Haşim Kılıç'tan önemli mesaj - İZLE

Haşim Kılıç'tan önemli mesaj - İZLE
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Anayasa Mahkemesi'nin kuruluş yıldönümünde çok önemli mesajlar verdi.
Anayasa Mahkemesi'nin 46'ıncı kuruluş yıldönümü dolayısıyla yapılan tören Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın da katılımıyla başladı. Anayasa Mahkemesi'nde yapılan törene Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan'ın yanı sıra Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Burhan Kuzu da katıldı. Törene CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın katılmaması dikkat çekti. Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve diğer konukları kapıda karşıladı. Basın mensuplarının yoğun ilgi gösterdiği tören saygı duruyu ve İstiklal Marşı'nın okunmasının ardından Başkan Kılıç'ın konuşmasıyla başladı. Toplantının açılış konuşmasını Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç yaptı. Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, ''Anayasa Mahkemesi'ne intikal etmiş davalarla ilgili olarak, gerek ulusal gerekse uluslararası çevrelerce mahkemeyi yönlendirme, etkileme ve baskı altında tutma girişimlerinin büyük bir üzüntüyle takip edildiğini'' söyledi. Anayasa Mahkemesi'nin 46. kuruluş yıl dönümü dolayısıyla düzenlenen törene Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, Danıştay Başkanı Sumru Çörtoğlu, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, Sayıştay Başkanı Mehmet Damar, Ankara Valisi Kemal Önal, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Özdemir Özok ile çok sayıda davetli katıldı. Başkan Kılıç ve Başkanvekili Osman Alifeyyaz Paksüt, konukları salonun girişinde karşıladı. Törenin açılışında konuşan Kılıç, Türk toplumunun demokrasiyi tüm siyasal eylemleriyle birlikte yaşadığını, sosyal barışın vazgeçilmezinin laiklik olduğunu gördüğünü, her şeyden önemlisi tüm bireysel, toplumsal ve siyasal taleplerin bir özgürlük sorunu olduğuna yönelik kültürü geliştiğine tanıklık ettiğini söyledi. Bu hızlı dönüşüm içinde geleneksel, ideolojik ve metafizik bağlarından kopan toplumda, bireylerin kimlik arayışlarının ortaya çıkmasının kaçınılmaz olduğunu anlatan Kılıç, dönüşümün hızla siyasal yapıyı da etkilediğini ve onu zorladığını ifade etti. Kılıç, konuşmasına şöyle devam etti: ''150 yıllık çağdaş uygarlık mücadelemiz toplumsal dönüşümün ancak ve ancak çağdaş batılı değerler paralelinde, tek meşruiyet kaynağı özgürlükler olan demokratik, laik ve sosyal hukuk devletine ulaşılmasıyla ileri bir düzeye taşınabileceğini göstermektedir. Demokratikleşerek özgürlükçü bir düzene doğru gitmediği sürece siyasal yapının toplumsal dönüşüme cevap verebilmesi olanaksızdır. İç barış, toplumun yalnızca demokratik kültüre sahip olmasıyla değil, siyasetin ve bürokrasinin demokratik bir kültürü içselleştirmesiyle sağlanabilir.'' HUKUK-SİYASET İLİŞKİSİ Haşim Kılıç, son bir yıldır Türkiye'de hukuk ve siyaset ilişkisinin yoğunlaştığı ve hassas bir boyut kazandığının herkesin malumu olduğunu belirterek, özellikle Anayasa Mahkemesine intikal eden bazı davaların doğası gereği siyasal nitelikli olmalarının yoğun tartışmaları da beraberinde getirdiğini kaydetti. Kılıç, şöyle konuştu: ''Mahkeme kararları elbette tartışılabilir ve eleştirilebilir. Demokratik hukuk devletinde bunun aksi düşünülemez. Yargı kararlarının eleştirilmediği yerde yargının kendisini yenilemesi ve geliştirmesi mümkün değildir. Ancak yargı kararlarının eleştirilebilmesi onların bağlayıcılığını ortadan kaldırmamaktadır. Kurumlar ve kişiler şu ya da bu sebeple mahkeme kararlarını beğenmeyebilirler, ancak anayasal yetki kullanılarak verilen kararların yerine getirilmemesi veya savsaklanması hukuk devletinde düşünülemez. Diğer yandan, devlet organları arasındaki ilişkiler konusunda bilgi kirliliği ve kavram karışıklığı, anayasal bir ilke olan kuvvetler ayrılığının tam olarak anlaşılamamasından kaynaklanmaktadır. Anayasal devletin temel niteliklerinden biri olan kuvvetler ayrılığının amacı, iktidarın tek elde toplanması sonucu temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilmesini engellemektir. Bu nedenle kuvvetler ayrılığı ilkesi devlet egemenliğinin üç unsuru olan yasama, yürütme ve yargının farklı organlara verilmesini zorunlu kılmaktadır.'' Anayasa'nın başlangıç bölümünde kuvvetler ayrımının, ''devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir iş bölümü ve iş birliği'' olarak tanımlandığını kaydeden Kılıç, bu iş bölümü ve işbirliğinin şartlarının da Anayasa'da belirlendiğini söyledi. ''Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa'dan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz'' hükmünü içeren Anayasa'da her bir devlet organının yetki ve görevlerinin açıkça belirtildiğini vurgulayan Kılıç, ''Bu durum karşısında tüm kurumlar güçler ayrılığına tam bağlılık içinde görevlerini yerine getirdikleri sürece her türlü sorunun çözümünün zor olmayacağı açıktır'' diye konuştu. ''YARGI MUTLAK TARAFSIZ OLMALIDIR'' Yasama, yürütme ve yargı organlarının hareket alanlarını genişletme çabalarının güçler arası çatışmanın en belirgin sebebi olduğunu belirten Kılıç, ''Söz konusu güçler kaynağını Anayasa'dan olmadığı bir yetkiyi üstünlük kurmak için kullandığı sürece bu çatışma devam edecektir'' dedi. Hukukun üstünlüğünün yargıcın üstünlüğü anlamına gelmeyeceğini ifade eden Kılıç, Anayasa'nın ve yasaların bağlayıcılığının vatandaşlardan önce devlet organları ve yargı mercileri için geçerli olduğunu vurguladı. Kılıç, Anayasa'nın bağlayıcılığının düzenlendiği 11. maddede bağlayıcılık sıralamasında yargı organlarının bireylerden önce sayılmasının anlamsız olmadığını kaydetti. ''Yargı belirli bir dereceye kadar değil mutlak anlamda tarafsız olmak zorundadır'' diyen Kılıç, belirli bir noktadan sonra tarafsızlığını yitiren yargıcın, o noktadan itibaren artık yargıç olmayacağını ifade etti. Haşim Kılıç, ''tarafsızlığın olmadığı yerde adaletin de olmayacağı'' belirterek, ''Yargıç kendisini anayasa ve yasalarla verilmiş görevler dışında misyon üstlenemez. Unutulmamalıdır ki, hukukun dışına çıkmakla korunabilecek bir sistem esasen korunmaya değer değildir'' diye konuştu. ''AĞIR BİR SALDIRI'' Mahkemelerin adalet dağıtan kurumlar, adaletin ise toplum ve devlet hayatının en temel değeri olduğunu söyleyen Kılıç, şunları kaydetti: ''Adalet mülkün temelidir sözü bu anlamda sadece adliye saraylarına değil her yargıcın vicdanına kazınmalıdır. Unutmayalım ki, adalete güvenin zedelendiği bir yerde toplumsal ve siyasal bağların çözülmesi kolaylaşır. Millet adına kullanılan yargı yetkisinin adalet duygularını tatmin edebilmesi için kararların irdelenmesi, eleştirilmesi ve tartışılması gerekir. Kurumsal özeleştiri, yapılan görevin ve sorumluluğun doğal sonucu olup anayasal organlar bu özeleştiri yapabilme cesaretini gösterebilmelidir. Ancak yargı kararlarının eleştirilmesi hakarete ve güven zedelemeye dönüştüğünde kurumsal ve toplumsal barışın bozulması kaçınılmazdır. Bu bağlamda, Anayasa Mahkemesi'ne intikal etmiş davalarla ilgili olarak gerek ulusal gerekse uluslararası çevrelerce mahkemeyi yönlendirme, etkileme ve baskı altında tutma girişimleri büyük bir üzüntüyle takip edilmektedir. Mahkeme üyelerinin verdikleri oylar gözetilerek görsel ve yazılı basında hangi cumhurbaşkanının kimi seçtiği ve nasıl oy kullandıkları biçimindeki kategorik değerlendirmeler, yargıçların kendilerini koruma içgüdülerini harekete geçirerek vicdani kanaatlerini saptırmaya yönelik ağır bir saldırı niteliğindedir. Mahkeme üyelerinin görüntülerinin her dakika televizyon ekranlarından gösterilmesi, haber ya da açık oturumlarda isim verilerek hede haline getirilmesi yaşanmış elim olaylardan ders çıkarmayanları sorumluluktan kurtaramayacaktır. Yapılanları izliyor ve farkındayız, haber vermekle yorum yapmayı birbirine karıştıran, bireyin değerlendirme hakkını elinden alarak onu şartlandıran ve insan onurunu hiçe sayan bir yayın anlayışının çağdaş dünyada örneği bulunmamaktadır. Tüm bu olumsuzluklar, Anayasa Mahkemesi'nin Türkiye Cumhuriyeti'nin üniter yapısını koruma ve gerçekten demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olması yolundaki gayretlerini asla durduramayacaktır.'' ''Tek doğru'' anlayışı etrafında toplumu şekillendirmek isteyen bir siyasi yapının, bir adım ötede siyasi vesayetçiliğin tuzağına düşeceğini vurgulayan Kılıç, vesayetçiliğin, bireyin ve toplumun henüz olgunlaşmamış, iyi ve kötü ayrımını yapamayan varlıklar olarak görülmesinden kaynaklandığını ifade etti. Türk milletinin demokratik, laik ve siyasal gelişimini tüm olumsuzluklara rağmen büyük bir özveriyle sürdürmeye devam ettiğini belirten Kılıç, demokrasi ve laiklikten birinin diğerine tercih edilmesinin bilimsel açıdan yanlış, siyasal yönden de tehlikeli olduğunu çok iyi bildiğini kaydetti. Kılıç, ''Dinin devlet yönetimi ve siyasetten arındırılarak özgün yapısı içinde korunması, farklı inanç ve dinlerin ya da inançsızlıkların bir arada yaşamasının temel güvencesi olan laiklik, bir büyük 'barış projesi' olarak Türk toplumunun koruması ve güvencesi altındadır'' diye konuştu. Kılıç, şöyle devam etti: ''Bireyin, siyasal yapının oluşumuna özgürce ve eşit olarak iştirak edemediği, bir azınlığın ya da çoğunluğun inançları nedeniyle siyasal katılımdan uzaklaştırıldığı yerde demokrasi olamayacağı gibi laiklikten de söz edilemez. Özgürlükçü ve çoğulcu demokrasi, farklı olanı yani 'öteki'ni kendi varlığının ve varoluşunun teminatı olarak görmeyip, onu yok edilmesi gereken bir 'düşman' olarak nitelediği müddetçe, çağdaş demokrasinin muhtaç olduğu hoşgörü ve çoğulculuğu sağlamak mümkün değildir. İşte tam da bu noktada laik devlet gücüne yaşamsal değerde ihtiyaç duyulmaktadır. Çoğulcu ve katılımcı devlet, bir orkestra şefi gibi farklı sesleri ahenkli hale getirme becerisini gösteren, maskeli toplum ve ikiyüzlü birey ahlakının oluşumuna izin vermeyen devlettir.'' ''SORUNLAR ÖTELENMEKTE, GERGİNLİK TIRMANDIRILMAKTADIR'' Kılıç, gücünü özgürlüklerden alan demokrasinin özgülük alanının genişlettikçe bağışıklık sistemini de güçlendireceğinin açık olduğuna işaret ederek, toplumu kendi içinde ayrıştıran, onu devletine karşı soğutan, insanlık onurunu işkenceye tabi tutan bir yönetim anlaşışının çağdaş dünyada yer bulamayacağını ifade etti. Kılıç, ''Hukuk dışı yollardan güç alarak, rejimi ya da ülkeyi kurtarma girişimlerinin, ülkenin batışını hızlandırmaktan başka işe yaramayacağı bilinmelidir'' dedi. Çağın kenar mahallesinde yaşamamak için, uygar dünyayla tanışmak ve kimliği kaybetmeden bütünleşmenin zorunluluk olduğunu söyleyen Kılıç, evrensel kavramlara farlı anlamlar yükleyerek, evrensel dilin ortadan kaldırılmasının çağdaş dünya ile bağlantıyı koparacağını kaydetti. Kılıç, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Bugün sorunları çözmek için harcanması gereken çabadan daha çok, sanki çözülmemesi için büyük çaba sarfediyoruz. Sorunlar ötelenmekte, gerginlik tırmandırılmaktadır. Toplumun siyasal, etnik ve dinsel kesimleri arasında ciddi bir güven bunalımının olduğu saklanamaz bir gerçektir. Güvensizlik, kavgayı ve dayatmaları da beraberinde getirmektedir. Gücü elinde bulunduranlar karşı düşüncedekilerin güvensizliğini ve korkularını ortadan kaldıracak çözümleri üretmediği sürece bu çatlak derinleşecektir. Hissedilen korkular, gözardı edilemez. Yaşanan hayat tarzlarının ideoloji haline geldiği bir dünyada duyulan güvensizlik ve korkular, acilen değerlendirmeye alınmalıdır. Aksi halde her şeyin rejim sorunu haline getirildiği ülkemizde birlikte yaşama koşulları daha ağırlaşacaktır.'' ''AYNI GEMİNİN İÇİNDEYİZ'' Haşim Kılıç, bugünlerde kişisel, toplumsal ve kurumsal uzlaşmaya her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulduğunu belirterek, Anayasal sorunların çatışmayla değil hukuk kuralları çerçevesinde karşılıklı diyalog ve uzlaşma yoluyla çözülmesi gerektiğini vurguladı. ''Siyasi kutuplaşmaların bu ülkeye ağır bedeller ödettiği hepimizin malumudur'' diyen Kılıç, demokrasi ve hukukun üstünlüğü temelinde çözülemeyecek hiçbir sorun bulunmadığını dile getirdi. Demokrasinin kurum ve kurallar rejimi olduğunu, kurumlar kurallara uyarak görevlerini yaptıklarında demokratik hukuk devletinin kriz olarak görünen sıkıntılardan daha da güçlenerek çıkacağını ifade eden Kılıç, şöyle devam etti: ''Önceki nesillerden devraldığımız medeniyeti, kültürü ve geleneği yıkıcı ve olumsuz unsurlardan arındırılmış bir şekilde gelecek kuşaklara devretmek hepimizin ortak görevidir. Unutmayalım ki tek bir Türkiye var. Kaptanından güvertedeki yolcularına kadar hepimiz aynı geminin içindeyiz. Bu geminin sağlam, güvenilir ve huzurlu bir şekilde yol alması, hepimizin en büyük amacı olmalıdır. Gün, ayrılıkları öne çıkarma, toplusal ve siyasal kutuplaşmaları körükleme günü değildir. Gün, farklılıklarımızı zenginlik kabul edip, bir arada refah ve özgürlük içinde yaşamak için elimizden geleni yapma günüdür. Gün, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olarak, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak için bir adım daha atma günüdür.''
25 Nisan 2008 10:10
DİĞER HABERLER