“Böylesine çetin ve aynı zamanda zevkli bir yolda yürümek isteyen herkes, önce varacağı hedefi belirleyip yapacağı şeyleri disiplin altına almalı; sonra da bir daha geriye dönmeme niyet, inanç, azim ve kararlılığıyla yola koyulmalıdır ki, takılıp yokuşlarda kalmasın; şaşırıp yön değiştirmesin ve bir kısım sıkıntılar karşısında yılgınlığa düşmesin… ''
Safvet Senih / samanyoluhaber.com
HAVÂİLİK VE ANKA GÖNÜLLÜLÜKLE
“Haritalanmamış sularda dolaşmanın” tehlikelerinden bahseden M. Fethullah Gülen Hocaefendi “Genç adam”a şöyle sesleniyor: “Dön bir kere de kalbinin ve ruhunun soluklarına kulak ver! Geril ve nefsinle hesaplaşmaya hazır ol! İçinde ağaran inanç şafağıyla doğrul ve ucu vicdanında belirip Hakk’a doğru uzanan ışıktan yollarda yürümeye koyul! Bu altın yol zaman ve mekânın hem içinden hem de dışından geçer. Sen, ruhunu saran mânâ ve önündeki kudsî hedefin ışıl ışıl parıldadığını ancak bu yolda görecek; görecek, sonra da bu sonsuz ve çarpıcı hakikatın sihirli güzelliğine kapılıp gideceksin!
“Önce, kendini keşfetmekle işe başlayacağın bu yoldaki her hamlede, sanki unuttuğun bir kısım gerçekleri ilk defa hatırlıyor gibi olacak; iç dünyanda buudlaştıkça buudlaşacak, baştan başa renkler, ışıklar içinde derin ve rengin bir huzur kuşağına ereceksin!
“İçinde ışıldayan inanç meşalesinin aydınlığında, zaman ve mekânın her köşesine, ötelerden gelen nurların dalga dalga yayıldığını görecek; inancın, ışıktan güçlü kolları arasında o kadar yükseleceksin ki; süpernovaları, pulsarları ve karadelikleri mekânın bağrında açılıp kapanan güller, tomurcuklar gibi görecek ve seveceksin…
“Zaman zaman, ruhunun ölümsüz bir ışık gibi maddenin cidarlarını yırtacak zaman ve mekânın dışına kaydığını vicdanında seyredecek ve kâinattaki herşeyin ezelî bir kaynaktan aksedip geldiğini görerek coşacaksın. Nihayet, her parlak şey üzerinde göz kırpıp geçen bütün şuaların, Sonsuz’dan gelen şavklar olduğunu sezecek; benliğini saran buğu buğu mânâlarla kendinden geçeceksin!.. Ne var ki, her vâridat bir kısım zahmetlerle elde edilmekte, her nimet bir külfet mukabili verilmekte, maddî-manevî her muvaffakıyet de bir düzine mahrumiyetlere bağlı bulunmaktadır. Zahmetsiz vâridat, külfetsiz nimet olamayacağı gibi, bir kısım mahrumiyetlere katlanmadan da hiçbir muvaffakıyet elde edilemeyecektir.
“Böylesine çetin ve aynı zamanda zevkli bir yolda yürümek isteyen herkes, önce varacağı hedefi belirleyip yapacağı şeyleri disiplin altına almalı; sonra da bir daha geriye dönmeme niyet, inanç, azim ve kararlılığıyla yola koyulmalıdır ki, takılıp yokuşlarda kalmasın; şaşırıp yön değiştirmesin ve bir kısım sıkıntılar karşısında yılgınlığa düşmesin…
“Hedefi belirlenmemiş bir yolda yürümek, hem boş, hem de tehlikelidir. Zira böyle bir yolla asla neticeye varılamayacağından, sonunda ümidin felce uğraması, inanç ve azmin de bütün bütün yitirilmesi ihtimali bahis mevzuudur.
“Herhangi bir eseri okurken, önce rahat anlayabileceğimiz kolay kısımlarından başlayıp aheste aheste ilerlediğimiz gibi, aşma mecburiyetinde olduğumuz tepeleri aşarken de, onları parçalayarak, mesafeler bilerek geçmeye çalışmalıyız ki, aşılmaz gibi görünen yollarda ümitsizliğe düşüp yürümekten vazgeçmeyelim…
“Asırlardan beri her yanıyla rahneder olmuş ferdî ve ictimaî bünyesinin, bir hamlede tamir edilip canlandırılmasına, eski dinamizmine kavuşturulup cihanda hesaplaşır hale getirilmesine imkân yoktur. Ne var ki, ona ait parçaları birer birer ihya ederek ‘bütün’e eski fonksiyonu kazandırmak da pek âlâ her zaman mümkün olabilir. Bunun gibi yapacağımız her şeyi aheste aheste ve kendi tabiî seyri içinde ele alacak olursak, bu bizlerde bir şeyler yaptığımız inancını uyaracak ve azmimizi kamçılayacaktır. Derken, bir gün önümüzdeki korkunç mesafeleri aşıp, yolun sonuna vardığımızı hayretle ve hayranlıkla müşâhede edecek, lütuflarını üzerimizde hissettiğimiz Zât karşısında şükranla iki büklüm olacağız.
“Havâilik ve ankâ-gönüllülük ile hiçbir iş başarılamaz . Çeşitli zorluklarla pençeleşip onları birer birer yenerek, iradelerinin çehrelerinde Hakk’ın inayetini ispat eden talihliler, bir gün kendilerini zirvede bulacak ve ektikleri tohumların yediveren başaklar gibi salındığını gördükçe, dönüp dönüp aydınlık geleceklerine tebessüm edeceklerdir.” (Yitirilmiş Cennetlere Doğru, Genç Adam)
Son bölümle ilgili, bu hususta, Mehmet Ali Hocamızın bir hatırasını nakletmek istiyorum. Diyor ki: “Hâfızlık yapmak için Kur’an Kursuna gittim. Benden önce hafızlığa başlamış, talebeler ezbere çalışıyorlar. Ben şöyle bir Kur’an-ı Kerime baktım… Kendi kendime ‘Bu koca Kitap benim kafama nasıl girecek ben bunu nasıl ezberler de hâfız olabilirim?’ diyerek ümitsizliğe kapıldım ve ağlamaya başladım. Bir kenara çekildim. Bu halimi gören talebeler durumumu hocamıza haber vermişler. Beni yanına çağırdı. ‘Üzülme, birden olacak diye bir şey yok. Bak şimdi, ben sana sadece bir sayfa veriyorum. Git ezberle gel.’ dedi. Gittim o sayfayı yarım saatte ezberledim ve gidip okudum. Bana ‘Gördün mü, işte çok kolay!.. Parça parça sayfa sayfa ezberleyip Kur’an hâfızı olacaksın!..’ dedi. Elhamdülillah öyle de oldu Allah’ın inayetiyle…”
Evet aceleye gerek yok… Herşeyin fıtriliğe uygun şekilde cereyan etmesi gerekiyor.