''20 Ekim 1961 cumartesi günü Cenevre’de bulunan Ali Fuat Başgile’e Adalet Partisi İstanbul merkezinden uzunca bir telgraf gelir. Kendisi partiye davet edilmektedir. Cumhurbaşkanı adayı yapılacaktır. 22 Ekim 1961 pazartesi günü uçakla Türkiye’ye gelir...''
Abdullah Aymaz / samanyoluhaber.com
Prof. Dr. Ali Fuad Başgil’in “Yakın Maziden Hatıra Kırıntıları” isimli kitabından bazı bölümleri aktarmak istiyorum…
“Bahtiyar o milletti ki, başında bilgili, namuslu ve feragat sahibi devlet adamları vardır…” takdimi ile giriş yapıyor ve diyor ki:
“İsviçre’ye ayak bastığınız andan itibaren bütün resmî ve ictimaî sıfat, unvan ve etiketlerinizi kaybedersiniz. Artık ne ‘Ord. Prof’ sunuz, ne de ‘herhangi bir rütbe sahibi.’ Sadece ‘mösyö’ filansınız. Yani milyonlar içinden bir fertsiniz, kaynaşan kalabalıktan bir zerresiniz. İlk önce bu düşkün halinizi yadırgar, ürkersiniz. Kendinizi boşlukta görürsünüz. Gözleriniz kararır ve içinize bir kasvet ve gariplik çöker.
“Fakat biraz sabrediniz, çok geçmeden anlarsınız ki, sizin farkında bile olmadığınız çok muhterem bir sıfatınız her yerde ve herkes tarafından itibar edilen bir unvan ve etiketiniz var. Siz artık İNSAN'sınız. Bu sıfatınızda siz, tam bir emniyet ve huzur içindesiniz. Hür ve serbestsiniz. Bütün hareket ve kararlarınızın hem sahibi hem mesulüsünüz. Karşınızda, sizi her an korkutup ürküten haşin bir otorite, fodul bir bürokratik idare yoktur. İdarenin her dereceden personeli sizin en müşfik hâmîniz, her işinizde ve müracaatında daima yanınızda bulacağınız sadık müşaviriniz, hatta bir arkadaşınızdır.
“Küçük, büyük, zengin, fakir, yerli ve yabancı kim olursanız olunuz, kiminle münasebette bulunursanız bulununuz, siz yalnız İNSAN sıfatınızla her yerde en nâzik muamele görürsünüz. Burada gerici ve ilerici, câhil ve aydın yok, yalnız İNSAN ve VATANDAŞ var. Bu umumî terbiye ve incelik havası içinde siz de ister istemez nâzik ve terbiyeli olursunuz. Fakat sakın bu temiz havayı bozayım, hileye ve eğriliğe sapayım demeyiniz. Aksi halde, hiç yok zannettiğiniz müthiş bir otoritenin demirden pençesini yakanızda bulursunuz.
“Hülasa, (İsviçre’de) öyle bir cemiyet içindeyiz ki, tıpkı bir Zenit saati gibi her çarkı ve dişlisi yerli yerine konulmuş, her parçası en ideal şekilde birbiriyle tevafuk halinde sessizce işlemektedir.
“Bununla beraber, bize ne kadar garip görünse de hakikattır ki, İsviçre; Alman, Fransız, İtalyan üç, hatta Romans’ları da hesaba katarsak, dört ayrı ırktan ve dilden mürekkep bir millettir ve âdeta milletler manzumesidir. Asıl bizi hayrette bırakması lâzım gelen nokta, bu dört milletten herbiri kendini bir bütünün ayrılmaz bir parçası, aynı bir makinenin dişlilerinden biri görmesi ve bu insanca samimiyetle bağlanmasıdır. (…) DEMOKRASİ, boş bir kasnak değildir; içinde yaşanılan siyasî bir rejim, moral, yani mânevî ve ahlâkî bir iklimdir. (…) (Cenevre; 8 Eylül 1961)
20 Ekim 1961 cumartesi günü Cenevre’de bulunan Ali Fuat Başgile’e Adalet Partisi İstanbul merkezinden uzunca bir telgraf gelir. Kendisi partiye davet edilmektedir. Cumhurbaşkanı adayı yapılacaktır. 22 Ekim 1961 pazartesi günü uçakla Türkiye’ye gelir. İki gün geçmeden 27 Mayıs ihtilalcilerinin kurduğu hükümetin Başbakanlık binasından bir Emir Subayı gelir ve Başgil’i Başbakanlığa çağırır. Kendisini kapıda ihtilalcilerden Fahri Özdilek ve Sıtkı Ulay Paşalar karşılarlar ve derhal Cumhurbaşkanlığı adaylığından çekilmesini isterler: “Adaylığınızı geri almanız lâzımdır. Cemal Gürsel Paşa’nın karşısında başka bir adaylığa asla müsaade edemeyiz.” derler.
Başgil, “Yanlış yoldasınız… Dürüst bir seçimden sonra tutulacak yol bu değildir. Demokrasi hukuku emreder. Siz bu hususta yemin ettiniz. Ben de buna inanarak Cenevre’den kalktım geldim. Size yakışan verdiğiniz sözü tutmanızdır.” der. Onlar “Bizi anlamanız lâzımdır. Orduda yeni bir cunta kuruldu. Herşey onların elinde. Eğer vazgeçmezseniz, sizin hayatınızı garanti edemeyiz. Açık söyleyelim. Netice yalnız bundan ibaret kalmayacaktır. (15 Ekim seçimleri neticesi yeni seçilen B. Millet Meclisi millet vekilleri) Meclis açılmadan dağıtılacak, seçimler iptal edilecek, partiler kapatılacak ve ASKERİ İDARE devam ettirilecektir.” derler.
Ali Fuat Başgil, İsviçre’ye geri dönmek mecburiyetinde kalır. Zor ve zorbalar oyunu bozarlar.
Peki şimdi tarih ne yazıyor? İnsanların kalbleri ne diyor? Ali Fuad Başgil’in yeri nerede, zorbacıların yeri nerede?
Herşeye rağmen merhum Başgil yine de ülkesine döndü ve şerefiyle yaşayıp gönüllerde yerini buldu. Ya onlar!..
Yalancıların mumu ne kadar yanar?!..