İlahiyatçı - yazar Dr. Ali Demirel, konusunu samanyoluhaber.com okurlarının belirlediği aylık yazı dizilerine devam ediyor. Bu ayın konusu: Haset ve tedavi yolları.
Çağın hastalığı: Haset ve tedavi yolları- 2
Dr. Ali Demirel - Samanyoluhaber.com
Haset virüsü vücuda nasıl yayılır?
Haset, ciddî bir psikolojik hastalıktır. Nitekim bazı psikiyatristler hasedi, belli aşamalara ayırarak şöyle sıralarlar: Rekabet hissiyle dışa vuran kıskançlık, hazımsızlığa, hazımsızlık mukabele şeklinde ortaya çıkan çekememezliğe, çekememezlik de hezeyana dönüşür.
Bu yüzden ciddî bir manevî hastalık olan haset, bir su-i ahlâka dönüşmeden, insanın hoşgörü ve başkalarına ait meziyetlere tahammülünü arttırma çalışmaları yapması, kendi kabiliyetlerini geliştirme ile uğraşması, kıskançlığın derecesini azaltabilecektir.
Bir insanda haset hastalığı varsa, onun için birçok çekememezlik sebebi hazır demektir. Bu ise insanın istikametini bozan bir durumdur.
Haset hastalığı böyle sürüp giderse, önceleri bir kişi veya iki kişiye karşı hissedilen bu duygu genişler ve insanın tamamen his ve duygu dünyasını kaplar, bütün iyilik ve güzelliklere kapalı hâle gelir ve hatta saldırganlaşır.
Bu saldırganlık hâlinden, muhatabını gıybet etmek, iftira ile karalamak gibi düşmanlık duygularına varıncaya kadar daha farklı hastalıklara girme ihtimali vardır.
Aslında nefsin kölesi olmuş böyle bir insanın alnı secdeden kalkmasa da hayır adına oraya buraya koştursa da içinden bu duyguları söküp atmadıkça, görünme, alkışlanma, insanların nazarında mevki sahibi olmak gibi arzuları yok olmadıkça, hakiki insan olmayı zevk etmesi zor olacaktır.
Çünkü böylesi zavallı ruhların bütün derdi, karşısındakini küçük düşürmek olduğu için yine küçük düşen kendisi olacaktır. Başkalarının ayağını kaydırmayı, bitirmeyi düşünürken kendi ayağı kayacak, kendisini bitmeye doğru götürecektir.
Haset hastalığı ilk defa ne zaman ortaya çıktı?
Her şey bir İlahî ferman ile başlamıştı. Hâlbuki ne de güzel bir hayatı vardı İblis’in. Cennet’te idi. Allah’a ibadet ve itaatle vaktini geçiriyor, günden güne de O’nun katındaki yerinin yükseldiğini hissediyordu. Bu hissediş onu daha çok kamçılıyor, manevi hayatın derecelerinde mesafeler kat etmeye devam ediyordu.
Nerden çıkmıştı şimdi bu? İyice huzursuz olmaya başlamıştı son zamanlarda. Şimdiden içinde bir düşmanlık hissi belirmeye başlamıştı bu çamurdan yaratılacak olan varlığa karşı. Haset içini kemiriyordu.
Allah, “Ben, yeryüzünde bir halife var kılacağım.” buyurmuştu: İblis hilafet makamını kendine layık görüyordu. Yıllarca Allah’a itaat ve ibadetle eğilmiş olan nefsi artık başkaldırmış ve sürekli vesvese verir olmuştu.
Demek Rabb ne cinler âleminden ne de meleklerden var edecekti halifeyi. Ama melekler nurdan, cinler ise ateşten yaratılmışlardı. Yani maddeleri itibariyle yeryüzünde var edilecek halifeden daha üstün idiler. Çünkü o halifenin çamurdan yaratılacağını duymuştu.
Melekler sadece kendilerine emredileni yapıyorlardı. Yani mutlak bir itaat içerisinde idiler. Dolayısıyla yeryüzünde halife olabilecek iradeye sahip değillerdi. Cinler ise nefs sahibi idiler. Yani sürekli bir imtihanla yaşıyorlardı. Nefislerinin kötü yönlendirmelerine karşı durabildikleri ölçüde Allah’a daha yakın hale geliyorlar, nefislerine itaat ettikleri zaman ise O’ndan uzaklaşıyorlardı.
Kendisi ise yıllarca ibadet ve itaatle Allah’a en yakın varlıklardan birisi olmuştu. Şimdiye kadar nice nimetlere mazhar olmuştu. Hem kendi maddesi olan ateş tabi ki çamurdan daha üstün idi. Aslında her yönüyle hilafete layık olan kendisi idi.
Nasıl kendisi layık olmasın ki Allah onu “…(insandan) daha önce, (vücudun gözenekleri-ne) nüfuz eden çok sıcak ateşten” (Hicr, 15/27) yaratmıştı. Nüfuz edici, zehirleyici, yakacak mahiyette bir ateş... Ateşin en iyisinden, güneşin ateşinden, yıldırımları oluşturan bir ateş… Ateşin dumansız olanından, en halisinden, en safından bir ateş...” (Rahman, 55/15)
Özünde bulunan hafiflik, yakıcılık, sürat, irti¬fa gibi üstün özellikler hiç çamurun özellikleriyle bir tutulabilir miydi?
Âdem topraktan idi ve toprağın unsurlarını taşıyordu. Kendi cevheri olan ateşin özelliklerine karşılık toprağın cevherinde ağırlık, cid¬diyet, hilim, vakar, hayâ, tevazu ve sebat gibi vasıflar vardı ama içindeki haset duygusu ile nefsinin vesveseleri ona gerçekleri göstermiyordu. Adeta gözünün önüne takılan bir kılın esiri olmuş, yıllardır gördüğü hakikatleri artık göremez hale gelmişti.
İblis, bu düşünceler içerisinde hasmını daha yakından tanımaya karar verecekti. Hz. Âdem daha iskelet hâlinde iken bir şekilde onun boşluklarından girip vücuduna nüfuz edecekti. Sonra da, “Ben bunu mağlup edebilirim. Bunda çok boşluklar var.” diyecekti. (Müslim, Birr, 111) Çünkü insanın kalbinde bir bant gibi kayıt yapan, meleğin ilhamının geldiği santralin yanı başında bir de şeytanın yağdıracağı şüphe, tereddüt ve vesvese oklarına hedef olabilecek bir alıcı görmüştü. (Tirmizî, Tefsir, 35)
Ve günü geldiğinde Allah tarafından Hz. Adem’in varlığına secde emri gelmişti. (Bakara, 2/234) İblis de orada idi. İşte korktuğu başına gelmişti. Şimdi ne yapacaktı? Şimdiye kadar hiç böyle bir imtihanla karşılaşmamıştı. Meleklerin hepsi de secde etmişlerdi. Bekleyen bir kendisi kalmıştı. Şuuru, vicdanı ve gözünün önünde olan her şey secde etmesini söylüyordu.
Hatta aklı bile İlahi Ferman’ı dinlemesi gerektiğini fısıldıyordu ama ah nefsi yok muydu? Ona bir türlü söz dinletemiyordu. İçindeki fırtınalar ve feryatlar ona, “Sen Âdem’den üstünsün, sen zaten meleklerden de üstün idin, nasıl çamura secde edersin!?” diyor diğer yandan ise Rabbin gazabı ve ferman dinlememenin ebedi cezası gözlerinin önüne geliyordu. Büyük bir çıkmazda idi; ya itaat edip kurtulacak ya da isyan edip ebedi olarak Huzur’dan kovulacaktı.
İşte tüm bu cinnet duyguları içerisinde birden şimşek gibi kararını veren İblis “Ben, ondan hayırlıyım. Beni bir tür ateşten yarattın; onu ise bir tür çamurdan yarattın!” (A’râf, 7/12) diyerek semada ilk isyanın, İlahi Ferman’a karşı ilk direnmenin başlatıcısı oldu.
Hâlbuki övündüğü ve kendisini üstün gördüğü maddi temeli de kendinden değildi. Onu da Allah yaratmıştı. Ama hasedi, kibri yüzünden tüm bunları unutuvermişti. Hasedi onu baştan çıkarmıştı.
Bu şekilde haset hastalığı şeytan ile birlikte ortaya çıkmış oluyordu. Bundan sonra en temel gayesi şu olacaktı şeytanın: Ya bizzat kendisi insanlığı ateşe sürükleyecek veya insanlar içinden kendisine tapan kulları aracılığıyla bunu yapacaktı.
Bu hedefe ulaşmak için ise insandaki en zayıf damarlar olan; tatmin olmayan hırstan, dehşetli hasetten ve sınır tanımaz kin ve öfkeden içeriye girecekti. Kendisinin gayyaya düşmesine sebep olan bu okları, insanlığın mahvı adına yine onlara doğrultacaktı acımasızca.
YARIN : Haset hangi tehlikelere kapı aralar?
TWİTTER : @aliihsandemirel