Emile Zola'dan Günümüze Yansımalar, günümüzdeki yaşananlara ne kadar da benziyor.
Bir çoğumuz Emile Zola'yı edebiyattaki natüralizm akımının öncüsü, roman yazarı olarak tanımışızdır. Oysa onu dünya tarihinde üne kavuşturan adalet haykırışıdır. 1800'lü yıllarda Almanya’ya yenilen ve bir günah keçisi arayan Fransa, içerideki büyük çalkantıları durdurabilmek için bir çıkış yolu arıyordu. O nedenle imzasız bir ihbar mektubu ile Yahudi asıllı bir Fransız subayın Alman ordusuna bilgi verdiğine kanaat getirildi. Paris yaşadığı yenilginin acısını bu şekilde hafifletmek ve korumasız bir subayına faturalandırmak istiyordu.Yüzbaşı Dreyfus, aleyhinde “imzasız ihbar mektubu” dışında hiçbir kanıt olmamasına rağmen tutuklandı ve vatana ihanet suçundan hüküm giydi. Yahudi düşmanlığı tırmandı ve toplumun ortak paydası oldu.
Bütün Fransa’da bu linç kampanyasına neredeyse sadece Emile Zola katılmaz. Zola peş peşe “Gerçek Yürüyor”, “Gençliğe Mektup” ve “Fransa’ya Mektup adlı yazılarını kaleme alır ve halktaki adalet kavramının nasıl yitip gittiğini, nasıl yanlış yönlendirildiklerini, çok büyük bir suça nasıl ortak olduklarını çok sert ve net bir dille anlatır.
Emile Zola’nın “İtham Ediyorum” başlıklı yazısında; "Bu iddianame hiçbir hukuksal değer taşımamaktadır. Bir insanın böylesine bir suçlama yazısı üzerine hüküm giymesi adaletsizliğin mucizesidir. Hiçbir namuslu insanın bu suçlamayı yüreği isyan etmeden okuyabileceğine inanmıyorum. Şeytan Adası’nda çekilen ölçüsüz kefareti düşünüp de çileden çıkmamak elden gelmez. Dreyfus’un birçok dil bilmesi suçtur. Evinde hiçbir tehlikeli belgenin bulunmamış olması suçtur. Ara sıra doğduğu ülkeye gitmesi suçtur. Çalışkan olması, öğrenme kaygısı içinde olması da suçtur. Coşkulanması da suçtur. Coşkulanmaması da suçtur. Ya iddianamenin kaleme alınışındaki bönlükler, boşlukta kalan biçimsel iddialar!"
Bu savunma günümüz Türkiyesi'nde görülen davalara ne kadar da uyuyor değil mi?
Her dönem kendi Emile Zola'sını çıkarır. Ahmet Altan'ın yargılandığı davada verdiği savunma, haykırdığı haksızlıklar ne kadar benziyor Emile Zola'nın yazdıklarına. İkisinde de adalet haykırışı var:
"Bu iddianameyi okuduğunuzda sanıkların, sanık sandalyelerinin, avukat sıralarının, silahlı jandarmaların, kürsülerin, cübbelerin bulunduğu ve adliye sarayı diye adlandırılan yerlerin nasıl bir hukuk mezbahasına döndürüldüğünü rahatlıkla kavrıyorsunuz."
Emile Zola adaletsiz kararından dolayı mahkemeyi suçlar, Dreyfus hakkındaki delillerin inandırıcı olmadığını yazar. Yer yerinden oynar. Zola hakkında "mahkemeye hakaret"ten dava açılır. Olay büyür, Fransa "Dreyfus yanlıları" ve "Dreyfus karşıtları" diye ikiye bölünür, adli bir mesele derhal siyasi bir savaşa dönüşür.
Ünlü devlet adamı Clemenceau da Zola'ya katılınca, artan kamuoyu baskısı karşısında Dreyfus yeniden yargılanır ve beraat eder, devlet özür diler. Sökülmüş rütbesi törenle iade edilir, üstelik nişan verilir! Asıl suçlunun Yahudi ırkından Dreyfus değil, Frank ırkından Esterhazy olduğu anlaşılır. Devrimden beri devletin gölgesi altında bulunan Fransız adaleti, bu olayla 'tarafsız yargı' olmaya başladı. Zola ne güzel haykırmıştı: "Cumhuriyetin şerefi, onun adaletidir!''
Ahmet Altan'ın Zolavari haykırışı günümüzdeki bu adaletsizliği tamir edecek mi bunu zaman gösterecek. Bizde milli vicdan haksız hükümleri hazmetmekte, tamiri için maddi gayret göstermemektedir.
CHP'nin "adalet" yürüyüşünün ülkedeki tüm hukuksuzlukları temel alıp yürüyüşünü bu rotaya döndürdüğü an belki buna ilişkin umutlarımız yeşerir.
Ali Uyandıran