Samanyoluhaber.com yazarlarından Harun Tokak bu haftaki 'Pazar Yazıları' köşesinde, süreçte yaşanan hukuksuz yargılamalar üzerine dikkat çeken bir yazı kaleme aldı.
Islak bir sonbahar sabahı…
Taze bir gün, ıslak ve parlak saçlarını sonbahar güneşinin ışıklarında kurutuyor.
Güneş ıslak yollarda, su birikintilerinde, hazan sarısı yapraklarda parlıyor.
Sonbahar güneşi tepeye doğru tırmanırken biz de yine ıslak yollardan geçerek Kültür merkezine varıyoruz.
Günlerden Cuma
Kültür merkezinde kılınan cuma namazları özellikle gurbetteki muhacirler için çok güzel oluyor. Mütevazı merkez her hafta Ensar ve muhacir buluşmasına sahne oluyor.
Cuma namazları büyük bir coşkuyla kılınıyor. Güzel sesli müezzin bizi alıp “ta bizim oralara” götürüyor.
Hutbede hatip hâkimlerden bahsediyor.
İnsanlara dünyada cehennemi yaşatan zalim hâkimlerin gideceği yeri anlatıyor.
Siyasi iradeye boyun eğen, talimatla karar veren hakimlerin gideceği yeri...
Göz göre göre masum çocukları ölüme yollayan zalim haâkimleri…
Adil olmayan kararlarıyla insanların servetlerine çöken, ağır hastaların tedavisini engelleyerek ölüme sürükleyen, hamile kadınları tutuklayan, kolunu sedyeye kelepçeleyen, kermes yaptı, yardım etti diyerek hapse atan, yuvaları dağıtan, masum çocukları ölüme gönderen, ülkeyi cehenneme çeviren, insanları yurdundan yuvasından eden, ülkenin en kıymetli, en değerli evlatlarını göçe zorlayan zalim hâkimleri…
Yıllarca çocuğu olmayan ve sonunda Mus’ab bebekle yeni mutluluklara kanatlanan bir babanın, “Ne olur hakim bey, oğlum hastanede beni bekliyor, kök hücrelerim ona uyuyor, bırakın yavruma can olayım, yine tutuklayın” sözleri karşısında; “Senin gitmen lazım, hem de hemen, ama emir yüksek yerden, bırakamam” diyen ve tutuklayan, masum bir çocuğu göz göre göre ölüme yollayan, yuvaları dağıtan zalim hâkimleri…
Bediüzzaman Hazretleri, sekiz sene süren Kastamonu sürgününden sonra Isparta ve havalisindeki Nur talebeleri hakkında açılan yeni davada yargılanmak üzere Denizli’ye sevk ediliyor.
Van’dan Barla ‘ya, Eskişehir’den Kastamonu’ya ve şimdi de Denizli’ye…
Takipler, hapisler ve sürgünlerle geçen bir hayattır onunkisi…
Bir sonbahar akşamında asker nezaretindeki uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Denizli’ye varıyor.
Denizli’de güneş batıyor mu, doğuyor mu belli değildir.
Sanki güneş yıldızları peşine takarak Denizli’ye inmiştir.
Ne acıdır ki Bediüzzaman ve talebelerine burada kimseye yapılmayan işkenceler yapılıyor.
Defalarca zehirlenen ve tecrit altında küçük bir hücrede tutulan Bediüzzaman, “Eskişehir’de bir ayda çektirilen eza ve cefa bana burada bir günde çektirildi” diyor.
Gerçi daha sonraki Afyon hapsinde bu defa, “Denizli’de bir ayda bana çektirilen burada bir günde çektirildi” diyecektir.
Nur talebeleri ve diğer mahpuslar, hapishaneye kağıt sokulmadığı için sigara paketlerinin hatta kibrit kutularının üzerine yazıyorlar.
Ve mahkemeler başlıyor.
Bediüzzaman Hazretleri ateşin müdafaalar yapıyor.
Ankara’dan emir geliyor: “Bediüzzaman ve talebelerini idam edin.”
Mahkeme reisi Ali Rıza Balaban, adil ve vicdanlı bir hakimdir.
Diğer iki üye ise Ankara’dan bu mahkeme için gönderilmiştir.
Mahkeme başkanı, davayı elinden geldiği kadar uzatmaya çalışıyor.
Bediüzzaman, ertesi gün idamla yargılanacak olmasına rağmen talebelerine, “Ümitvar olunuz, istikbal inkılâbâtı içinde en gür seda İslam’ın olacaktır” diyor.
Onları teselli ediyor.
“Kardeşlerim” diyor, “Gerçi yeriniz çok dardır; fakat kalbinizin gençliği o sıkıntıya aldırmaz. Sakın, sakın bu musibetlerin verdiği sıkıntı sebebiyle birbirinizin kusuruna bakmayınız. "Böyle olmasaydı, şöyle olmazdı" diye birbirinizden gücenmeyiniz. Ben anladım ki bunların hücumundan kurtulmak çaremiz yoktu. Ne yapsaydık, onlar hücumu yapacaklardı. Biz tâ inayet-i İlâhiye imdadımıza gelinceye kadar sabretmeliyiz.”
Nihayet 12. celsede hâkimlerden biri hastalanıyor.
Onun yerine henüz mesleğe yeni başlamış olan Hesna Şener adında genç bir hâkime atanıyor.
Hesna Şener, Ispartalıdır. Üstad’ın talebelerinden Ali İhsan Tola’nın köylüsüdür.
Kendi ifadesiyle, Bediüzzaman’ın duası, babasının rüyasıdır.
Babası Nuri Efendi, alay müftülüğü yaptığı yıllarda mazlumların, masumların halini görüyor ve çok üzülüyor.
‘’Kızım Hesna, adil bir hâkim olsun, mazlumların elinden tutsun’’ deyip okutuyor.
Hesna Hanım, 1942’de Türkiye’nin ilk kadın hâkimi olarak Denizli’ye atanıyor.
Bediüzzaman ve talebeleri yargılanırken, Denizli halkı adliyenin önünde toplanıyor.
Mahşerî bir kalabalık oluyor.
Hesna Hanım, “Babam beni bugünler için yetiştirmiş, Nuri Efendi’nin kızına yakışanı yapmalıyım” diyerek Bediüzzaman ve talebelerine beraat veriyor.
Daha yakın bir tarihe kadar İstiklâl Mahkemeleri’nin bir giyotin gibi işlediği ve hiçbir şeyden çekinmeyen o günkü despot idare düşünüldüğünde, bu beraat kararını vermek çok büyük bir cesarettir.
Yeni başladığı hakimlik görevinden ihraç edilmek, hapse atılmak veya en azından ücra bir yere sürgün edilmeyi göze almak demektir.
Hesna Hanım, “Risale-i Nurlara beraat verdim ki, kıyamete kadar açılacak davalara emsal teşkil etsin” diyor.
Çiçeği burnunda hâkime Hesna Hanım’ın beraat kararı, başta Denizli olmak üzere bütün Anadolu’da büyük sevinç dalgalanmalarına vesile oluyor.
Şehirler birbirine sesleniyor:
‘’Risale-i Nurlar beraat etti!”
Anadolu koca bir göz oluyor ve bu müjde için sevinç gözyaşları döküyor.
Yetmiş kadar Nur talebesi birkaç gün içerisinde kendi memleketine ve evlerine dağılıyor.
Ama bir yere gidemeyen ve belli bir yeri, meskeni olmayan birisi vardır:
Bediüzzaman…
O, mahkemenin beraat kararına rağmen yine de serbest değildir. Ankara Hükümeti Bakanlar Kurulu’nun tayin edeceği yere gidebilecektir ancak...
O karar tam 47 gün sonra geliyor.
Askerler eşliğinde Emirdağ kazasına sürgün edilen Bediüzzaman, bir gün Ali İhsan Tola ile Hesna Hanım’a selam gönderiyor.
Hesna Hanım tebessüm ediyor: “Bir beraat verdik diye biz de mi Nurcu olduk?” diyor.
O gün Denizli çok sıcaktır.
Hesna Hanım’ın kıyafeti de ona göredir.
Ali İhsan Tola, “Üstadımızın size selamı var” diyor.
“‘Manevi evlâdım Hesna’ya selam söyle’ dedi.”
Ali İhsan Tola’dan bu sözleri duyan Hesna Hanım darmadağın oluyor.
“Bediüzzaman gibi bir adam beni nasıl talebeliğe kabul eder? Bu kılık kıyafetimle nasıl olur bu?”
Kendini tutamıyor, ağlamaya başlıyor.
“Aman Yarabbî! Asrın en büyüğü, en bedii, en güzel adamı bana ‘manevi evladım’ demiş.”
Hesna Hanım, bir eliyle göz pınarlarına biriken yaşları silerken, “Ali İhsan” diyor, “Keşke babam beni köyümüzün çobanı Mustafa’ya verseydi de dinimi, Müslümanlığı yaşasaydım. O mübarek üstadım bizi bu kılık kıyafetimizle, bu hâlimizle kabul eder mi ki?’’
Hesna Hanım evine gidiyor ve bir hafta dışarı çıkmıyor.
Ali İhsan Tola, Hesna Hanım’ın bu sözlerini Üstad’a anlatıyor.
Üstadımız, “Ben onu kabul ettim ”diyor, “İsmini gavslarla kutupların yanına yazdım, onlarla beraber dua ediyorum. Erkekler korktu ama o kendisini ortaya koyarak Kur’an davasına taraftar çıktı. Yarın mahşerde Kur’an ona şefaatçi olacak, inşallah bu hizmeti onun kurtuluşuna vesile olur.’’
Ali İhsan Tola şaşırıyor:
“Gavslarla, kutuplarla mı üstadım?”
“Ne o Ali İhsan?” diyor Bediüzzaman, “Sen kılık kıyafetinden dolayı Hesna Hanım’a darılıyor muydun? işte tesettüre riayet etmiyor dediğin Hesna Hanım, Tesettür Risalesi’ni de beraat ettirdi. Sebep olan, yapan gibidir sırrınca bütün sizin kazandığınız sevaplar tamamen ona da yazılıyor.”
Kış günlerinde, savaş tehlikesinde sınırda nöbet tutan askerler gibi sevap kazanan adil hâkime Hesna Şener, şimdi Denizli’de Hafız Aliler, Hasan Feyzi’lerle yan yan yatıyor.
Islak bir sonbahar günü…
Bulutlar gözyaşlarını zor tutuyor.
Hatip hutbede konuşuyor. Her cümlesiyle yüreklere dokunuyor.
Ve son sözlerini söylüyor:
Hesna Hanım gibi adil hâkimlere mahşerde Kur’an şefaatçi olacak ve arşın gölgesinde gölgelenecekler.
Yuvalar yıkan, masum çocukları ölüme yollayan zalim hâkimlere ise mahşerde o masum çocuklar soracak:
“Hangi günahımızdan dolayı bizi ölüme gönderdiniz?”
Sitemizi kullanmaya devam
ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz.
Detaylı bilgi almak için Çerez Politikasını ve Gizlilik Politikasını inceleyebilirsiniz.