Samanyoluhaber.com yazarı Harun Tokak'ın pazar yazısı
HARUN TOKAK
Bizim hazin hikayemiz 2014 Ramazanında başladı.
Buruk bayramlarımız da.
Milletin malına dadanan kırk haramilere başkaldıran polisler, müdürler bir ramazan günü tutuklandılar.
Bu bayram onların içerideki 21’inci bayramları. Tam 21 bayramdır içerdeler. Adliye koridorlarındaki görüntüleri, yere serilmiş iftar sofraları, toplu teravihleri hala gözlerimizin önünde.
Onlarla birlikte Hidayet Karaca, İlhan İşbilen, Alaaddin Kaya gibi daha nice güzel insan içerdeler. Onun için ramazanlarımız, bayramlarımız hep buruk geçiyor.
Bayram biraz da buluşmak, kavuşmak, bir araya gelmektir.
Bayram özgürlüktür.
Kurban Bayramı Hazreti İsmail’in özgürlüğünü simgeler.
Bugünlerde Museviler de Fesah veya başka bir adıyla Hamursuz Bayramı’nı kutluyorlar. Fesah özgürlük demek. Mısır’dan, Firavun’un zulmünden kaçan İsrailoğulları Kızıl Deniz’de açılan ilahi yoldan geçerek özgürlüklerine kavuşuyorlar. Ekmeklerinin mayalanmasını beklemeden ve yanlarına maya almayı unutarak yola çıktıkları için yol boyunca yiyeceklerini mayasız yapıyorlar.
Özgürlüklerine kavuştuklarında, herkes çıkınında ne varsa serdikleri yeryüzü sofrasına koyuyor ve birlikte yemek yiyorlar.
Bu sofra onların ilk özgürlük sofrasıdır.
Yine bugünlerde Hristiyanlar, Hazreti İsa’nın yeniden dirilişini simgeleyen Paskalya Bayramı’nı kutluyorlar.
Kur’an’da bayram bir yerde geçiyor o da Maide suresinde.
“Meryem oğlu İsa şöyle dua etti: “Allah’ım! Ey Rabbimiz! Bize gökten öyle bir sofra indir ki hem bizim için, hem önce gelenlerimiz ve sonra gelecek olanlarımız için bir bayram ve senin kudretini, benim peygamberliğimi gösteren bir delil olsun!”
Maide sofra demek…
Gökten inen sofra, bayramı da yanında getiriyor.
Tıpkı ilahi bir sofra olan Ramazan gibi…
Semavi dinlerde sofralar bayramı simgeliyor.
Çocukluğumuzun bayramlarından en çok hatırladığımız sofralar değil mi?
Şafakla uyanıp mahalle arkadaşlarıyla buluşarak gittiğimiz bayram namazından aldığımız o katıksız, çocuksu sevinç, dinin belki de en güzel yanıydı.
Köyün en haşarı, en hayta çocukları bile sabahleyin uykuya doymamış mahmur gözlerini ovuşturarak camiye dolu dolu bir hazla gider, berrak ve temiz bir inançla secdeye varırdı.
Namazdan sonra evlerimize koşardık.
Anneler bütün yeteneklerini döktürmüşlerdir.
Dolmalar, börekler, ev yapımı baklavalar, çorbalar, tatlılar.
Ailenin bütün fertleri yer sofrasına dizilirdi.
Benim annem bayramda çok güzel cevizli baklava yapardı.
Ben o baklavaya bayılırdım.
Sırf o baklava için bayramın gelmesini isterdim.
Geniş bir tepsinin içinde gelirdi sofraya baklava.
İstediğimiz kadar yerdik.
Bir gün o köye dönsek de o baklavayı yiyemeyiz artık.
Annem yok artık.
Bayramlarda anneliğimizi üstlenecek kız kardeşim de yok.
İki tane vardı ama ikisi de çok küçük yaştayken öldü.
O köy sofraları bizi daha büyük sofralara taşıdı.
Şehirlerde sofralar genişledi, büyüdü.
Birbirlerine hep uzaktan bakan, günde beş defa ezan sesi duysa da bir defa olsun camiye yolu uğramayan, teravihlerdeki coşkuyu görmeyen, ömründe bir kere bile iftar sofrasına oturmamış insanlarla aynı sofralara oturduk. Katılanların pek çoğu belki de ilk defa bir Ramazan akşamının manevi atmosferinde kendilerini buluyor ve ülkenin muhafazakâr kesimi ile buluşuyordu.
Mahyalar sevgi meşaleleri haline geliyor ve iftar topları barış için patlıyordu. O iftar akşamlarında semavi dinlerin ruhani reislerinden iş adamlarına, sanatçılardan bilim adamlarına, gazetecilerden yazarlara pek çok insan memnuniyetlerini dile getiriyordu. Her şeyden önce insanlar hatırlanmaktan dolayı çok memnun oluyorlardı.
Sonra sofralar daha da genişledi. Harran’da Halil İbrahim sofraları kuruldu.
2002 baharında, tarihin fışkırdığı bu mekân üzerinde kurulan sofra yüzyılımızın manevi açlığını gidermeye matuf bir hidayet şöleni gibiydi. Her üç semavi dinden insanın etrafında toplandığı sofra, belki de tarihte ilk defa kuruluyordu.
Üç semavi dinin büyüklerinin duasıyla başlayan yemeğe, halk da iştirak etmişti. Yakası bağrı açık, kısa donlu, kavruk yüzlü Harranlı çocukların, din büyükleriyle ve yabancı konuklarla aynı sofrada oturması Hazreti İbrahim'in Süryanice’de "ulusların babası" anlamına gelen adında saklı olsa gerekti.
Ceddü'l-Enbiya Hazreti İbrahim'in evlatları, asırların aralarına kazmış olduğu uçurumları bir hamlede sesleriyle dolduruyor, gönüller arasında berhava olmuş köprüleri göz açıp kapayıncaya kadar tamir ediyordu.
İbrahim'in evlatlarından bir kafile, bu manidar mevki ve mekânın ruhundan sağarak tazeledikleri sözlerle aralarındaki müşterek kelimede buluşmak muradının temeline harç koyuyordu.
Dağların tören alanına yolladığı kızıl rüzgârlar ince bir kum tabakasını saçlarımıza un gibi elerken, mikrofonlar birbirinden ilginç ve birbirinden anlamlı, sıcak mesajlar yolluyordu dünyanın dört bir bucağına.
Sonra birileri “Bu topraklarda size sofra kurdurmayız.” buyurunca o sofralar da aldı başını gurbetlere gitti.
Dünyanın bütün ülkelerinde iftar sofraları kurulmaya başladı.
Dünya İbrahimi şölene sahne olmaya başladı.
Adeta birbiri ile yarışan yeryüzü sofralarında "İbrahim" kelimesinin çokça geçtiği cümleler kurulurken söz güzelleşmeye, insanlar yeniden hatırlamanın sürurunu yaşamaya başladı.
Bir ay boyunca güneş bulutları kızıla boyayarak kızıl ufuklarda kaybolurken, ay yeni dünyalara yeni insanlara “merhaba” dedi. Dünya insanlarının önünde yepyeni sayfalar açıldı.
Bütün dünyada her renkten, her ırktan, her dinden insanlarla muhteşem iftar şölenleri yaşandı.
“Benim Ramazanım” projeleri sayesinde, aileler birbirine gidip gelmeye başladı. Avrupalılar ve Amerikalılar iftar sofraları sayesinde baklava, börek, mantı, dolma, kebab gibi Türk yemekleriyle tanıştı.
Sadece Türk lezzetleri ile değil aynı zamanda ezanla, Kur’an’la tanıştılar.
Yemeğe katılan bir başbakan, “Dünyada bu kadar kötülük varken sizin sevgiyi çoğaltmanız çok değerli.” dedi.
İftar akşamlarında “evrensel barışın” sesleri yükseldi.
Barış güvercinleri, başbakanların, bakanların, dini liderlerin birbirlerine uzattıkları zeytin dalları arasından barışın ufuklarına, gelecek güzel günlerin aydınlıklarına doğru uçtu.
Bu benim gurbetteki on yedinci bayramım.
En çok neyi özledin, derseniz.
Çocukluğumun bayramlarını.
Arafe günü kabir ziyaretlerini.
Şafakla uyanıp mahalle arkadaşlarıyla buluşarak gittiğimiz bayram namazlarını. Dinin belkdide en güzel yanlarından biri olan o katıksız, çocuksu sevinçleri.
Köyün en haşarı, en hayta çocuklarının bile sabahleyin uykuya doymamış mahmur gözlerini ovuşturarak dolu dolu bir hazla köy camisine koşmalarını, berrak ve temiz bir inançla secdeye varmalarını.
Bayram sabahlarında köy odalarında kurulan sofraları.
Kapı kapı dolaşıp bayramlaşmaları.
Ve tabii anamın yemeklerini...
Dolmaları, börekleri, ev yapımı baklavaları...
Ailenin bütün fertleri ile yer sofrasına sıralanışımızı.
Benim annem bayramda çok güzel cevizli baklava yapardı.
Ben o baklavaya bayılırdım.
Sırf o baklava için bayramın gelmesini isterdim. Ceviz az gitsin diye mi yoksa daha güzel koku versin diyemi bilemiyorum ama anam biraz da lebelebi koyadı baklavaya.
Geniş bir tepsinin içinde gelirdi sofraya baklava.
İstediğimiz kadar yerdik. Tatlıya doyardık.
Artık köye dönsem de o baklavayı yemem mümkün değil.
Sitemizi kullanmaya devam
ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz.
Detaylı bilgi almak için Çerez Politikasını ve Gizlilik Politikasını inceleyebilirsiniz.