Samanyoluhaber.com yazarlarından Abdalluh Aymaz bugünkü yazısında da 'İslâm'ın Güleryüzü' isimli kitap ve Prof. Dr. Eva De Vitray-Meyerovitch hakkında yazmaya devam etti.
İslâm'ın Güleryüzü isimli kitabında Prof. Dr. Eva De Vitray-Meyerovitch, Hz. Mevlana Celâleddin Rumî’nin mürşidi Şems-i Tebrîzî’nin son günleri hakkında bazı olayları anlatıyor.
Nasıl ledün ilmine mazhar Hz. Hızır, vahye mazhar Hz. Musa aleyhisselama olayların arka planları olan ledûniyyetleri hakkında bilgi verdiği gibi, fıkıh, tefsir, hadis gibi ilimlerde uzman olan Mevlana Celâleddin Hazretlerine Şems-i Tebrîzî Hazretleri de Hızîrî bir hamle ile öyle ledünnî bilgilerle yol gösterdi. Onunla fazla meşgul olunca hasetçi ve fesatçı bazıları Şems Hazretlerine düşman kesildiler. Ona Konya’yı dar ettiler. Şimdi bazı hasetçi ve fesatçıların M. Fethullah Gülen Hocaefendi’ye Türkiye’yi başına dar haline getirdikleri gibi.
Prof. Dr. Eva hanım diyor ki: “Şems, bu düşmanlıklardan dolayı çok rahatsızdı. Bir gün, canına tâk etti ve kimseye haber vermeden Şam’a çekti gitti.”
“Mevlana bu duruma o kadar çok üzüldü ki, oğlu Sultan Veled, derhal Şam’ın yolunu tuttu ve oradan Şems’i aldı, atına bindirdi, kendisi ise, önünde yaya yürüyerek geldi. Hayat eski halini aldı, fakat heyhat! Çok sürmedi. Zira bir gün Şems kayboldu. Sanki yer yarıldı da yerin içine girdi. Kimseler onun en ufak bir izine dahi rastlamadı. Biz onun, Mevlana’nın öğrencileri tarafından katledilmiş olduğunu haklı olarak düşünebiliriz. Bu kayboluştan ötürü Mevlâna’nın nasıl teselli kabul etmez bir hale düştüğünü size söylememe hâcet yok. Kelime mânası itibariyle ‘Güneş’ demek olan Şems’in kaldığı odanın kapısına şu kısa şiiri yazdı:
“Kar idim senin ışınlarınla eridim.
İçti beni toprak, buğulandı ruhum!
Şimdi Güneş’e yükseliyorum.”
“Nihayet bir gün, şeyhinin kendisine yaşadığını, ondan bir parça olduğunu, ondan hiçbir zaman ayrılamadığını anladı ve umutsuzluktan yakasını kurtardı. (…)”
“Size ilk önce Konya’daki Şems Câmiinden bahsetmeliyim. Hayır, o çok güzel olduğu için değil. Hem zaten, döneminin camii değil. Şimdi, boş bir sandukanın bulunduğu bu camide tuhaf şeyler oluyor.”
“O câmiye, 1969’da, ilk girdiğimde kendimi öyle kötü hissettim ki, neredeyse bayılacaktım. Anlamıyordum neden ve bayağı bir maddeci olduğumdan da kendi kendime, ‘Henüz sabah kahvaltılarını yapmadan da ondan’ dedim. Dışarı adımımı atar atmaz kendimi oldukça iyi hissedince çok şaşırdım. Defalarca tecrübe ettim ve her seferinde de rahatsızlığım nüksetti.”
“Otele dönerken yolda, tanıdığım Mevlevî dervişlere rastladım. Onlardan biri bana, ‘Benzin uçmuş, nereden geliyorsun böyle?’ diye sordu. Az önce başıma geleni kendisine anlattım. O buna hiç şaşırmadı. ‘Yaa demek öyle. Bilinen şeydir o.’ dedi. Bana daha fazla bir şey söylemek de istemedi.”
Bir başka sefer ki ziyaret için Eva Hanım şöyle diyor: “Şems Camii’nin önüne geldiğimizde hava güzeldi. Dışarıda tek bir ağaç yaprağı dahi kımıldamıyordu. Camiye girdik ve bir anda âdeta bir kasırgaya yakalandık, biraz Marsilya’nın en hareketli caddelerinden birinde görülen şiddetli bir karayeli andırıyordu bu. O yana bu yana savruluyor, yalpalıyor, birbirimize tutunuyor ve ancak bu şekilde ayakta durabiliyorduk. (…) Bir zaman sonra uzun zaman Mevlana Müzesinin koruyuculuğunu yapmış ve Türkiye’de Kültür Bakanı olmuş bir dostumdan telefon aldım. ‘Biliyor musun Şems’in cesedini bulduk. Onun camiinde araştırma yaptık. Toprağı yeterince derin kazınca bir iskelet bulduk ki, olsa olsa onunkidir’ dedik. Onun iskeletinin bulunduğu yerin tam üstünde bizi birbirimize yapıştırmış olan o inanılmaz kasırgayı hatırladım. (…) Bundan seneler önceydi Konya’da geziniyordum. Derken şu oda kadar büyüklükte bir yere geldiğimde nefesimin tam anlamıyla tıkandığını, gerçekten soluk alamaz hale geldiğimizi hissettim. O yeri geçer geçmez normal hale geldim. Bir zaman sonra işte o Kültür Bakanı bana ‘Biliyor musun, biz şimdi Şems’in önce tuzağa düşürüldüğü, ardından da katledildiği yeri, neredeyse kesin bir şekilde belirledik’ dedi. Bana çarşıdan pek fazla uzak olmayan o yeri tarif etti ve tam da orası idi, benim kendimi aniden hasta hissettiğim yer. Bunu hisseden de sadece ben değilim.”
Maalesef bu hazımsızlık, bu haset ve düşmanlık bilhassa 15 Temmuz sürecinde geniş çapta acımaz şekilde kendisini gösterdi. Netice de şu gün için Mevlana Hazretlerinin ve Şeyhi Şems-i Tebrizi'nin isimleri dünya çapında meşhur oldu, Mesnevi-i Mevlana en çok okunanlar içinde M. Fethullah Gülen Hocaefendinin Pırlanta eserlerinde, öyle değil mi?!..