Müslümanlara hâkim olmak için onları İslamiyetten ve Kur’an’dan uzaklaştırmak gerektiğine inanıyor ve özel yetiştirdikleri oryantalistleri ile bu tahribat için uğraşıyorlardı. Ayrıca Osmanlıyı yıkmak için çok boyutlu çalışıyor, durmadan işlerine yarayacak kişileri de çeşitli vaatlerde devşiriyorlar ve onlardan söz alıyorlardı.
ABDULLAH AYMAZ
Doğu’da ve Batı’daki sömürgeci devletler, aynen Sömürgeler Bakanı W. E. GLADSTONE gibi, Müslümanlara hâkim olmak için onları İslamiyetten ve Kur’an’dan uzaklaştırmak gerektiğine inanıyor ve özel yetiştirdikleri oryantalistleri ile bu tahribat için uğraşıyorlardı. Ayrıca Osmanlıyı yıkmak için çok boyutlu çalışıyor, durmadan işlerine yarayacak kişileri de çeşitli vaatlerde devşiriyorlar ve onlardan söz alıyorlardı.
Üstad Hazretleri, “Onlar, Allah’ın nurunu ağızları ile söndürmek istiyorlar. Kâfirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlamaktan başka bir şey murat etmemektedir.” (Tevbe Suresi, 9/32) âyetini, Birinci Şu Risalesinin Yirmi Sekizinci yeti olarak tefsir ederken diyor ki: “Kuvvetli ve letâfetli mânevî münasebetiyle 1324 ederek, Avrupa zâlimlerinin Devlet-i İslamiyenin nurunu söndürmek niyetiyle müthiş bir sû-i kast planı yaptıkları ve ona karşı Türkiye hamiyetperverlerinin hürriyeti 1324 tarihinde ilanıyla o plânı akim bırakmaya çalıştıkları halde, maatteessüf 6-7 sene sonra, Birinci Dünya Savaşı neticesinde, yine o sû-i kast niyetiyle Sevr Muâhedesinde Kur’an’ın zararına gayet ağır şartlarla inkârcı fikirlerini yine icrâ etmek olan planlarını akîm bırakmak için, Türk milliyetperverleri, Cumhuriyeti ilan etmekle mukabeleye çalıştıkları 1324’te, tâ 1334’te, tâ 1354’te tam tamına tevafuklar.. (…) Şimdi İslâmlar içinde nur-u Kur’an’a muhâlif hallerin ekserisi o sû-i kastların ve Sevr Muâhedesi gibi gaddarâne muâhedelerin vahim neticesidir.”
Lozan Muâhedesinde de pek çok dayatmalar oldu. Bütün bunları fırsat bulan İslamın cibilli düşmanları Milli Eğitimin Talim Terbiye bölümünü ele geçirip, bu milletin gençliğini 30 sene sonra İslâm’dan Kur’an’dan uzaklaştıracak bir plân kurdular. Bunun için de hireti inkârdan başlamak istediler. İlk önce bir algı operasyonu olarak halkın sevdiği meşhurlara “Sen, (hâşâ) âhiret diye bir saçmalığa inanır mısın?” gibi tuzak sorular sordurup Ayna dergisi gibi dergilerde neşre başladılar. Bunun üzerine Üstad Hazretleri HAŞİR (Öldükten sonra dirilme ile ilgili) Risalesini yazıp matbaada bastırdı. Hemen Ankara’daki milletvekili dostlarına gönderdi. Onlar da Talim Terbiyenin başındakilerine verdiler. Onlar bu Risaleyi okuyunca “Böyle kitaplar olduğu müddetçe biz bu işi beceremeyiz” demek zorunda kaldılar. Bunu duyan Kâzım Karabekir Paşa, Üstad’a Barla’ya haber gönderip olup bitenden haberdar etti.
Hiçbir Risale, ihtiyaç olmadan yazılmamıştır.
Mustafa Sungur Ağabeyimiz diyor ki: “Barla’da kalırken o günlerde Barla’nın güneydoğusundaki bir bağ evine geldik. Mübarek Üstadımız ayakta, biz de yanındayız. 50-100 metre ötesindeki ağaçlıkları göstererek: ‘Kardeşlerim otuz sene kadar önce aynen bu mevsimde idi. Badem ağaçları çiçek açtığı zamanda bu bahçelerde geziyordum. Birden hatırıma –Fenzur ilâ âsâr-ı rahmetillahi… ilâ âhirihi ayeti geldi. Ben de okumaya başladım. O gün 40 defa bu âyeti okudum. yet bana açılmıştı. Hem geziyordum, hem yüksek sesle okuyordum. Akşam geldik. Şamlı Hafız Tevfik ile Onuncu Söz’ü (Haşir Risalesini) telif ettik.” (Üstad’ın manevî evladı, fenâ fi’n-nur Mustafa Sungur. İhsan Atasoy)
“İşte bak, Allah’ın rahmetinin eserlerine, ölmüş toprağa nasıl hayat veriyor! İşte bunları yapan kim ise, ölüleri de o diriltecektir. O, her şeye hakkıyla kadirdir.” (Rum Suresi, 30/50) âyetini Onuncu Söz’de Üstad Hazretleri genişçe ve ilmî delillerle Esmâ-yı Hüsnâyı esas alarak tefsir ediyor.
Cennet’e Dair Yirmi Sekizinci Söz’de Üstad Hazretleri “İman edip makbul ve güzel işler yapanları müjdele: Onlara içinden ırmaklar akan cennetler vardır. Öyle cennetler ki, ne zaman meyvelerinden kendilerine bir şey ikram edilirse: ‘Bu daha önce de dünyada yediğimiz şey!’ diyecekler. Oysa bu, onların aynası olmayıp, benzeri olarak kendilerine sunulacaktır. Orada onların tertemiz eşleri de olacak ve onlar orada devamlı kalacaklardır.” (Bakara Suresi, 2/25) âyetini de harika bir tarza tefsir ediyor.
Yirmi Dokuzuncu Söz ise Ruhun bâkiliği, Melâike ve Haşre dairdir. “O gece (Kadir Gecesi) Rab’lerinin izniyle Ruh ve melekler, her türlü iş için iner de iner.” (Kadir Suresi, 97/4) âyeti ile “Ruh, Rabbinin emrindedir. (Yani emir âleminden ve Rabbinin bileceği şeylerdendir.) (İsra Suresi, 17/85) âyetlerini Yirmi Dokuzuncu Söz’de Üstadımız tefsir etmiş, ruhun ispatı yanında pek derin ve ince meseleyi de izah ve beyan etmiştir… Bu beyanat karşısında maddeciliğin tutunacağı bir dal kalmamıştır. İnkâr fikrinin belini kırar bu hakikatlerin okunup anlaşılmaya ve bütün insanlığa duyurulması gerekmektedir.