Her an gözetildiklerinin farkında olanlar

Samanyoluhaber.com yazarı Prof. Dr. Osman Şahin'in yazısı
PROF. DR.OSMAN ŞAHİN

ÜMİT KAYNAĞI OLMA 2

İfritten süreçlerin yaşandığı zaman dilimlerinde, en önemli bir mesele, insanların kuvve-i mâneviyelerinin ve ümitlerinin korunması ve bu şekilde onların hayatta kalabilmeleri, karşılarına çıkan hadiseler karşısında ezilmeden (sarsılsalar da) ayakta durabilmeleri ve Hak adına olan mücadelelerine devam edebilmeleridir.
Böyle zamanlarda, onları bitirmek için her türlü yolları ve yöntemleri kullananların en önemli bir taktikleri, Hak yolcularının ümitlerini kırmak, kuvve-i mâneviyelerini (moral güçlerini) sarsmak ve enerjilerini tüketerek onları davalarından vaz geçirmeye çalışmaktır. 
Bu uğursuz hedeflerine varabilmek için kullandıkları metotların ise haddi ve hesabı yoktur.
Mağduriyetlere maruz bırakma, her türlü imkânları ellerinden alma, en sıkıntılı, stresli ve sinirli ortamlara onları sokma, birbirleri aleyhinde söylemler ve dedikodular meydana getirerek birbirlerine düşürme ve böylece uhuvvetlerini, kardeşliklerini yıkma, sürekli korku ortamları oluşturarak sindirmeye çalışma, onları birbirleriyle yaka paça etmek suretiyle kendileriyle uğraştırma, dava arkadaşları arasında atfı cürümleri (birbirlerini suçlamak, suçlu aramak veya sorgulamak) besleyerek aralarındaki tesanüdü (dayanışmayı) tahrip etme, davalarına ve davalarının geleceğine dair ümitlerini yok etme ve böylece hizmet erlerinin bütün gündemlerini bu uğursuz, lanetli, bereketsiz, yıkıcı ve şer olan işlerle doldurarak, hizmetlere ayıracak enerji ve zaman bırakmamak suretiyle en hayati olan İman, Kur’an ve hayır hizmetlerinin yapılmasının önünü almaya çalışırlar.
Hazret-i Bediüzzaman Lahikalarda, 28. Lem’a, 12., 13. ve 14. Şua gibi risalelerde bu tehlikelere hep dikkat çekmişler ve sürekli olarak talebelerini uyararak bu tuzakları boşa çıkarmaya çalışmışlardır:
“"Kadere îmân eden kederden kurtulur" sırrıyla, sizi teselliye muhtaç görmemekle beraber, derim ki: “Rabbinin hükmüne sabret. Muhakkak ki Sen bizim gözetimimiz altındasın. Rabbini hamd ile tesbih et." (52/48) âyetinin mânâ-yı işârîsiyle verdiği teselliyi tamamıyla gördüm. Şöyle ki:…” (13. Şua)
Bütün bunlara karşı dayanma ve dimdik ayakta kalabilmenin en önemli sebebi çok güçlü bir imana sahip olma ve hiçbir zaman yalnız olunmadığını, çok Rahim, Kerim, Kadir, Hakîm, Alim ve Adil olan bir Rabbin gözetimi altında bulunulduğunu, sahipsiz olunmadığını ve O’na dayanmak suretiyle en büyük bir güç ve rahmet kaynağına dayandığını bilmektir.
Başımıza gelen her şey onun bilgisi dahilinde ve izin vermesiyle gerçekleştiğinden ve O Hakîm olduğundan dolayı, hiçbir şey abes (boş) değildir ve nihayetsiz hikmetleri, açık ve gizli birçok güzellikleri (ya bizzat ya da neticeleri itibarıyla) içinde barındırmaktadır:
“Evet, Cennet ucuz değil. İki hayatı imha eden küfr-ü mutlaktan kurtarmak, bu zamanda pek çok ehemmiyetlidir. Bir parça meşakkat olsa da şevk ve şükür ve sabırla karşılamalı. Madem bizi çalıştıran Hâlıkımız Rahîm ve Hakîmdir; başa gelen her şeyi rıza ile, sevinçle, rahmetine, hikmetine itimatla karşılamalıyız.” (13. Şua)

CANLI BİR İRADE ORTAYA KOYMA VE ÜMİT KAYNAĞI OLMA
Günümüzde sadece ümitli olmak tek başına yeterli değildir, aynı zamanda canlı bir irade ortaya koyarak etrafa ümit kaynağı olmak da gerekmektedir:
“Gamı tasayı bırak, iraden canlı ise…” Esasen, “irade” çok önemli; Cenâb-ı Hakk’ın insana verdiği bir nimettir. Şart-ı âdî planında, en büyük şeyleri elde etmeye müeddî (sebep olan) öyle bir faktördür ki!.. Dünyanın binlerce sene hayatı, bir saatine, bir dakikasına mukabil gelmeyen Cennet’i peyleyebiliyorsunuz… “Allah, karşılığında kendilerine Cennet vermek üzere mü’minlerden öz varlıklarını ve mallarını satın almıştır.” (9/111)

İraden canlı ise… “Ümid kaynağı ol, olabilirsen herkese.” Şimdi ümitli olmak, bir yönüyle, ye’se düşmemek çok önemlidir. Çünkü, “Yaşayanlar, hep ümitle yaşar; me’yûs olan, ruhunu, vicdanını bağlar…(M. Akif)”

Hazreti Pîr de bu sese, bu soluğa farklı bir şekilde bir nağme katar: “Yeis, mani’-i her kemaldir.” der. İlle de bir ufku yakalamak ve zirveleşmek istiyorsanız, ümitle yürümeniz lazım; ümit çok önemlidir. Bu, bir mesele, yani, ümitli olmak… Fakat böyle kritik dönemlerde insan, hiçbir şey yokmuş gibi davranmak ve dipdiri bir canlılık sergilemek suretiyle aynı zamanda ümit kaynağı da olmalıdır.” (İmanın Tadı, İnsana Sevgi ve Ümit)
Gerçek bir mü’min hadiselerin zahirine takılmaz, perdeler arkasındaki hakiki sebeplere yoğunlaşır ve hikmet penceresinden meydana gelen olayları yorumlayarak, insanların ye’se düşmesine izin vermeden hep ümit soluklayıp dururlar. Bakın! Sağlam bir imana sahip olanlar başa gelenleri nasıl okuyorlar:

“Yahu Cenâb-ı Hak, farklı bir konuma itti bizi. Demek ki murâd-ı Sübhânîsi, farklı bir konumda bu meseleyi götürmekmiş. Niye saçtı bizi dünyanın dört bir yanına tohumlar gibi? Ee dar dairede idi, sadece kendi ülkemizde idi. İslam dünyası bile “Yahu din, bizde başladı. Dinin dili, bizim dilimiz. Bunlara ne oluyor ki?!. Orta Asya’dan geldiler, Arapça’da kem-küm ediyorlar; dini de başkalarından dilendiler, dilencilikle aldılar. Bunlara ne oluyor ki?!.” diyordu; onlar da öyle bakıyorlardı. Şimdi dar bir dairede yapılan işleri, Allah (celle celâluhu) genişletti.  lemşümul bir dava, Anadolu dar dairesine münhasır kalmamalı; bu, İnsanlığın İftihar Tablosu’nun gösterdiği ufka ulaşmalı: “Benim nâmım, güneşin doğup-battığı her yere gidecektir!”

Şimdi şu anda, dünyanın dört bir yanına, güneşin doğup-battığı her yere saçıldınız mı, saçılmadınız mı? Düştüğünüz yerlerde birer “tohum” gibi, toprağın kuvve-i inbâtiyesine emanet; toprakta çürüyecek misiniz, çürümeyecek misiniz? Helal olsun!.. Bir tohum olarak toprağın bağrında çürüyeceksiniz ama bir başak mı, iki başak mı, üç başak mı çıkaracaksınız. Niyetlerdeki hulûsa göre, samimiyete göre, ihsan şuuruna göre, bazen on başak bile bir tohumdan çıkabilir. Bir de her başakta on dâne var ise, bir iken yüz olacaksınız.
Evet, murâd-ı Sübhânî bu ise, esas hiç kimse ye’se düşmemeli!.. Bir taraftan arındırıyor bizi o ızdırap ile; huzuruna gidersek şayet, arınmış olarak gidelim. Diğer taraftan da çok daha ulvî gâye-i hayaller ile, bizi farklı hizmet yollarına sevk ediyor.
Öyle ise bize düşen şey de, o murâd-ı Sübhânînin hakkını vermektir. Madem bizi tohum gibi saçtı, bizler de tohum gibi başağa yürüyelim. Madem bizi fideler gibi dünyanın değişik yerlerine dikti, biz de oralarda söğüt olmaya bakalım!..
Kayı Boyu geldi, bir tohum gibi; daracık bir yerde, bir söğüt oldu, ser çekti; dünyanın dört bir yanına yayıldı, devletler muvazenesinde muvazene unsuru haline geldi. Ve insanlık, o sayede, bir yönüyle, insanlığını idrak etti” (İmanın Tadı, İnsana Sevgi ve Ümit)

İnşallah sonraki yazıda bu konuya devam edelim…
05 Nisan 2024 20:29
DİĞER HABERLER