Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay'ın Ergenekon terör örgütü soruşturması kapsamında tutuklanması üzüntü verici.
İnsan olarak ve gazeteci olarak üzüldüm. İnsan yönümüz, herhangi bir kişinin demir parmaklıklar ardına girmiş olmasını istemiyor. Gazeteci olarak ise bir meslektaşımın hem de böyle suç isnatlarıyla karşılaşmasını arzu etmiyorum. Yargının verdiği ve vereceği karar karşısında bütün söyleyebileceğimiz bundan ibaret olmalı. Cumhuriyet Gazetesi'nin ve o ekolden yetişmiş gazetecilerin savunma psikolojisine girmesi doğru değil. Bir döneme damgasını vuran "Bana sağcılar adam öldürdü dedirtemezsiniz" zihniyetinin tekrarı gibi görünüyor. Doğan Grubu'nun desteğini 'mağdurlar dayanışması' oluşturmaya çalışıyorlar diye okuyabiliriz. Ama halk, çok rahatlıkla 'Ergenekon dayanışması' şeklinde de algılayabilir. Riskli bir tavır. Adil yargılamayı etkileme kapsamında algılanabilecek hareketlerden de kaçınmak gerekiyor. Gazeteciler, eylemlerinin Korgeneral Galip Mendi'nin, Hurşit Tolon ve Şener Eruygur paşaları cezaevinde ziyaretinden farkını anlatmakta zorlanacaklar.
Balbay hakkında tutuklama kararı veren mahkemenin gördüğü belgelerin hiçbirine vâkıf olmadan, onu basın özgürlüğü kahramanı haline getirmenin anlamı yok. Balbay, yazdıklarından dolayı söz konusu muameleyi görmüş değil. Sonu darbe ile bitmesi planlanan bir sürecin parçası olmakla suçlanıyor. Ülkeyi darbeye götürmek için neler yapıldığını önceki örneklerden çok iyi biliyoruz. 'Şartların olgunlaşması' adına dökülen kanların hepimiz şahidiyiz. ETÖ iddianamesini hazırlayan savcılar da ülkeyi darbe ortamına taşımak için girişilen eylemleri yakaladığı iddiasında. İddianame, yetkili mahkemeler tarafından yeterli delilleri içerdiği gerekçesiyle kabul edildi, yargılama başladı ve onlarca tutuklama kararı verildi. Demokrasi kahramanı mualemesi çekilen Balbay da tam tersine demokrasiye dahletmekle suçlanıyor. Bu gerçeklere rağmen Balbay'a Fikret Başkaya muamelesi çekmenin makul bir izahı yok. Kaldı ki Paradigmanın İflası kitabından dolayı 20 ay hapse mahkûm olup cezaevine giren Başkaya'ya bunun yüzde biri bile sahip çıkılmadı. Yeni Asya yazarı Faruk Çakır'ın, yazdıkları sebebiyle muhatap olduğu cezaya da kimse sesini yükseltmedi. Darbecilerin andıçladığı gazetecilerin suçu neydi; sahip çıkılmadı.
Balbay'la ilgili hafızamızı yokladığımızda ilk akla gelen şey 'Genç subaylar tedirgin' manşeti. Yakın tarihimizde derin iz bırakan bir haberdi ve zamanın Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök tarafından lanetlenmişti. Hani şu 27 Mayıs'ta yargılanan Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun'a benzetilerek gözdağı verilmeye çalışılan komutan. Özkök, "Çok ağır gelecek ama lanetliyorum. Bu haber, Türk askeri kadar, Türk milletine karşı da alınmış bir tavırdır." demek zorunda kalmıştı. O günleri hatırlamadan bugünü anlamak zor.
Yazımı Türk basınının yeni yıldızı Sivilay Abla'dan bir alıntı ile bitirmek istiyorum. Taraf Gazetesi'nin etkili yazarı Sivilay Abla, "Gazeteler ve televizyonlar, Türkiye'de bir sivil darbe yaşandığından bahsediyorlar. Ne dersiniz?" diye soran okuruna şu cevabı veriyor: "Merhaba, diyelim ki bu bir sivil darbe. Gazeteler 'sivil darbecilere' veryansın eden manşetler atabiliyor. Televizyonlarda istedikleri kişileri konuk edip, sabahlara kadar 'sivil darbecileri' eleştirebiliyorlar. Karikatür dergilerinde bu 'darbe'cilerin boy boy karikatürleri yayımlanıyor. Vergi borcuna itiraz için hukukî yollar açık. Mahkemeye düşenin kendini savunmasına izin veriliyor. Avukatları yoluyla kamuoyunu yönlendirme şansı bile var. Mahkeme kararını temyiz etme, hatta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne götürme hakkı var. Sen bir düz vatandaş olarak "bunlar darbeci mi" diye sorabiliyorsun. Peki; 27 Mayıs'ta, 12 Mart'ta, 12 Eylül'de, hatta 28 Şubat'ta bu saydıklarımızın hangisi mümkün olabilmişti? Cevap veriyorum: Hiçbiri. Darbenin bile sivil hali böyle ise sivil bir anayasamız olduğunda ne kadar yaşanılır, iyi bir memleket olacağız demek ki."