Erdoğan ve rejimi tarafından terörist diye hapishanelerde ömürleri tüketilen insanlardan bir soru aldım geçenlerde. Soru şu: “Kur’an okunurken onu dinlemek farz mı?”
Erdoğan ve rejimi tarafından terörist diye hapishanelerde ömürleri tüketilen insanlardan bir soru aldım geçenlerde. Soru şu: “Kur’an okunurken onu dinlemek farz mı?”
“Yüreğim cız etti!” denir ya Türkçe’mizde. İnanın bana yüreğim bir kez daha “cız” etti bu soruyu bana ulaştıran kişinin satırlarını okuduğumda. Gözlerim bir kez daha yaşlarla doldu, tüylerim diken diken oldu, düşünce ve hayal dünyam beni benden aldı, hiçbir ışığın gözükmediği upuzun karanlık bir tünelin içine koydu.
Soruda bana tasvir edilen manzarayı hayalimde canlandırdığım zaman oldu bütün bunlar. İşin özünü şu cümlelerde okuyabilirsiniz: “Aynı koğuşta kaldığımız arkadaşlar ve bazen yan koğuştaki arkadaşlar yüksek sesle Kur’an okuyorlar. Biz de her şeyi bırakıp onu dinlemek zorunda kalıyoruz; çünkü Kur’an okunurken dinlemek farzdır diye biliyoruz. Fakat takdir edersiniz ki koğuş hayatında bu her zaman mümkün olmuyor. Bu da acaba günah mı işliyoruz diye bizi içten içe rahatsız ediyor, vicdanımız muazzep oluyor. Bu konuda ne dersiniz?”
İkinci bir manzara da şu ama mevzu aynı: “Ben Kur’an okumamı sesli okuyarak geliştirmek istiyorum? Ben okurken koğuştaki arkadaşlar dinlemek zorundalar mı?”
Öyle zannediyorum ki, bu satırları okuyup zihnen ve hayalen o atmosfere gidip kendinizi onlar yerine koyduğunuzda benim hissettiğim şeyleri sizler de hissedeceksiniz. Kim bilir belki şu an bu hissiyatı yaşıyorsunuz. Çoğu zaman olduğu gibi bir kez daha “Ah ki ne ah!” deyip sorunun cevabına geçeyim.
Biliyorsunuz halkımız arasında bilinen ve Müslüman muhayyilesine hâkim olan anlayış Kur’an okurken dinlemenin farz olduğu istikametindedir. Pratiğe çok fazla yansımayan bu hükmün ya da anlayışın dayanağı nedir? Öncelikle içtihadî bir hükümdür bu ve dayanak olarak gösterilen delillerden en önemlisi A’raf suresi 204. ayet temelinde yapılan yorumlardır.
A’râf suresi 204. ayette Allah şöyle buyuruyor: “Kur’an okunduğu zaman onu dinleyin ve sukûnetle ona kulak verin ki Allah’ın rahmet ve merhametine nâil olasınız.” Bu ayetin nüzul sebebi adına söylenen rivayetlerde birbirine zıt iki anlatımla karşı karşıyayız. Müfessirlerin büyük çoğunluğunun kabul ettiği rivayet Kur’an’ın mesajının duyulmasını bastırmak, işitilmesini engellemek amacıyla müşriklerin tavırlarına yönelik inmiştir. Onlara verilen mesaj önyargılardan, şartlanmışlıklardan ve düşmanca his ve düşüncelerden uzak bir biçimde Kur’an’ı sükûnetle dinlemeleri, muhtevasına kulak kesilmeleri tavsiyesidir. Ayetin siyak ve sibakı dediğimiz öncesi ve sonrası da bu manayı doğrular istikametindedir. Bazı müfessirler ise ayetin Kur’an’ı okumakta acele eden veya Hz. Peygamberin arkasında namaz kılarken seslerini yükselten ya da Cuma günü imam hutbe okurken konuşan ashab için nazil olmuştur derler.
Fukahaya gelince; fukaha ikinci grupta yer alan müfessirlerin görüşlerine ve “Kur’an’ı anlamada sebebin hususiliğine değil lafzın umumiliğine itibar olunur”, “Nüzul sebebinin hususi oluşu hükmün umumi oluşuna mani değildir” gibi prensiplere dayanarak “Kur’an okunurken onu dinlemek Müslümanlara farzdır” içtihadî hükmünü çıkarmışlardır. Kimi fukaha farz hükmünü biraz daha yumuşatarak mubahtır demişlerdir. Onun içindir ki mesela Hanefiler imamın arkasında yerini alan kişiler Fatiha ve sure/ayet okumaz görüşlerini temellendirirken bu ayeti de delil olarak kullanırlar.
Benim şahsi kanaatim, müfessirlerin çoğunluğunun kabullendiği ilk nüzul sebebinin esas alınması gerektiğidir.
Siyak sibak bütünlüğü de bunu esas almamızı ya da ona öncelik vermemizi gerekli kılıyor zaten. Zira ayet Kur’an ayetleri kendilerine tebliğ amaçlı okunduğunda alay eden, gürültü çıkartan, dinlemeyen müşrikler için nazil olmuş ve onlara şunu demiştir: “Kur’an okurken sesleriniz yükseltip Kur’an’ın sesini bastıracağınıza, alay edeceğinize onları sükûnet ve vakarla dinleseniz, mana ve muhtevasına yoğunlaşsanız o zaman Kur’an’ın İlahi bir hakikat olduğunu anlarsınız.” Nitekim bir sonraki ayette Allah müşriklerin bu inatçı tavrından dolayı üzülen Efendimize teselli babında “Ey Peygamber! Müşrikleri bu alaycı ve inatçı tutumlarından dolayı üzülme. Sen içten bir yakarış ve ürpertiyle sessiz ve derinden her daim Rabbini zikret, O’nun himayesine sığın ve bu konuda sakin ola gaflete düşme” demiştir.
Böyle olunca ayetin hem ilk muhataplarına hem de bizlere verdiği mesaj Kur’an okunurken her işi bırakıp onu dinleme değil mana ve muhtevasına yoğunlaşmaktır. İşte bu sebeple bazı fukahanın dile getirdiği “Kur’an okunurken onu dinlemek farzdır” görüşünün bağlamından kopuk bir biçimde ele alınan bu ayetle temellendirilemeyeceğini düşünüyorum.
Fakat bu demek değildir ki Kur’an tilavet ve kıraatine karşı saygısızlık yapalım, ona dört kulak kesilip dinlediğimiz şarkı ve türküler kadar değer vermeyelim! Haşa ve kella. Bunu hangi inanan mümin söyleyebilir ki? Aksine bütün benliğimizle dinleyelim ve anlayalım. Dinleyelim ki Fussilet suresi 26. ayette “Bu Kur’an’a kulak vermeyin, okunurken gürültü yapın, yaygara yapın ki onun etkileme gücünü kırarsınız” diye konuşan müşriklerden ayrı bir safta yer aldığımızı gösterelim. Ama bunun için de zemin ve zamanı iyi ayarlamak gerekmez mi?
Lütfen gözden kaçmasın, tilaveti ve kıraati dinlemek gerekli ama yeterli değildir. Dinlemenin yanında Kur’an ayetlerinin mana ve muhtevasına da kulak kesilmemiz şarttır. Evet, Kur’an Allah’ın kelamıdır. O kelam okunurken Müslüman’a düşen en birinci görev onu can kulağı ile dinlemenin yanında manasını anlamak, muhtevasıyla bütünleşmek, düşünmek, derinleşmektir.
Bu genel bilgilerden sonra soruya doğrudan cevap olabilecek hususlara geçeyim. Birincisi, yukarıda da ifade ettiğim gibi “Kur’an’ı dinlemek farzdır” içtihadî görüşüne katılmıyorum. Hapishane ortamında Kur’an’a karşı saygısızlık yapma gibi bir niyetleri olmamak şartıyla okunan Kur’an’a kulak kesilmeyip oradaki hayat şartları içinde gündelik yaşamlarına devam etmeleri onları günaha sokmaz.
İkincisi; sesli Kur’an okuyan kişiler aynı ortamı paylaştıkları kişilerinin ruh hallerini nazar-ı itibare almalılar. Herkesi kendileri gibi görmemeliler. Birisi özgürlüğünün elinden alınmasına karşı manen dimdik ayakta iken bir diğeri ruhen çöküntü yaşıyor olabilir. Birisi travmayı ve travma sonrası stres bozukluğu dediğimiz unsurları hafif atlatırken bir başkası bu süreci çok daha derinden yaşayabilir. Birisi başına gelen bütün bu haksız muamelelerin dini bir cemaat ile olan irtibatından kaynaklandığı için din ile olan münasebetini daha sık dokulu hale getirmeye çalışırken bir başkası bırakın cemaati dine karşı bile mesafe koyabilir. Bu takdirde ikinci grupta yer alan insanlar Kur’an tilavetinden rahatsız olma bir yana bozuk musluktan damlayan düzenli ve ritimli su damlalarından bile rahatsız olabilirler.
Üç; mümkün olup olmadığını bilmiyorum ama koğuşta bulunan kişiler Kur’an okuma adına bir zaman dilimi veya dilimleri belirleyebilirler kendi aralarında. O zaman dilimi/dilimleri içinde isteyen sesli isteyen hafi kıraatle Kur’an’ını okur. Böylece ortaklaşa karara vabeste günlük programda kimse kimseyi rahatsız etmez, herkesin inancına ve kabullendiği görüşüne göre bir düzenleme getirilmiş olur. Ama görüş birliği sağlanamazsa birbirlerini rahatsız etmemeyi öncelemelerini ve hafi kıraati tercih etmeleri tavsiyesinde bulunabilirim.
Son olarak yukarıda zaman ve zemin diye bir cümle ile geçiştirdiğim hususa ilavede bulunarak yazıyı tamamlayabilirim: Kur’an kıraatini/tilavetini dinleme konusunda fıkıh literatürümüzde var olan camide, vaaz ve hutbede, cenazede ve benzeri yerlerde okunan “Kur’an’ı dinleme farzdır” içtihadî görüşünün zemini ile bunun haricindeki zeminlerde okunan Kur’an’ı ayırt etmek de lazım. Elbette ve hiç şüphesiz ibadetin merkezde durduğu bu zeminlerde okunan Kur’an’ı dinlememe en azından saygısızlık olarak kabul edilir. Ama TV ve radyolardan, kaset ve CD çalarlardan, YouTube, Vimeo gibi mecralardan, Spotify benzeri telefon aplikasyonlarından tabir caizse arka fonda sürekli okunan Kur’an’ı dinleme ile yukarıda saydığımız ibadet amaçlı bir araya gelinen zeminlerde okunan Kur’an’ı dinlemenin hükmünün farklı olması gerektiği muhakkaktır. Hapishanelerin ikinci kategoriye girdiği kanaatindeyim.
Hasılı, Kur’an gibi bütün Müslümanların tartışmasız tek ortak paydası olan bir kitabın tilavetinin huzursuzluğa, geçimsizliğe, dargınlığa, küskünlüğe sebebiyet vermemesi gerekir. O dar alanda, sık dokulu münasebette bulunmak zorunda kalan insanlarımızın kendi aralarında anlaşarak orta bir yol bulacaklarına inancım sonsuzdur. Allah yar ve yardımcıları olsun.