canını, herşeyini Allah’a teslim etmiş, kalbini Allah’ın rızasına kilitlemiş olan mü’minler, gönül erleri, hak dostları; -biiznillah- hem dünyada hem de ahirette kaybetmeyecek kazanacaklardır.
Mehmet Ali Şengül