Reza Zarrab, New York’taki duruşmada, “Türkiye’de rüşvet vererek hapisten çıktım” itirafında bulundu. Daha doğrusu ‘kısmen rüşvetle’ ifadesini kullandı.
Gazeteci Ahmet Dönmez tr724.com'daki yazısında Reza Zarrab ile ilgili önemli ayrıntıları paylaştı.. Özellikle 17 Aralık operasyonundan sonra AKP'liler ile Zarrab arasındaki pazarlıkları anlatan Dönmez Zarrab'ın o zaman herşeyin arkasında Başbakan var dediğini aktardı
Zarrab’ın ‘kısmen’ ifadesi benim için dikkat çekici. Çünkü o ‘kısmen’ ibaresinin yarısı ‘para’ ile dolu ise yarısı da ‘tehdit’tir. Neyin tehdidi mi? Tabi ki “Konuşurum” tehdidi.
O yüzden bugünkü itirafları hiç şaşırtıcı değil.
Şimdi o günlere tekrar dönüp hafızamızı tazeleyelim.
17 Aralık’ta operasyon oldu.
Aynı gün dosyaya müdahale girişimleri başladı. Ertesi gün dosyanın Savcı Celal Kara’dan alınması için kollar sıvandı. Ombudsman Nihat Ömeroğlu, dönemin Başsavcıvekili Zekeriya Öz’ü ziyaret ederek Erdoğan’ın bu talebini iletti. Fakat Öz, kulağının üzerine yattı.
O günlerde Adliye’nin önü Ankara plakalı arabalarla doluydu. “Ankara, Çağlayan’a çıkarma yapmıştı.”
Zarrab, 20 Aralık 2013 tarihinde tutuklandı.
Operasyonu yapan İstanbul Mali Şube’nin müdür yardımcısı Yasin Topçu, daha sonradan kendi twitter hesabından, şunları yazacaktı: “Onun ne kadar korkak bir insan olduğunu, içeride uzun süre kalamayacağını, çıkmak için her şeyi yapmaya hazır bir adam olduğunu biz görmüştük.”
İki hafta sonra, 5 ve 6 Ocak 2014 tarihlerinde Avukat Halil İbrahim Koca, Zarrab’ı Metris Cezaevi’nde ziyaret etti. Koca, Zarrab’ın avukatıydı. Fakat 17 Aralık operasyonu olunca bu soruşturmada avukatlığını üstlenmedi. Koca, aynı zamanda emniyetin de kurum avukatlığını yapıyordu.
Acaba iki gün üst üste yapılan bu ziyaretlerde Koca ile Zarrab ne konuşmuştu?
Bunun ipucu, Avukat Koca’nın aynı gün Çağlayan Adliyesi’nde yaptığı bir başka görüşmede gizli. Koca, 17 Aralık soruşturma savcısı Celal Kara’yı ziyaret etmişti.
“ZARRAB, ‘KONUŞAYIM, BENİ TAHLİYE EDİN’ DEDİ”
Kara, Cumhuriyet Gazetesi’nden Can Dündar’a verdiği 27 Ocak 2015 tarihli röportajda, şunları söylecekti: “Rıza Sarraf içerideydi. Avukatı aracılığıyla ifade vermek istediğini söyledi. Ama aynı zamanda, ‘Benim 3.5 santimlik kanser tümörüm var, içeriye girince bu 4.5 santime çıktı, tedavi olmam lazım’ dedi.
Ben, ‘Böyle bir pazarlığı kabul etmem’ dedim, ‘… seni kimsenin itiraz edemeyeceği bir üniversite hastanesine sevk ederiz, bilirkişilerden bir heyet kurarız. İddianı doğrularlarsa, ciddi bir kefalet öngörerek mahkemeden izin isteyebilirim. Ama bunun karşılığı olarak ifade verme pazarlığını asla kabullenmem’…”
Yani Yasin Topçu’nun, “içeride uzun süre kalamayacak, çıkmak için her şeyi yapabilecek bir adam” dediği Zarrab, ‘itirafçı olmak’ karşılığında tahliyesini istemişti. Bunun için, aynı zamanda Emniyet avukatı olan Koca’yı çağırarak Savcı Kara’ya ulaşmasını istemişti. Bu teklifi alan Koca da Kara ile görüşmüş, ertesi gün de Savcı’nın söylediklerini Zarrab’a iletmişti.
1 gün sonra, yani 7 Ocak 2014 tarihinde Yeni Şafak gazetesi, “Hükümete yık, serbest bırakalım” sürmanşeti ile çıktı. Zarrab’ın Avukat Koca ile yaptığı konuşma dinlenmiş ve hemen harekete geçilmişti. Çağlayan’daki güvenlik kamerası o günlerde sürekli Celal Kara’nın kapısına çevrili tutulduğu için Koca’nın girip çıkarkenki görüntüsü de vardı. Haberde, “Sarraf’la görüşen Koca’nın, ‘Ek ifade ver. Seni savcıya götüreceğim. Ek ifade vermeden önce masada adli kollukla imzalanmış tahliye kağıdını göreceksin. Ek ifadende ‘Bu işi hükümetin bilgisi ve talimatı doğrultusunda yaptım’ de ifaden bitince evine gideceksin’ dediği iddia edildi. Yetkililerce de tespit edilen söz konusu teklife Sarraf’ın ne cevap verdiği ise bilinmiyor.” deniyordu.
Can Dündar, bu iddiayı yukarıda alıntıladığım röportajında savcı Kara’ya yöneltti. Celal Kara’nın cevabı şöyleydi: “Öyle bir şey yok. O iddiayı ne zaman gündeme getirdiler? (…) Zaten onun konuşmasına ihtiyacım yok ki, dosyada yeterince delilim var. İfadeye gelecekti, yüzde 99 ihtimalle şöyle oldu: Sarraf’la avukatı bunları konuştu. Bu konuşma dinlendi. Havuz medyasına servis edildi. Oradan ‘Böyle dedi’ diye lanse edildi. Bu, çok saçma bir algı operasyonuydu, ama maalesef bundan dolayı da ifadeye çağrılması gecikti.”
ÇAĞLAYAN ZARRAB’I ZİYARET ETTİ, KAMERALAR KAPATILDI
Hangi açıklamanın doğru olduğunu biraz da gelişmeler bize gösterecekti.
Bundan sonra hangi gelişmeler olduğuna bakalım:
Yeni Şafak’ın bu haberinin hemen ertesi günü (veya 1 gün sonrası da olabilir), Zafer Çağlayan cezaevinde Reza’yı ziyaret etti. Kameralar kapattırıldı. Zarrab’la birebir görüşme yaptı. Ne konuşulduğunu yine Celal Kara’dan dinleyelim. Kara, Can Dündar’ın, “Sarraf’ın dışarıya haber yollayıp ‘Beni buradan kurtarmazsanız konuşacağım’ dediği de söylendi?” sorusu üzerine, “Ona dair bir duyum geldi. Hatta bir bakanın adliyeye gittiği, o oradayken adliye kameralarının kapatıldığı, içeride Sarraf’a ‘Biz seni kurtaracağız’ dediği duyumu geldi.” şeklinde bilgiler verdi. Dündar’ın “Zafer Çağlayan mı?” sorusuna da “Öyle geçti ismi. Ama benim bunu delillendirme imkânım yok. Sadece bir duyumdu.” cevabını verdi.
Celal Kara’nın, “Maalesef bundan dolayı da ifadeye çağrılması gecikti” dediği ayrıntı çok önemli. Aslında o günlerde Reza’nın ifadesi alınacaktı. Fakat bu haberler çıkınca Savcı, algı operasyonlarına meydan vermemek için Reza’yı ifadeye çağırma işlemini erteledi.
Zaten çok geçmedi, 16 Ocak’ta İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı değişti. Turan Çolakkadı’nın yerine 2003 yılında Erdoğan’ın Akbil davasını temyize götürmeyerek koruyan Savcı Hadi Salihoğlu geldi. Nitekim Salihoğlu, 13 gün sonra, 29 Ocak’ta Celal Kara’yı 17 Aralık dosyasından aldı. Yerine, soruşturmaya takipsizlik vererek dosyayı kapatacak olan Savcı Ekrem Aydıner tek yetkili yapıldı.
Reza Zarrab, bir ay sonra, 28 Şubat’ta tahliye edildi. Dönemin Başbakanı Erdoğan, “Hak yerini buldu” açıklaması yaptı.
ZARRAB: HER ŞEYİN ARKASINDA BAŞBAKAN VAR
Buraya kadar, yaşanan hadiseleri kronolojik olarak vermeye çalıştım.
Bundan sonra, kendi özel bilgilerimi paylaşacağım. Gazeteci arkadaşım Ufuk Köroğlu ile birlikte “17 Aralık-Sıfır Noktası” isimli kitabı yazdığımız süreçte ulaştığım bu bilgiler, perde arkasında çok daha çarpıcı gelişmeler yaşandığını gösteriyor. Olayların merkezindeki isimlerden ulaştığım bu bilgiler, Reza Zarrab’ın ABD’ye neden gittiğine de, duruşmadaki “Rüşvetle çıktım” açıklamasına da, bundan sonra ortaya hangi ifşaatların saçılacağına dair de ipuçları veriyor.
Zafer Çağlayan, Reza Zarrab’a “Sakın konuşma. Biz seni çıkaracağız buradan” diye güvence vermişti. Hemen ardından önce başsavcı, sonra da soruşturma savcısı değişti.
Zarrab konuşmaya hazırdı. Hatta savcıları ikna edebilmek için ‘ucundan göstermeye de’ başlamıştı. Koca üzerinden Savcı Kara’ya, “Her şeyin arkasında Başbakan var. Herşeyden haberi var. Dosyada olmayan, polislerin bile bilmediği şeyler var. Egemen Bağış’a verdiğim paralar Başbakan’a gitti. Her şeyi anlatacağım. Yeter ki beni tahliye edin” mesajları gönderiyordu. İşte cezaevinde dinlemeye takılan ve ertesi gün Yeni Şafak’ın haberine ve hemen ardından Zafer Çağlayan’ın apar topar Metris’i ziyaretine neden olan sözler bunlardı. Daha da arkası vardı. Fakat konuşturmadılar.
17 Aralık fezlekesine göre Bağış’a verilen paralar 1.5 milyon dolardı. Gerekçeleri ise Erdoğan’ın damadının bankası Aktifbank üzerinden İran kara para dolaşımının başlatılması ve Zarrab’ın kardeşine vatandaşlık verilmesi idi. Bu da demekti ki Muammer Güler ve Zafer Çağlayan’a verilen miktarlardan da ‘yukarıya’ gidenler vardı. Aksini düşünmek saflık olur. Belki de Zarrab’ın tuttuğu rüşvet excel tablosundaki ki ‘Cash to yukarı’ ile bir bağlantısı vardır.
Bu arada Savcı bu talebi gerçekten geri mi çevirdi yoksa Reza’nın ifadesini almaya fırsat mı bulamadı bilmiyorum. Ancak o sürmanşet ve Çağlayan’ın ziyareti sonrası görevden alınıncaya kadar 24 gün boyunca Zarrab’ı çağırmamış olması, gerçekten de ‘tahliye’ talebini geri çevirdiğini doğrulayabilir. Kara’nın, “Elimizdeki en önemli suçlu o. En ağır suçlu konumundaki kişiyi tahliye etme imkanı yok. Zaten dosya sağlam. Bütün deliller var. Reza daha başka itiraflarda bulunmak istiyorsa mahkemeye saklasın” dediği konuşuluyordu.
Belki ileride kendileri o süreçte yaşananları detayları ile anlatır. O zaman hepimiz gerçeği öğreniriz.
“ÇUVALLA PARA VERDİM, HALA NİYE BIRAKMIYORLAR”
Gelelim Reza’nın Amerika’daki “Rüşvet vererek çıktım” itirafına. Evet, bu kısmı da doğru. O sırada bir an önce çıkabilmek için rüşvet de dağıtmıştı. Hatta tahliyesi bir müddet gecikince avukatına, “Çuvalla para gönderdik hala niye bırakmıyorlar?” diye şikayet ediyordu.
Bu noktada, “Hem Zafer Çağlayan güvence vermiş diyorsun hem de Reza çuvalla para vermiş diyorsun. Madem öyle niye rüşvet verme gereği duysun ki?” sorusu akla gelebilir. Bunun cevabı yine Reza’da gizli. ABD’deki duruşmada, Süleyman Aslan’a açtığı her telefondan sonra borçlu çıktığını ve her defasında kendisinden rüşvet istediğini anlatmıştı. Benim de Aksiyon Dergisi’nin 16-22 Mart 2015 tarihli sayısı için verdiğim röportajda paylaştığım bir bilgi var. Reza Zarrab, cezaevinden çıktıktan sonra bir dostuna, “17 Aralık en çok beni rahatlattı. Sürekli para istiyorlar, sürekli para istiyorlardı… Nihayet düştüler yakamdan” demişti. Yani Reza’nın içine düştüğü her darboğazı fırsata çevirmeyi alışkanlık haline getirmiş siyasiler ve bürokratlarla doluydu etraf. Buna hakim ve savcıların da dahil olması pek şaşırtıcı olmaz.
REZA, ABD’YE NEDEN GİTTİ?
Reza’nın ABD’ye neden gittiği muammasına gelince…
Bunun ipuçları da Babek Zencani’de gizli. Reza’nın ‘patronu’ Zencani, 17 Aralık’tan 13 gün sonra, 30 Aralık 2013’te İran’da tutuklandı. Ambargo tüccarlığı sırasında İran’ın 2.7 milyar dolarını zimmetine geçirdiği iddiasıyla idam cezasına çarptırıldı. İran hükümeti 9 Mart 2016 tarihinde yaptığı açıklamada, Zencani’nin ölüm cezası kararının 2.7 milyar dolarlık borcunu devlete devretmesi durumunda değişebileceğini bildirdi. İran Adalet Bakanı Mostafa Pourmohammadi, “Parayı banka hesabımızda görürsek, onun işbirliği yaptığını söyleyeceğiz” diyordu.
Zencani bunun üzerine Reza’ya mektup yazarak bu parayı İran’a teslim etmesini istedi.
Zencani’ye yöneltilen suçlamalar için İran Parlamentosu’nda kurulan komisyonun en etkili üyesi Emir Abbas Sultani, Nisan 2016’da verdiği beyanatta, “Babek Zencani ve Reza Zarrab asla birbirinden ayrı düşünülemez. Reza Zarrab, Zencani dosyasının anahtarıdır. Bu nedenle, bizim Zencani dosyasını çözebilmek için Reza’ya sahip olmamız gerek” diyordu. Mesaj açıktı. Sultani, Zencani’nin yurtdışında sakladığı paranın 2.7 milyar dolardan ibaret olmadığını, 5 milyar doların üzerinde bir rakam olduğunu da iddia ediyordu.
Sultani, 9 Mayıs 2016’da Al-Monitor’a yaptığı açıklamada da “Zencani ile Zarrab arasında bir fark yoktur. Reza, Amerika’ya yakalanacağını bilerek gitmiştir.” diyordu.
Emir Abbas Sultani’nin bir diğer önemli açıklaması da şuydu: “İran’ın parasını tahsil etmek üzere bir heyet kurduk. Türkiye’ye de heyet gönderdik. Türkiye Zencani konusunda işbirliği yapmadı. Zencani’nin zimmetine geçirdiği 2,7 milyar dolara ne olduğunu Reza biliyor. Zarrab’ın bu işte yalnız bir eli yok, her iki eli de olan bitenle ilişkili.”
İşte bu sebeple Reza Zarrab, İran derin devletince izleniyordu. Bu yapıyı, bu yapının dışarıda ve hele hele Türkiye’de neleri yapabileceğini en iyi bilen isimlerden biri Zarrab’tı. Aralık 2014’te Çağlayan Adliyesi’ne giderek suç duyurusunda bulunmuştu. Tanımadığı kişilerce takip edildiğini söylemişti. Yakalanıp İran’a götürülme, idama mahkum edilme veya öldürülme korkuları yaşıyordu.
Onun için korku dolu bu süreç, Miami’de sonlandı. Şimdi Amerikan yargısına hesap veriyor.
Biz de burada “Bu dava milli bir dava mı?” diye tartışıyoruz.